Saygıdeğer hocam, öncelikle bize vakit ayırdığınız için teşekkür etmek isterim. Ülkemiz ve milletimiz için önemli işlere imza atmış birisiniz. Bu eşsiz hazineyi sonraki nesillere bırakacak olan İhsan Kara'yı kendi sözleriyle tanımak isteriz.
Malatya'da 1942 senesinde dünyaya geldim. 1929'da yapılan 2 sınıflı bir ilkokulumuz vardı. 1-2-3. Sınıflar bir sınıfta, 4-5. Sınıflar da bir sınıftaydı. Her gün elimizde bir tane odunla okula giderdik. Okulda koşullar zordu. Sıralar, masalar, okulun ısınması zordu. Ama o zamanlar çocuktuk ve hiçbir şey umurumuzda değildi. Soğuktan etkilenmezdik. İlkokul öyle geçti. İlkokulu bitirince Malatya'ya geldik. Ortaokula ben yazıldım. Kaydoldum. Ailem destek olamadı. Ortaokul başladığında kendimi 80 kişilik bir sınıfta buldum. Diğer sınıflarda 30 kişi vardı. Diğer sınıflar İngilizce öğreniyorlardı. Bizim sınıfta Fransızca öğretiliyordu. Bulunduğum sınıfla diğer sınıflardaki çocukların giyimleri kuşamları iletişimleri çok farklıydı. Köyden gelen çocukları, bizim sınıfa koymuşlardı. Şehirde yaşayan çocukları da küçük gruplar halinde sınıflara ayırmışlardı ve İngilizce eğitim veriyorlardı. O şartlarda sınıf geçmek o kadar da kolay işler değildi. Lisede bütünlemeye kaldığım dersim olmadı. Sınıfta da kalmadım. Ama bir sene dizimden bir rahatsızlık geçirdiğim için ayağım 4 ay alçıda kalmıştı. O sebeple bir yıl kaybım oldu. İstanbul Üniversitesi'ne gelirken de tıp fakültesine gelmek gibi bir amacım yoktu. İstanbul Teknik Üniversitesi'nde uçak mühendisliğine girmek istiyordum. Bulunduğumuz mahallede İTÜ'DE uçak mühendisi olan doçent bir abim vardı. Çok yakışıklıydı, ben de ona lisedeyken özenirdim. Ama giremedim. Hekim olmak gibi bir niyetim yoktu. “Hekim olayım da şunu yapayım” demedim hiç ama biyolojiye meraklıydım. Yeteneğimin olduğunu tıp fakültesi 2. sınıfta bir fizyoloji hocası aktardı. Sonra dikkat edince biyolojide farklı öngörülerimin olduğunu diğer arkadaşlarımla kıyaslayınca ben de fark ettim. Her insanın farklı yöne ilgi ve alakası var. Benim de yeteneğimin olduğunu hocam söylemişti. Sonra olaylar gelişti. Hizmet veren işler benim için çekici olmadı. Araştırmak daha çekiciydi. Halen her gün birbirinden daha çok heyecanlı işler önümüze geliyor. Kat'iyen bitmiyor. Çalıştıkça kendi adıma cahilliğimiz ortaya çıkıyor. Kürsüde bulunan arkadaşlarımdan daha çok okur ve çalışırdım. Gün daha uzun olsun enerjim daha uzun olsun istiyorum. Yaşam gittikçe daha keyifli ve coşkulu hale geliyor. Ama biyolojik yaşam buna imkan vermiyor.
Üniversitedeki çalışmalarınız hakkında bilgi verebilir misiniz?
Az önce de belirttiğim gibi, 1963 yılında İstanbul Tıp Fakültesine girdim. Nöroloğum. 1970'te Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ne girdim. 1981 yılında Nöroloji Doçenti oldum. 1995'te İstanbul Tıp Fakültesi'nin Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü'ne geçtim. Nöroloji Doçenti olduktan sonra da sağlık hizmeti vermeyi bıraktım. Yani hasta bakmıyor deneysel çalışmalar yapıyordum. 2009 yılında emekli oldum.
“Sankara fikri” nasıl oluştu? Merkezdeki çalışmalarınız hakkında da bilgi almak isteriz.
Üniversitede yapamadığım veya yarım kalan şeyleri İstanbul Üniversitesi'nin Avcılar'da bulunan kampüsünde bir araştırma şirketi kurarak yapmaya devam ediyorum. Yapmaya çalıştığım şey temel olarak beyin yaşlanmasının mekanizmasını anlamaktır. Bütün yaşamım boyunca bunu anlamaya çalışıyorum. Beynimiz nasıl yaşlanıyor, nasıl hasta oluyor? Bunların mekanizmalarını deneysel çalışmalarla araştırıyorum. Deneysel çalışmada sıçan, fare, tavşan, kedi gibi her türlü küçük organizmaları kullanarak yapıyoruz. Bir de merkezi sinir sistemi hastalıklarının modelleri yani Parkinson modeli, felç modelleri, MS hastalığının modeli, yaşlanma modellerini deney hayvanlarında kurgulayıp sonra da farklı yönlerini işin biyofiziğini, genetiğini, kimyasını, kliniğini, davranışını inceliyoruz. Bunu yapmaktaki amaç hastalığın başlamasını ve ilerleme mekanizmalarını anlayabilmek. Eğer bunları anlayabilirsek tedavi olarak da neresine müdahale edebileceğimizi anlıyoruz. Model olmadan anlamak mümkün değil. İnsanlar üzerinde bu çalışmaları yapmak etik olarak doğru değil ve imkan da yok.
Son dönemde popüler olan ve kamuoyunda bilinen adıyla Mor ekmek nedir?
