CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Malatya Milletvekili Veli Ağbaba ile çocukluk ve gençlik günlerine yolculuk yaptık… Bugün TBMM’nin en hareketli isimlerinden olan Ağbaba eskiden de bir türlü yerinde duramazmış. Öyle ki, sürekli kolunu kırdığından köyün kırık çıkıkçısının müdavimi olmuşlar! Ağbaba, “Artık tecrübeli milletvekili oldum ama Genel Kurul’da da halen hiç yerimde duramam, herkese laf atarım” diyor.
Malatya’ya bağlı Yazıhan ilçesinin Karaca Köyü’ndeyiz… Sene 1968. Aylardan, köy takvimine göre ‘koç salımı’ dönemi. Veli Ağbaba, kerpiç bir evin salonunda Hüseyin-Elif Ağbaba çiftinin beşinci çocuğu olarak dünyaya geliyor. Baba Hüseyin Bey çiftçilikle uğraşıyor; çift sürüyor, koyunları, inekleri var. Aileleri de bir hayli geniş; dayılar, amcalar... Ancak 1970 yılında köyün erkeklerine gurbet yolu görünüyor. Diğerleriyle birlikte Hüseyin Bey de ailesini geride bırakarak ‘gurbete’ gidiyor. Veli Ağbaba, çocukluk günlerini “Babamı çok özlediğimi hatırlıyorum” diye anlatmaya başlıyor: “Yılda bir kez geldiğinde hediyeler getirirdi. Beni en mutlu eden hediye bisikletti. Bizim köye beş kilometre uzaklıkta Kuruçay diye bir yer vardı; günde dört kez gidip gelirdim! Çok yaramaz bir çocuktum. Sürekli kollarım kırılırdı. Köydeki kırık çıkıkçı Ali Dayı bana hemen çubuk yapardı. O yüzden iki kolum da düz değildir!”
ANNEMLE DAMDA UYURDUK
Hasret uzun sürmüyor. Veli Ağbaba, annesi Elif Hanım ile beraber 1973 yılında Almanya’ya gidiyor. Stuttgart’a yakın bir kasabada, bir çiçek üreticisinde işçi olarak çalışan babalarının yanına yerleşiyorlar. Küçük Ağbaba burada da sürekli hareket halinde; hızlıca Almanca öğreniyor. Annesi ve diğer akrabalarına tercümanlık yapıyor. Sekiz aylık Almanya macerasından sonra aile çocuklarını okula yazdırmak üzere yeniden Türkiye’ye götürüyor. Götürüyor ve geri Almanya’ya dönüyorlar… Ağbaba, evde büyük abla ve ağabeyleri Cemile, İsmail, Zehra ve Hür’e emanet ediliyor. Yine hasret günleri başlıyor… Ağbaba, “Özellikle annemi çok özlerdim çünkü yazları onunla damda beraber uyurduk” diye anlatıyor: “Karaca Köyü İlkokulu’na yazdırıldım. Her öğlen eve koşar tarhana çorbası içerdim. Bizde köyün çerezi tarhanadır. Kışın sobanın üzerine koyar, ısıtır, yeriz… Okulu da arkadaşlarımı da çok seviyordum. Yaramazlıklarım da devam ediyordu. Traktörden atlar başımı yarar, dana gütmeye gidip danalarla kavga edip dönerdim. Yazları anneannemle bahçede kalırdık. Babaannem beni ‘kara danam’ diye severdi…”
İNEKLERLE ŞEHİR YOLUNDA...
Baba Hüseyin Bey, 1977 senesinde gurbetten memlekete kesin dönüş yapıyor. Aile, bu sefer hep beraber Malatya’ya taşınıyor. Ağbaba, “Şehre taşınacağımızı duyunca çok heyecanlandık, günlerce uyuyamadık!” diyor. Şehrin içinde sevdikleri köy havasına yakın Sıtmapınar semtinde meyve ağaçları içinde bir eve yerleşiyorlar. Tavukları ve inekleri de onlara eşlik diyor. Anne Elif Hanım kendi ekmek ve sütlerini yapmaya devam ediyor. Veli Bey, “Üç okul vardı. Caddelerden korktuğum için bahçe içinde olan Namık Kemal İlkokulu’nu gördüm ve ‘İşte burası benim okulum!’ dedim. Sonra şehre alıştım” diye anlatıyor: “Arkadaşlarımdan merak salıp sokaklarda simit, sakız ve tatlı satmışlığım vardı. 1980 darbesinden sonra Ülkücü bir öğretmenimizin ve solcu öğrenci bir komşumuzun işkenceden öldüğünü duymuş ve çok üzülmüştük.”
