Deprem ülkemizin gerçeğidir. Yeraltı ve yerüstü kaynakların zenginliği ve toprakların bereketli oluşu ile doğrudan ilişkilidir. Bir deprem öncesinde yapılacak planlama ve çeşitli düzeylerde alınacak önlemler ile bir deprem sonrasında karşılaşacak farklı senaryolara ne kadar hazır olduğumuz, Doğan Kuban’ın ifadesiyle bir medeniyet sınavıdır. 6 Şubat 2023 tarihli depremler ise, bütün gözlerin olası bir Marmara Depremine dönük olduğu bir süreçte çalışmadığımız yerden çıkan sınav sorusu gibi pek çoğumuzu şaşkına çevirdi ve olayın sıcaklığıyla çaresiz hissettirdi. Eş zamanlı olarak, 11 il, 124 ilçe, 148.745 kilometrekarelik bir alanda yaşayan 14 milyon insanı doğrudan etkileyen bir ölçekte, pek çok ülkenin toplam nüfusu ve yüzölçümünün üzerinde bir büyüklükteki afet tablosu ile karşı karşıya kaldık. İnsanların doğup büyüdükleri evlerden ve sokaklardan, köylerden ve kent merkezlerinden, bir ömür boyu biriktirilen anılardan geriye elimizde kısa ve uzun vadede çözülmesi gereken pek çok kriz ile 100 milyon tonun üzerinde enkaz atığı kaldı. Bir önceki günden çok daha farklı bir sabaha uyandığımız 6 Şubat 2023 tarihli depremler, medeniyet sınavındaki seviyemizi acı bir şekilde gözler önüne serdi. Peki bu tablonun tekrarlanmaması ya da yıkıcı etkisinin azaltılmasına yönelik bireysel ya da toplumsal ne gibi dersler çıkarabiliriz?
Bu soruya her uzmanlık alanının üreteceği yanıt birbirinden farklı olacaktır. Biraz da abartarak ifade edecek olursak, jeologlar bereketli tarım topraklarına ve ovalara yerleşmeseydik böyle olmazdı, önce sağlam zemin gelir diyecektir. İnşaat mühendisleri, sağlam yapı her yerde sağlamdır, iyi bir mühendislikle çözülemeyecek taşıyıcı sistem yoktur diyecektir. Sosyal bilimciler depremde yaşanan ağır yıkımın, kültür, sanat, tarih ve toplumsal mutabakattaki etik kodları taşıyan üst yapıdaki yozlaşma ve çürümüşlüğün alt yapıya yansıması olduğunu öne sürecektir. Teoride mükemmel işleyen yönetmelik, yönerge ve yapım/denetim mevzuatımız varken, yasa koyucular yıkımın boyutuna anlam veremeyecektir. Televizyon ekranlarında ve haber bültenlerinde bir müddet konuşulduktan sonra deprem, yerini başka bir yakıcı gündeme bırakacaktır. Sokaklar, caddeler ve fotoğraf karelerinde açılan boşluklar, izlenip unutulan bir film gibi aradan zaman geçtikçe belleklerde silikleşerek kanıksanacaktır. Faust’un yazılırken 60, bugünden geriye baktığımızda yaşanırken bir kaç yüzyıla yayılmış olan yıkım ve yeniden yapım etkinliğini Türkiye’de yoğunlaştırılmış bir şekilde kısacık bir zaman diliminde yaşayıp geçecektik. Depremin ardından bir buçuk yıl geçmesine karşın halen konteynırlarda yaşam mücadelesine devam eden yedi yüz bine yakın insanımız için şu kışın dondurucu, yazın fırın gibi dayanılmaz olan iklim koşullarıyla doğa kendini hatırlatmasaydı.
