Fi tarihte hastalanan fukaranın birisi derdine deva için çalmadık kapı bırakmamış. En sonunda o yörede sevilen sayılan âlim birinin yanına gitmiş ve derdini anlatmış. Âlim kişi ona dut yemesini tavsiye etmiş ve adam şifa bulmuş. Başka bir zaman adamın bu defa hanımı rahatsızlanmış ve doğru koşmuş âlim kişinin yanına o yine hastaya dut yedirmesini söylemiş.
Aradan yıllar geçmiş. Şahsın geçimini temin ettiği, yükünü çektiği, tabiri caizse elinin değneği olan eşeği kaybolmuş. Aramadık yer bırakmamış. Son çare olarak âlim şahsın yanına varmış. O yine dut yemesini tavsiye edince adam çileden çıkmış ve “yahu hocam eşeğimin bulunmasıyla dut yemenin ne alakası var” diyerek oradan ayrılmış.
Çaresiz ve can sıkıntısı içerisinde dolaşırken hem yorulmuş hem de açıkmış bir ağacın gölgesinde dinleneyim diyerek bilmeden dut ağacının altına oturmuş. Biraz dinlendikten sonra altına oturduğu dut ağacındaki o güzelim dutları fark etmiş ve başlamış yemeye ama en güzel dutlar ağacın en yüksek dallarındaymış. Ağaca tırmanmış ve bir anda kendini en yüksek dalda bulmuş. Dutlarla karnını doyururken bir de ne görsün günlerce aradığı eşeği az ötede otlanmıyor mu? Bir anda şaşırmış ve âlimin sözünü hatırlamış.
Bir daha büyüklerin sözüne itiraz etmemeye ve onların her dediklerinde mutlaka bir hikmet olduğu çocuklarına da öğretmiş.
Kayısının anavatanındayız. Ama yılda acaba ne kadar kayısı tüketiyoruz. Ben itiraf ediyorum. Yılda yaş ve kuru olmak üzere toplam tükettiğim kayısı 3 ya da 5 kg geçmez. Sağlık açısından son derece önemli olan, özellikle kış aylarında kabızlık için tavsiye edilen ve daha birçok yararları olan kayısıyı yakınlarımıza ve çevremizdeki insanlara tavsiye etmeliyiz.
Sadece kayısı mı? Elbette değil. Kuru üzüm, pestil, incaz, kuru dut, elma gahı… Gibi yöresel çerezlerden bolca tüketmeliyiz. Büyüklerimizden duyduğuma göre; onlar sabah işe gitmeden önce yukarıda saydığım çerezlerden ceplerine doldurup öyle yola çıkarlarmış. Ama günümüzde bu alışkanlıklarımız olmadığı gibi maalesef çocuklarımız da görselliği ön planda olan mısır, patates çerezi veya çikolata gibi gıdalara yönlendirilmiş bulunmaktadırlar. Bunları yemesinler demiyorum ama tamamı doğal olan yerli çerezleri yeme alışkanlığını da onlara kazandırmalıyız.
Dul pestilinin içerisine ceviz dürmek suretiyle yemenin ayrı bir lezzeti olduğunu yiyenlerimiz bilirler. Söz dut pestilinden açılmışken. Akıllara durgunluk veren yöntemi yazmadan geçemeyeceğim.
Dut pestili damlarda kurutulurken bezin zeminde kalan alt kısmı hava almadığı için kuruması gecikir. Bu nedenle kurumayı çabuklaştırmak için pestil bezleri damlardan aşağıya sarkıtılır. Yörenin yaramaz çocukları canları pestil istediğinde, ellerine geçirdikleri bir kediyi sarkıtılmış pestil bezine doğru fırlatır ve kedi düşmemek için tırnaklarını pestil bezine batırmış. Zaten muallâkta duran pestil bezi kedi ile birlikte aşağıya düşer ve çocuklar da muratlarına ererlermiş.
Konu ile ilgili yazmış olduğu şiirim:
Şekerleme çıktı, pekmez kalmadı
Güle, güle ey mahsere taşları
Bir zamanlar baş tacıydın avluda
Tertemizdin, sen mahsere taşları
Oluğundan şıra akar dururdu
Bastıkların dam üstünde kururdu
Çiğ süzmesi sahanlara konurdu
Bütün bunlar dün mahsere taşları
Dut altında otlar varsa derilir
Genişçe bir ita bezi serilir
Olgunları, ırgalanır yenilir
Hayaldeyim, ben mahsere taşları
Memlekette dut kalmadı, kesildi
Odun oldu ya da, dama dizildi
Topraktaki kökü bile kazıldı
Bu hallere yan mahsere taşları
Yeni nesil nedir diye soruyor
Özün gitse sözün hala duruyor
Kıymetini bilen seni koruyor
Hep bekçinim ben mahsere taşları
İbrahim Alaattin ATEŞ