ANNEM ‘İNŞALLAH PARTİN BATAR’ DEDİ BARAJ ALTI KALDIK!
Okul bittikten sonra Ağbaba Malatya’ya döndü. Babası, dükkanda onu bekliyordu… Ancak: “Babamla aramızda kuşak çatışması vardı. Üniversite mezunuyum, kendimi kanıtlamak istiyordum. En sonunda güvenini kazandım ve iş hızla büyüdü.” Çocukluk hayali siyasete girmesiyse 1993’te olmuş… Ağbaba, “Arkadaşlarla ‘Boş boş konuşarak olmuyor, elimizi taşın altına koyalım’ dedik ve SHP’ye üye olduk” diye anlatıyor: “Babamın partide çok itibarı vardı. Ben belediye meclis üyeliğinden başlayarak 1998’de il başkanlığına yükseldim. CHP’nin en genç il başkanlarından biriydim. Beni seviyorlardı çünkü çok çalışıyordum. Köy köy gezerdik… Babam beni destekliyordu, annemse başından itibaren karşıydı. 1999 seçimlerinde, ‘İnşallah partin batar!’ dedi. Baraj altında kaldık (gülüyor). 2002’de aday oldum. Annem yine karşı çıktı. Üçüncü sıradan aday oldum, seçilemedim. 2007’de yine adaylığım söz konusu oldu. Bu sefer hem annem hem babam istemedi. Sonra düşündüler, ‘Peki’ dediler. Sırtımı sıvazladılar. 2011’de ilk defa milletvekili oldum.”
Veli Ağbaba, 2011’den beri CHP’nin TBMM’deki en aktif isimlerinden biri… Partide genel başkan yardımcılığı görevini yürütüyor; insan hakları, cezaevi komisyonları ile sivil toplum, yerel yönetimler, sendikalar gibi çok çeşitli alanlarda çalıştı. Veli Bey, “Partide, önce babamın itibarı sayesinde girdim diye düşünüp önyargıyla bakıyorlardı. Sonra ne kadar çok çalıştığımı gördüler ve beni çok sevdiler” diyor. Peki siyasette ne yapılınca ‘çok çalışılmış’ olunur? Şöyle cevaplıyor: “Sürekli etkinlikler yapıyor, belediye meclisinde çok konuşup, gündem yaratmaya çalışıyordum. Örneğin, kimisi yazısıyla öne çıkar. Ben kol emeğiyle çalıştım.”
‘REKTÖR BÜYÜKERŞEN’İ USTABAŞI SANDIM!’
Ağbaba, hayatla ilgili farkındalıklarını Turan Emeksiz Lisesi’nde kazandığını söylüyor... Edebiyat, felsefe ve futbola meraklıydı. Yazları da babasının inşaat malzemeleri satan dükkanında çalışıyordu. Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümü’nü kazanıp 17 yaşında gittiği Eskişehir ona başka kapılar açmıştı: “Okulun ilk haftasında yanlış otobüse binmişim, geldiğim yer bizim okula benzemiyor. Bakına bakına yürürken kaldırım yapan, başında şapkalı bir amca gördüm; “Kolay gelsin, dayı! İdari bilimler fakültesi nerede?” diye sordum. Bana “Sen buraya yeni mi geldin? Nerelisin?” diye sorup yolu tarif etti. Bu amcayı birkaç hafta sonra bir etkinlikte konuşma yaparken gördüm. ‘Bir yerden tanıyorum ama nereden…’ diye düşünürken arkadaşlar uyardı. Ustabaşı sandığım şapkalı amca okulun rektörü Yılmaz Büyükerşenmiş!”
‘KERATALAR, NE ÇOK EYLEM YAPIYORDUNUZ!’
Yılmaz Hoca, bu hareketli öğrencisini daha çok karşısında bulacaktı! Veli Ağbaba, çocukluktan itibaren siyasete meraklıydı. Üniversitede bu merak daha ‘faal’ bir forma bürünmüş: “1986’dan itibaren öğrenci eylemleri başladı. Halkevi’ne üye oldum. Anadolu Üniversitesi Öğrenci Dernekleri Platformu kuruldu. Çeşitli eylemler yapıyorduk. Üniversitenin kuruluş yıldönümünde Yılmaz Hoca, İdil Biret konseri düzenlemiş, kentin protokolünü davet etmişti. Öğrenciler neden davetli değil diye 300-400 kişi eylem yaptık. İdil Biret’e ‘Sizin gibi bir sanatçı geliyor, konsere davet edilmediğimiz için eylem yapıyoruz!’ dedik. İdil Biret çok mutlu oldu. Sonra Yılmaz Hoca geldi. Bize, ‘İşte yaratmak istediğim gençlik! Anadolu Üniversitesi’nin gençliği, sizle gurur duyuyorum, açın kapıları!’ dedi ve eylemimizi kırmış oldu. Yılmaz Hoca, seneler sonra Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olduğumda, beni kapıda karşıladı; “Keratalar, ne çok eylem yapıyordunuz, bana ne çok laf söylüyordunuz!” dedi, güldü… Kendisi muhteşem bir kişidir. O dönem üniversitedeki özgürlük ortamına şimdi hayret edersiniz.”