Olası bir deprem sırasında bulunduğumuz mekanda güvenle çayımızı yudumlamaya devam etmek, bir Japon için ne kadar olanaklıysa bizim için de öyle olabilir. Teknik, teknolojik ve bilimsel birikimimiz bunun için yeterli. 2022 verilerine göre Avrupa’daki toplam mimar sayısı yaklaşık 660.000 iken, bu sayının 68.500’ünü Türkiye'deki mimarlar oluşturmaktadır. Aktif olarak faaliyet gösteren inşaat mühendisi sayısı ise bunun yaklaşık iki katıdır. Üniversitelerin laboratuvarlar ve dersliklere sıkışan teorik bilgiyi geniş halk kitlelerine ulaştırabilir, uzman bilgisini karar vericilere tercüme edebiliriz. Bilimsel bilgiyi gündelik hayatın yakıcı öncelikleri ile buluştururken, kuşaktan kuşağa aktarılan gözleme dayalı örtük bilgiyi de çağın ihtiyaçlarına yanıt verecek şekilde yeniden ele alabiliriz. Deprem sonrasında ortaya çıkan acil barınma sorununa insani, yenilikçi, ekolojik, ekonomik, sürdürülebilir çözümleri elbirliği ile geliştirebiliriz. Bu motivasyonla, deprem bölgesinde ve başlangıç olarak Malatya Doğanşehir ilçesinde acil barınma sorununa çözümler geliştirmek amacıyla 2023 yılı Haziran ayında öğrencilerimize, mezunlarımıza, ortak bir çalışmaya katkı sunabilecek akademisyenlere, deprem bölgesinde faaliyet gösteren ve/veya alternatif çalışmalara öncülük yapan isimlere birlikte çalışma çağrısı yaptık. Bu çağrıya yanıt verenlerden biri de, emekli İTÜ öğretim üyelerinden Prof.Dr. Bilge Işık oldu. Mesleki birikimini koşulsuz sunan ve bir hafta gibi bir sürede teorik sunuş ve uygulamalı atölyelerle çalışmalarımızı destekleyen Hocamız, hikayenin bundan sonrasını mayalamış oldu. Böylelikle İTÜ’lü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ruhi Kafesçioğlu’nun dünya literatürüne kazandırdığı alker (alçı ve kireçle toprağın stabilizasyonunun sağlandığı formül) ve Prof. Dr. Bilge Işık’ın malzeme olarak alkeri kullanarak geliştirdiği deprem güvenli inşaa teknikleri çalışmaların odak noktası haline geldi.
Alkerin Türkiye'deki öncü uygulamalarından biri 1995 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Maslak Kampüsü’nde (TÜBİTAK İNTAK TOKİ 622) inşa edilmiştir. 1999 depremlerini atlatan yapının sıva yapılmamış dış yüzeyi zamana meydan okumaktadır. 2000 yılında Şanlıurfa’da GAP İdaresi Lojmanları taşıyıcı sistemi betonarme olup, iç ve dış duvarları alker formülü kullanılmış sıkıştırılmış toprak bloklarla inşa edilmiştir. 2019 yılında yine sıkıştırılmış toprak tekniğiyle inşa edilen Göbeklitepe Ziyaretçi Merkezi yapısal formunun eğrisel olması sebebiyle Türkiye’deki sıkıştırılmış toprak yapılar arasında öncü olma özelliğiyle öne çıkmaktadır. Bir başka örnek de, 2019 yılında Mimar Özgül Öztürk öncülüğünde Keban’da sıkıştırılmış toprak tekniğiyle inşaa edilen, 2020 Elazığ ve 2023 Kahramanmaraş merkezli depremlere başarılı bir şekilde direnen yapıdır. Bu örneklerle beraber sıkıştırılmış toprak tekniğinin ve alker formülünün deprem dayanımı ve güvenilirliği yalnızca teoride kalmayarak uygulamada da karşılık buldu. Türkiye’deki kısıtlı sayıda deneysel çalışmaların ötesinde, yurtdışında sıkıştırılmış toprak tekniğinin hem kamusal bir arayüz teşkil eden prestij yapılarında hem de konut inşasında yaygınlaşmakta olduğu görülmektedir. Oysa kerpiçin geleneksel bir yapı malzemesi olarak yüzlerce yıldır kullanılageldiği; milattan önce 3500 yılına tarihlendirilen ve çalışmalar devam ettikçe yeni bilgilerin gün yüzüne çıktığı Arslantepe’nin (Kerpiçsaray) mirasçısı olduğumuz kadim bir coğrafyada, toprak malzemenin çağdaş teknoloji ile harmanlanarak geleceğe taşınması yine bizlerin ödev ve görevidir.
Malatya ili Doğanşehir İlçesi Depreme Dayanıklı Toprak Yapı Pilot Çalışması kapsamında “Emine Teyze Evi” (ETE) projesi, bu tarihsel ve mesleki sorumluluk bilinciyle yürütülmektedir. Yaklaşık 12 bin binadan 6 bininin ağır hasar aldığı ya da yıkıldığı Doğanşehir AFAD raporlarına göre Malatya’da en çok hasar alan ilçe konumundadır. Pilot çalışma en genel anlamıyla, toprak yapı uygulamaları içeren tarihi ve kültürel miras konusunda toplumsal duyarlılık oluşturulması, geleneksel toprak yapı uygulamalarının yeni teknik ve araçlarla modernize edilmesinin teşvik edilmesi, toprak yapı uygulama ve araştırmaları alanındaki bilimsel ve teknik çalışmaların desteklenmesi, barınma ihtiyacına geçici, geliştirilebilir ve kalıcı konut ölçeklerinde ekonomik ve sürdürülebilir tasarım ve uygulama çözümleri geliştirilmesi ve dayanışma, toplumsal duyarlılık ve ekolojik düşüncenin ön plana çıkarılması hedeflenmektedir.