DÜNDEN BUGÜNE...
Gençliğini üniversitede eylem organize ederek geçiren Ağbaba, bugün de bugünün gençleriyle eylemde! Bazı şeyler hiç değişmiyor mu? Gülerek, “Eylemliliğim arttı!” diyor: “O ruh devam ediyor. Türkiye’de en çok umutlandığım Gezi eylemleridir. Balyoz-Ergenekon’da cezaevi tel örgülerini çok zorladık, o insanları kurtarmak için çok uğraştık. Biz şanslı dönemde öğrencilik yapmışız. Her görüşten kişi hem üretip hem okuyordu. Çok daha özgürlükçü bir ortam vardı. Şimdi daha büyük baskı var ama gençler açısından ümitsiz değilim. Keşke Boğaziçi’nde okusaydım, en önde olurdum!”
ANNEMLE DAMDA UYURDUK
Hasret uzun sürmüyor. Veli Ağbaba, annesi Elif Hanım ile beraber 1973 yılında Almanya’ya gidiyor. Stuttgart’a yakın bir kasabada, bir çiçek üreticisinde işçi olarak çalışan babalarının yanına yerleşiyorlar. Küçük Ağbaba burada da sürekli hareket halinde; hızlıca Almanca öğreniyor. Annesi ve diğer akrabalarına tercümanlık yapıyor. Sekiz aylık Almanya macerasından sonra aile çocuklarını okula yazdırmak üzere yeniden Türkiye’ye götürüyor. Götürüyor ve geri Almanya’ya dönüyorlar… Ağbaba, evde büyük abla ve ağabeyleri Cemile, İsmail, Zehra ve Hür’e emanet ediliyor. Yine hasret günleri başlıyor… Ağbaba, “Özellikle annemi çok özlerdim çünkü yazları onunla damda beraber uyurduk” diye anlatıyor: “Karaca Köyü İlkokulu’na yazdırıldım. Her öğlen eve koşar tarhana çorbası içerdim. Bizde köyün çerezi tarhanadır. Kışın sobanın üzerine koyar, ısıtır, yeriz… Okulu da arkadaşlarımı da çok seviyordum. Yaramazlıklarım da devam ediyordu. Traktörden atlar başımı yarar, dana gütmeye gidip danalarla kavga edip dönerdim. Yazları anneannemle bahçede kalırdık. Babaannem beni ‘kara danam’ diye severdi…”
İNEKLERLE ŞEHİR YOLUNDA...
Baba Hüseyin Bey, 1977 senesinde gurbetten memlekete kesin dönüş yapıyor. Aile, bu sefer hep beraber Malatya’ya taşınıyor. Ağbaba, “Şehre taşınacağımızı duyunca çok heyecanlandık, günlerce uyuyamadık!” diyor. Şehrin içinde sevdikleri köy havasına yakın Sıtmapınar semtinde meyve ağaçları içinde bir eve yerleşiyorlar. Tavukları ve inekleri de onlara eşlik diyor. Anne Elif Hanım kendi ekmek ve sütlerini yapmaya devam ediyor. Veli Bey, “Üç okul vardı. Caddelerden korktuğum için bahçe içinde olan Namık Kemal İlkokulu’nu gördüm ve ‘İşte burası benim okulum!’ dedim. Sonra şehre alıştım” diye anlatıyor: “Arkadaşlarımdan merak salıp sokaklarda simit, sakız ve tatlı satmışlığım vardı. 1980 darbesinden sonra Ülkücü bir öğretmenimizin ve solcu öğrenci bir komşumuzun işkenceden öldüğünü duymuş ve çok üzülmüştük.”
ANNEM ‘İNŞALLAH PARTİN BATAR’ DEDİ BARAJ ALTI KALDIK!
Okul bittikten sonra Ağbaba Malatya’ya döndü. Babası, dükkanda onu bekliyordu… Ancak: “Babamla aramızda kuşak çatışması vardı. Üniversite mezunuyum, kendimi kanıtlamak istiyordum. En sonunda güvenini kazandım ve iş hızla büyüdü.” Çocukluk hayali siyasete girmesiyse 1993’te olmuş… Ağbaba, “Arkadaşlarla ‘Boş boş konuşarak olmuyor, elimizi taşın altına koyalım’ dedik ve SHP’ye üye olduk” diye anlatıyor: “Babamın partide çok itibarı vardı. Ben belediye meclis üyeliğinden başlayarak 1998’de il başkanlığına yükseldim. CHP’nin en genç il başkanlarından biriydim. Beni seviyorlardı çünkü çok çalışıyordum. Köy köy gezerdik… Babam beni destekliyordu, annemse başından itibaren karşıydı. 1999 seçimlerinde, ‘İnşallah partin batar!’ dedi. Baraj altında kaldık (gülüyor). 2002’de aday oldum. Annem yine karşı çıktı. Üçüncü sıradan aday oldum, seçilemedim. 2007’de yine adaylığım söz konusu oldu. Bu sefer hem annem hem babam istemedi. Sonra düşündüler, ‘Peki’ dediler. Sırtımı sıvazladılar. 2011’de ilk defa milletvekili oldum.”
‘HEP KOL EMEĞİYLE ÇALIŞTIM’
Veli Ağbaba, 2011’den beri CHP’nin TBMM’deki en aktif isimlerinden biri… Partide genel başkan yardımcılığı görevini yürütüyor; insan hakları, cezaevi komisyonları ile sivil toplum, yerel yönetimler, sendikalar gibi çok çeşitli alanlarda çalıştı. Veli Bey, “Partide, önce babamın itibarı sayesinde girdim diye düşünüp önyargıyla bakıyorlardı. Sonra ne kadar çok çalıştığımı gördüler ve beni çok sevdiler” diyor. Peki siyasette ne yapılınca ‘çok çalışılmış’ olunur? Şöyle cevaplıyor: “Sürekli etkinlikler yapıyor, belediye meclisinde çok konuşup, gündem yaratmaya çalışıyordum. Örneğin, kimisi yazısıyla öne çıkar. Ben kol emeğiyle çalıştım.”
‘REKTÖR BÜYÜKERŞEN’İ USTABAŞI SANDIM!’
Ağbaba, hayatla ilgili farkındalıklarını Turan Emeksiz Lisesi’nde kazandığını söylüyor... Edebiyat, felsefe ve futbola meraklıydı. Yazları da babasının inşaat malzemeleri satan dükkanında çalışıyordu. Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümü’nü kazanıp 17 yaşında gittiği Eskişehir ona başka kapılar açmıştı: “Okulun ilk haftasında yanlış otobüse binmişim, geldiğim yer bizim okula benzemiyor. Bakına bakına yürürken kaldırım yapan, başında şapkalı bir amca gördüm; “Kolay gelsin, dayı! İdari bilimler fakültesi nerede?” diye sordum. Bana “Sen buraya yeni mi geldin? Nerelisin?” diye sorup yolu tarif etti. Bu amcayı birkaç hafta sonra bir etkinlikte konuşma yaparken gördüm. ‘Bir yerden tanıyorum ama nereden…’ diye düşünürken arkadaşlar uyardı. Ustabaşı sandığım şapkalı amca okulun rektörü Yılmaz Büyükerşenmiş!”
ANNEMLE DAMDA UYURDUK
Hasret uzun sürmüyor. Veli Ağbaba, annesi Elif Hanım ile beraber 1973 yılında Almanya’ya gidiyor. Stuttgart’a yakın bir kasabada, bir çiçek üreticisinde işçi olarak çalışan babalarının yanına yerleşiyorlar. Küçük Ağbaba burada da sürekli hareket halinde; hızlıca Almanca öğreniyor. Annesi ve diğer akrabalarına tercümanlık yapıyor. Sekiz aylık Almanya macerasından sonra aile çocuklarını okula yazdırmak üzere yeniden Türkiye’ye götürüyor. Götürüyor ve geri Almanya’ya dönüyorlar… Ağbaba, evde büyük abla ve ağabeyleri Cemile, İsmail, Zehra ve Hür’e emanet ediliyor. Yine hasret günleri başlıyor… Ağbaba, “Özellikle annemi çok özlerdim çünkü yazları onunla damda beraber uyurduk” diye anlatıyor: “Karaca Köyü İlkokulu’na yazdırıldım. Her öğlen eve koşar tarhana çorbası içerdim. Bizde köyün çerezi tarhanadır. Kışın sobanın üzerine koyar, ısıtır, yeriz… Okulu da arkadaşlarımı da çok seviyordum. Yaramazlıklarım da devam ediyordu. Traktörden atlar başımı yarar, dana gütmeye gidip danalarla kavga edip dönerdim. Yazları anneannemle bahçede kalırdık. Babaannem beni ‘kara danam’ diye severdi…”
İNEKLERLE ŞEHİR YOLUNDA...