● Hali hazırda bir meta değeri içermeyen ve mevcut inşaatların hafriyatların elde edilebilecek toprağı, ALKER formülüne göre belirli oranlarda kireç ve alçı ekleyerek yapı malzemesine dönüştürülmesi, mevcut kaynaklarımızın etkin kullanımına katkıda bulunmaktadır.
● Bina üretim hızı ve kapasitesi ile kaynaklarımızın kısıtlı olduğu bir koşulda, toprak gibi hemen her yerde ulaşılabilen öz kaynaklarımızın harekete geçirilerek barınma çözümüne katkıda bulunma potansiyeli taşımaktadır. İhtiyaç sahibi insanların kendi yaşam alanlarının oluşumuna aktif özne olarak katılımı ve kendi evlerinin inşaatında çalışmaları, yaşayacakları mekanla bir bağ kurmalarına olanak sağlamaktadır.
● Mekan ile kurulan bağ çok katmanlıdır, bahçeden taze olarak toplanan sebze ve meyvelerden, komşular ile paylaşılan ortak mekan kullanımına kadar çeşitlilik taşımaktadır. Dolayısıyla çok katlı bir yapıda bir daire ile ikame edilemeyecek zenginlik barındırmaktadır.
● Özellikle kırsal alanda tek katlı yapılar için, ortak bir modüler kalıp sistemine bir kez yatırım yapıldıktan sonra yüzlerce defa kullanabilmesi açısından ekonomik bir çözüm potansiyeli sunmaktadır. Kalıpların kurulumu ve taşınması, insan gücü ile gerçekleşmektedir.
● İnşaat sektörünün elinde bulunan mevcut teknik ekipman kolaylıkla sıkıştırılmış toprak tekniği inşaatına adapte edilebilmektedir.
● Öğrenci ve mezunlarımızın sıkıştırılmış toprak tekniğini uygulama ile öğrenerek kısa sürede öğretici konunuma geçebileceklerdir.
● Öğrenci ve mezunlarımız, birlikte çalışma, dayanışma ve depremzedelerle empati deneyimi kazanmaktadır.
● Her sektörden toplumun farklı kesimlerini aynı amaç etrafında bir araya getirebilme, gelecekte tekrarlanacak yeni toprak yapı projeleri için farkındalık ve bilgi üretmektedir. Dolayısıyla pilot proje, toprak yapı konusunda hem toplumsal farkındalık hem de bilgi üretiminin oluşmasına katkı sağlamaktadır.
● ALKER gibi, İTÜ çatısında geliştirilen dünyaca çok da bilinmeyen ve özgün bir malzeme formülü ve yapım tekniğini katkıyı dünya literatürüne kazandıracak uygulamaları teşvik etmektedir.
● Uzun vadede sıkıştırılmış toprak yapı tekniklerinin inşaat sürecini otomatikleştirebilecek teknoloji geliştirilmesinde yüksek lisans ve doktora öğrencilerimiz için bir çalışma alanı sağlamaktadır.
● Yok olmaya yüz tutmuş ve yönetmeliklerden 2018 yılında çıkarılmış olan kerpiç yapı geleneğini eğitim, akademi ve uygulamanın gündemine taşınmasına katkı sağlamaktadır.
Toprağın kolay ulaşılabilirliği, ekonomik ve ekolojik bir kaynak oluşu apaçık ortadadır. Yapı malzemesi olarak toprak kullanıldığında, kış aylarında ılık yazları serin bir iç mekan konforunu sunduğunu da yinelemeye ihtiyaç bulunmamaktadır, pek çoğumuzun en fazla bir nesil öncesinden anlatılagelen bir hikayesi bulunmaktadır. Hem yapım sürecinde yüksek ısıl işlem gerektirmemesi, hem de bir mekanın kullanımı sırasında ısıtma-soğutma ihtiyacını minimize etmesi ve üstelik bunu ilave ısı yalıtımını gerektirmeden sağlaması enerji tüketimini ve bağımlılığını azaltmaktadır. Pilot çalışmanın kırsal alanda İMECE usulü yapılacak çalışmalara bir model teşkil ederek, farklı iklim koşullarına ve mekansal ihtiyaçlara adapte olabilecek çözüm üretimine katkıda bulunması amaçlanmaktadır. Ayrıca kuram ve kılgı (teori ve pratik), üniversite ile halk, gelenek ile gelecek arasında köprü kurulmasına yönelik bir adım atılması hedeflenmektedir.