Baba Hüseyin Bey, 1977 senesinde gurbetten memlekete kesin dönüş yapıyor. Aile, bu sefer hep beraber Malatya’ya taşınıyor. Ağbaba, “Şehre taşınacağımızı duyunca çok heyecanlandık, günlerce uyuyamadık!” diyor. Şehrin içinde sevdikleri köy havasına yakın Sıtmapınar semtinde meyve ağaçları içinde bir eve yerleşiyorlar. Tavukları ve inekleri de onlara eşlik diyor. Anne Elif Hanım kendi ekmek ve sütlerini yapmaya devam ediyor. Veli Bey, “Üç okul vardı. Caddelerden korktuğum için bahçe içinde olan Namık Kemal İlkokulu’nu gördüm ve ‘İşte burası benim okulum!’ dedim. Sonra şehre alıştım” diye anlatıyor: “Arkadaşlarımdan merak salıp sokaklarda simit, sakız ve tatlı satmışlığım vardı. 1980 darbesinden sonra Ülkücü bir öğretmenimizin ve solcu öğrenci bir komşumuzun işkenceden öldüğünü duymuş ve çok üzülmüştük.”
ANNEM ‘İNŞALLAH PARTİN BATAR’ DEDİ BARAJ ALTI KALDIK!
Okul bittikten sonra Ağbaba Malatya’ya döndü. Babası, dükkanda onu bekliyordu… Ancak: “Babamla aramızda kuşak çatışması vardı. Üniversite mezunuyum, kendimi kanıtlamak istiyordum. En sonunda güvenini kazandım ve iş hızla büyüdü.” Çocukluk hayali siyasete girmesiyse 1993’te olmuş… Ağbaba, “Arkadaşlarla ‘Boş boş konuşarak olmuyor, elimizi taşın altına koyalım’ dedik ve SHP’ye üye olduk” diye anlatıyor: “Babamın partide çok itibarı vardı. Ben belediye meclis üyeliğinden başlayarak 1998’de il başkanlığına yükseldim. CHP’nin en genç il başkanlarından biriydim. Beni seviyorlardı çünkü çok çalışıyordum. Köy köy gezerdik… Babam beni destekliyordu, annemse başından itibaren karşıydı. 1999 seçimlerinde, ‘İnşallah partin batar!’ dedi. Baraj altında kaldık (gülüyor). 2002’de aday oldum. Annem yine karşı çıktı. Üçüncü sıradan aday oldum, seçilemedim. 2007’de yine adaylığım söz konusu oldu. Bu sefer hem annem hem babam istemedi. Sonra düşündüler, ‘Peki’ dediler. Sırtımı sıvazladılar. 2011’de ilk defa milletvekili oldum.
‘HEP KOL EMEĞİYLE ÇALIŞTIM’
‘REKTÖR BÜYÜKERŞEN’İ USTABAŞI SANDIM!’
Ağbaba, hayatla ilgili farkındalıklarını Turan Emeksiz Lisesi’nde kazandığını söylüyor... Edebiyat, felsefe ve futbola meraklıydı. Yazları da babasının inşaat malzemeleri satan dükkanında çalışıyordu. Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümü’nü kazanıp 17 yaşında gittiği Eskişehir ona başka kapılar açmıştı: “Okulun ilk haftasında yanlış otobüse binmişim, geldiğim yer bizim okula benzemiyor. Bakına bakına yürürken kaldırım yapan, başında şapkalı bir amca gördüm; “Kolay gelsin, dayı! İdari bilimler fakültesi nerede?” diye sordum. Bana “Sen buraya yeni mi geldin? Nerelisin?” diye sorup yolu tarif etti. Bu amcayı birkaç hafta sonra bir etkinlikte konuşma yaparken gördüm. ‘Bir yerden tanıyorum ama nereden…’ diye düşünürken arkadaşlar uyardı. Ustabaşı sandığım şapkalı amca okulun rektörü Yılmaz Büyükerşenmiş!”
ANNEMLE DAMDA UYURDUK
Hasret uzun sürmüyor. Veli Ağbaba, annesi Elif Hanım ile beraber 1973 yılında Almanya’ya gidiyor. Stuttgart’a yakın bir kasabada, bir çiçek üreticisinde işçi olarak çalışan babalarının yanına yerleşiyorlar. Küçük Ağbaba burada da sürekli hareket halinde; hızlıca Almanca öğreniyor. Annesi ve diğer akrabalarına tercümanlık yapıyor. Sekiz aylık Almanya macerasından sonra aile çocuklarını okula yazdırmak üzere yeniden Türkiye’ye götürüyor. Götürüyor ve geri Almanya’ya dönüyorlar… Ağbaba, evde büyük abla ve ağabeyleri Cemile, İsmail, Zehra ve Hür’e emanet ediliyor. Yine hasret günleri başlıyor… Ağbaba, “Özellikle annemi çok özlerdim çünkü yazları onunla damda beraber uyurduk” diye anlatıyor: “Karaca Köyü İlkokulu’na yazdırıldım. Her öğlen eve koşar tarhana çorbası içerdim. Bizde köyün çerezi tarhanadır. Kışın sobanın üzerine koyar, ısıtır, yeriz… Okulu da arkadaşlarımı da çok seviyordum. Yaramazlıklarım da devam ediyordu. Traktörden atlar başımı yarar, dana gütmeye gidip danalarla kavga edip dönerdim. Yazları anneannemle bahçede kalırdık. Babaannem beni ‘kara danam’ diye severdi…”
İNEKLERLE ŞEHİR YOLUNDA...
Baba Hüseyin Bey, 1977 senesinde gurbetten memlekete kesin dönüş yapıyor. Aile, bu sefer hep beraber Malatya’ya taşınıyor. Ağbaba, “Şehre taşınacağımızı duyunca çok heyecanlandık, günlerce uyuyamadık!” diyor. Şehrin içinde sevdikleri köy havasına yakın Sıtmapınar semtinde meyve ağaçları içinde bir eve yerleşiyorlar. Tavukları ve inekleri de onlara eşlik diyor. Anne Elif Hanım kendi ekmek ve sütlerini yapmaya devam ediyor. Veli Bey, “Üç okul vardı. Caddelerden korktuğum için bahçe içinde olan Namık Kemal İlkokulu’nu gördüm ve ‘İşte burası benim okulum!’ dedim. Sonra şehre alıştım” diye anlatıyor: “Arkadaşlarımdan merak salıp sokaklarda simit, sakız ve tatlı satmışlığım vardı. 1980 darbesinden sonra Ülkücü bir öğretmenimizin ve solcu öğrenci bir komşumuzun işkenceden öldüğünü duymuş ve çok üzülmüştük.”
ANNEM ‘İNŞALLAH PARTİN BATAR’ DEDİ BARAJ ALTI KALDIK!
Okul bittikten sonra Ağbaba Malatya’ya döndü. Babası, dükkanda onu bekliyordu… Ancak: “Babamla aramızda kuşak çatışması vardı. Üniversite mezunuyum, kendimi kanıtlamak istiyordum. En sonunda güvenini kazandım ve iş hızla büyüdü.” Çocukluk hayali siyasete girmesiyse 1993’te olmuş… Ağbaba, “Arkadaşlarla ‘Boş boş konuşarak olmuyor, elimizi taşın altına koyalım’ dedik ve SHP’ye üye olduk” diye anlatıyor: “Babamın partide çok itibarı vardı. Ben belediye meclis üyeliğinden başlayarak 1998’de il başkanlığına yükseldim. CHP’nin en genç il başkanlarından biriydim. Beni seviyorlardı çünkü çok çalışıyordum. Köy köy gezerdik… Babam beni destekliyordu, annemse başından itibaren karşıydı. 1999 seçimlerinde, ‘İnşallah partin batar!’ dedi. Baraj altında kaldık (gülüyor). 2002’de aday oldum. Annem yine karşı çıktı. Üçüncü sıradan aday oldum, seçilemedim. 2007’de yine adaylığım söz konusu oldu. Bu sefer hem annem hem babam istemedi. Sonra düşündüler, ‘Peki’ dediler. Sırtımı sıvazladılar. 2011’de ilk defa milletvekili oldum.”
‘HEP KOL EMEĞİYLE ÇALIŞTIM’
Veli Ağbaba, 2011’den beri CHP’nin TBMM’deki en aktif isimlerinden biri… Partide genel başkan yardımcılığı görevini yürütüyor; insan hakları, cezaevi komisyonları ile sivil toplum, yerel yönetimler, sendikalar gibi çok çeşitli alanlarda çalıştı. Veli Bey, “Partide, önce babamın itibarı sayesinde girdim diye düşünüp önyargıyla bakıyorlardı. Sonra ne kadar çok çalıştığımı gördüler ve beni çok sevdiler” diyor. Peki siyasette ne yapılınca ‘çok çalışılmış’ olunur? Şöyle cevaplıyor: “Sürekli etkinlikler yapıyor, belediye meclisinde çok konuşup, gündem yaratmaya çalışıyordum. Örneğin, kimisi yazısıyla öne çıkar. Ben kol emeğiyle çalıştım.”
‘REKTÖR BÜYÜKERŞEN’İ USTABAŞI SANDIM!’
Ağbaba, hayatla ilgili farkındalıklarını Turan Emeksiz Lisesi’nde kazandığını söylüyor... Edebiyat, felsefe ve futbola meraklıydı. Yazları da babasının inşaat malzemeleri satan dükkanında çalışıyordu. Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümü’nü kazanıp 17 yaşında gittiği Eskişehir ona başka kapılar açmıştı: “Okulun ilk haftasında yanlış otobüse binmişim, geldiğim yer bizim okula benzemiyor. Bakına bakına yürürken kaldırım yapan, başında şapkalı bir amca gördüm; “Kolay gelsin, dayı! İdari bilimler fakültesi nerede?” diye sordum. Bana “Sen buraya yeni mi geldin? Nerelisin?” diye sorup yolu tarif etti. Bu amcayı birkaç hafta sonra bir etkinlikte konuşma yaparken gördüm. ‘Bir yerden tanıyorum ama nereden…’ diye düşünürken arkadaşlar uyardı. Ustabaşı sandığım şapkalı amca okulun rektörü Yılmaz Büyükerşenmiş!”
‘KERATALAR, NE ÇOK EYLEM YAPIYORDUNUZ!’
Yılmaz Hoca, bu hareketli öğrencisini daha çok karşısında bulacaktı! Veli Ağbaba, çocukluktan itibaren siyasete meraklıydı. Üniversitede bu merak daha ‘faal’ bir forma bürünmüş: “1986’dan itibaren öğrenci eylemleri başladı. Halkevi’ne üye oldum. Anadolu Üniversitesi Öğrenci Dernekleri Platformu kuruldu. Çeşitli eylemler yapıyorduk. Üniversitenin kuruluş yıldönümünde Yılmaz Hoca, İdil Biret konseri düzenlemiş, kentin protokolünü davet etmişti. Öğrenciler neden davetli değil diye 300-400 kişi eylem yaptık. İdil Biret’e ‘Sizin gibi bir sanatçı geliyor, konsere davet edilmediğimiz için eylem yapıyoruz!’ dedik. İdil Biret çok mutlu oldu. Sonra Yılmaz Hoca geldi. Bize, ‘İşte yaratmak istediğim gençlik! Anadolu Üniversitesi’nin gençliği, sizle gurur duyuyorum, açın kapıları!’ dedi ve eylemimizi kırmış oldu. Yılmaz Hoca, seneler sonra Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olduğumda, beni kapıda karşıladı; “Keratalar, ne çok eylem yapıyordunuz, bana ne çok laf söylüyordunuz!” dedi, güldü… Kendisi muhteşem bir kişidir. O dönem üniversitedeki özgürlük ortamına şimdi hayret edersiniz.”Yılmaz Hoca, bu hareketli öğrencisini daha çok karşısında bulacaktı! Veli Ağbaba, çocukluktan itibaren siyasete meraklıydı. Üniversitede bu merak daha ‘faal’ bir forma bürünmüş: “1986’dan itibaren öğrenci eylemleri başladı. Halkevi’ne üye oldum. Anadolu Üniversitesi Öğrenci Dernekleri Platformu kuruldu. Çeşitli eylemler yapıyorduk. Üniversitenin kuruluş yıldönümünde Yılmaz Hoca, İdil Biret konseri düzenlemiş, kentin protokolünü davet etmişti. Öğrenciler neden davetli değil diye 300-400 kişi eylem yaptık. İdil Biret’e ‘Sizin gibi bir sanatçı geliyor, konsere davet edilmediğimiz için eylem yapıyoruz!’ dedik. İdil Biret çok mutlu oldu. Sonra Yılmaz Hoca geldi. Bize, ‘İşte yaratmak istediğim gençlik! Anadolu Üniversitesi’nin gençliği, sizle gurur duyuyorum, açın kapıları!’ dedi ve eylemimizi kırmış oldu. Yılmaz Hoca, seneler sonra Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olduğumda, beni kapıda karşıladı; “Keratalar, ne çok eylem yapıyordunuz, bana ne çok laf söylüyordunuz!” dedi, güldü… Kendisi muhteşem bir kişidir. O dönem üniversitedeki özgürlük ortamına şimdi hayret edersiniz.”
DÜNDEN BUGÜNE...
Gençliğini üniversitede eylem organize ederek geçiren Ağbaba, bugün de bugünün gençleriyle eylemde! Bazı şeyler hiç değişmiyor mu? Gülerek, “Eylemliliğim arttı!” diyor: “O ruh devam ediyor. Türkiye’de en çok umutlandığım Gezi eylemleridir. Balyoz-Ergenekon’da cezaevi tel örgülerini çok zorladık, o insanları kurtarmak için çok uğraştık. Biz şanslı dönemde öğrencilik yapmışız. Her görüşten kişi hem üretip hem okuyordu. Çok daha özgürlükçü bir ortam vardı. Şimdi daha büyük baskı var ama gençler açısından ümitsiz değilim. Keşke Boğaziçi’nde okusaydım, en önde olurdum!”
SENE 1975
Karaca Köyü’ndeki evlerinin önünde...
SENE 1988
Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde bir eylem çıkışı...
SENE 1988: ÜNİVERSİTE YILLARI
“Türkü söylemeyi çok severim. En büyük hayalim saz çalmaktı. Halen türkü söylerim. Sesimi çok beğenirim ama beni dinleyenler maalesef benimle hemfikir değil.”
SENE 1999: İL BAŞKANI
“Ticaretten gelmenin siyasette çok faydası oldu. Her görüşten kişiyle iş yapmışlığımız vardır. Herkesle rahat ilişki kurabiliyorum. Her görüşten insanın hakkını savunmak için çalışıyorum.”
SENE 2013
SENE 2017
“Siyasetteki en unutamadığım olaylardan biri Adalet Yürüyüşü’ydü. Ben kortej sorumlusuydum. Fırtınaya, rüzgara rağmen kalıplar kırıldı, insanlar birbirleriyle ısındı…”
SENE 2018
Şeker fabrikaları özelleştirme eylemi...
SENE 2018
Köyde motorla gezerken...
SENE 2021
Arguvan’da düzenlenen etkinlikte yerel sanatçı Muharrem Temiz ile türkü söylerken...
Yılmaz Hoca, bu hareketli öğrencisini daha çok karşısında bulacaktı! Veli Ağbaba, çocukluktan itibaren siyasete meraklıydı. Üniversitede bu merak daha ‘faal’ bir forma bürünmüş: “1986’dan itibaren öğrenci eylemleri başladı. Halkevi’ne üye oldum. Anadolu Üniversitesi Öğrenci Dernekleri Platformu kuruldu. Çeşitli eylemler yapıyorduk. Üniversitenin kuruluş yıldönümünde Yılmaz Hoca, İdil Biret konseri düzenlemiş, kentin protokolünü davet etmişti. Öğrenciler neden davetli değil diye 300-400 kişi eylem yaptık. İdil Biret’e ‘Sizin gibi bir sanatçı geliyor, konsere davet edilmediğimiz için eylem yapıyoruz!’ dedik. İdil Biret çok mutlu oldu. Sonra Yılmaz Hoca geldi. Bize, ‘İşte yaratmak istediğim gençlik! Anadolu Üniversitesi’nin gençliği, sizle gurur duyuyorum, açın kapıları!’ dedi ve eylemimizi kırmış oldu. Yılmaz Hoca, seneler sonra Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olduğumda, beni kapıda karşıladı; “Keratalar, ne çok eylem yapıyordunuz, bana ne çok laf söylüyordunuz!” dedi, güldü… Kendisi muhteşem bir kişidir. O dönem üniversitedeki özgürlük ortamına şimdi hayret edersiniz.”Yılmaz Hoca, bu hareketli öğrencisini daha çok karşısında bulacaktı! Veli Ağbaba, çocukluktan itibaren siyasete meraklıydı. Üniversitede bu merak daha ‘faal’ bir forma bürünmüş: “1986’dan itibaren öğrenci eylemleri başladı. Halkevi’ne üye oldum. Anadolu Üniversitesi Öğrenci Dernekleri Platformu kuruldu. Çeşitli eylemler yapıyorduk. Üniversitenin kuruluş yıldönümünde Yılmaz Hoca, İdil Biret konseri düzenlemiş, kentin protokolünü davet etmişti. Öğrenciler neden davetli değil diye 300-400 kişi eylem yaptık. İdil Biret’e ‘Sizin gibi bir sanatçı geliyor, konsere davet edilmediğimiz için eylem yapıyoruz!’ dedik. İdil Biret çok mutlu oldu. Sonra Yılmaz Hoca geldi. Bize, ‘İşte yaratmak istediğim gençlik! Anadolu Üniversitesi’nin gençliği, sizle gurur duyuyorum, açın kapıları!’ dedi ve eylemimizi kırmış oldu. Yılmaz Hoca, seneler sonra Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olduğumda, beni kapıda karşıladı; “Keratalar, ne çok eylem yapıyordunuz, bana ne çok laf söylüyordunuz!” dedi, güldü… Kendisi muhteşem bir kişidir. O dönem üniversitedeki özgürlük ortamına şimdi hayret edersiniz.”