Merkezdeki çalışmalarımız sırasında tesadüfen ortaya çıkan MORMİKS diye adlandırdığımız ve ekmeğin içine koyup mor ekmek diye ortaya çıkan ürünün temeli Alzheimer çalışmaları sırasında oluştu. Alzheimer dünyada hızla yayılan bir hastalık ve tedavisi yoktur. Bugün 450 milyon civarında Alzheimer hastasının varlığı biliniyor. Elimizdeki bilgiler yeterli olmadığı için tedavi edemiyoruz. 65 yaşının üzerindeki herkesin de Alzheimer olma riski var. 85 yaşın üzerindeki insanların yüzde 50'sinin Alzheimer olma ihtimaline yüzde 100 olarak bakılıyor. Alzheimer varlığımızı ve servetimizi yok eden bir hastalık. Bizim servetimiz beynimizdir. Banka hesaplarınız, gayrimenkulleriniz, beyniniz kadar ciddi bir servet değildir. Ciddi servetinizi tehdit eden unsur Alzheimer ve onun yanından gelen diğer hastalıklardır. Eğer servetimizi ne kadar koruyabilirsek o kadar varlıklıyız ve o kadar iyi bir ülkeyiz. Alzheimer'a iyi gelecek olan molekülleri çalışırken tesadüfen diyabeti engelleyecek olan bu mormiks denilen grubu keşfettik. Mormiks denilen grup, bir polifenol grubu. Polifenol demek sebze ve meyvelerin içinde olan tabiatta renk maddesini oluşturan moleküllerdir. Mor, kırmızı, yeşil renkler var. Bu renkler meyve veya sebzenin içindeki asit oranına göre değişiyor.
Alzheimer ve diyabet ile ilgili çalışmalarınız hakkında biraz daha detay verebilir misiniz?
Moleküler saflaşma denilen bir teknoloji ile bu molekülleri bitkinin suyunun, meyvenin suyunun, yaprağın suyunun, hangi maddeyi başlangıç kabul ediyorsak onun içinde tek bir molekülü çıkardık. Bunları bir daha yan yana getirdik. Diyabeti engellediği ortaya çıkınca diyabet çalışmalarını öne alıp Alzheimer'ı bir kenara bıraktık. Diyabet çalışmasında da oldukça ciddi sonuçlara ulaştık. Bunları önce laboratuvarda çalıştık. Diyabetin temeli karbonhidrat metabolizmasında kan şekerinin fizyolojik sınırların üzerine çıkmasıyla oluşuyor. Eğer karbonhidrat metabolizmasını yavaşlatabilirsek fizyolojik sınırlarda insan soyunun alıştığı sınırlarda tutabilirsek, hastalık diye bir şey kalmıyor. Mor pigmentlerin yaptığı iş karbonhidrat metabolizmasının yavaşlatılmasını sağlıyorlar. Karbonhidratları polisakkalitleri parçalayan enzimler var. Bu enzimlerin bir tanesi tükürüğümüzde bir tanesi pankreasımızda, bir tanesi de kalın bağırsaklarda. Tükürükte ve kalın bağırsakta alfaamilaz denilen enzim bu pigmentler onun hızını baskılıyor. Çalışmasını yavaşlatıyor. Çalışma yavaşlayınca kan şekeri daha uzun sürede yükseliyor. Enzimin aktivitesini yavaşlatarak kan şekerinin yavaş yükselmesine hizmet etmek. Bütün mesele burada düğümleniyor ki aranan sonuç da bu. Bunun içinde ekstradan polifenol denilen bir grup var. Onları ilave etmemizin nedeni de, vücutta bütün var olan canlı hücrelerin yenilenmesini, günlük yaşamının devam etmesini, devamı sırasında ortaya çıkan hasarları polifenoller koruyor ve onarıyor. Ortaya çıkan etki ise bizi son derece memnun etti. Çünkü bugüne kadar laboratuvarlarda yapılan 12.600 çalışma var. Ama bunları sanayi boyutuna taşıyan bir kuruluş henüz dünyada yok. Bizim yaptığımız tek şey dünyada bu kadar bilinen bu grubu antosiyaninleri ısıya dayanıklı güneş ışığına dayanıklı ve günlük hayatımızın her tarafında soframızda bulunabilecek bir forma koymamız oldu. Bir de sürekliliği sağlayacak bir altyapı oluşturduk. Üretim altyapısı oluşturduk. Yaptığımız hizmet bu. Laboratuvardan sanayiye taşıdık.
Sayın Kara, insanların büyük bir çoğunluğunun korkulu rüyası haline gelmiş bir hastalıktan, yani Alzheimer'dan bahsediyorsunuz. Dolayısıyla hayli dikkat çeken bir konu bu. Alzheimer ve diyabet arasındaki bağı biraz daha açıklayabilir misiniz?
Temel sebep şu; daha önceden tahmin ediyorduk ama bu seneki veriler tepe noktasına ulaştı. Dünyada Alzheimer hasta oranının en hızlı yükseldiği ülke Türkiye'dir. Türkiye kadar hızlı biçimde Alzheimer hastasının çoğaldığı başka bir ülke yoktur. Bu, akademisyenler için büyük bir ayıp. Sanki dünyadaki en başarısız akademik grup biziz. Bu sayının ülkemizde yükselmesinin sebeplerine bakarsak altta diyabeti görürüz. Toplumumuzda diyabet hastalığı çok yaygındır. Eğer diyabeti engelleyebilirsek Alzheimer'ı da engellemiş olacağız. Bizi sevindiren taraf budur. Belki 3-5 yıl sonra yani ne kadar yaygınlaşacaksa iyi olacak. Bunun etkileri birbirinden o kadar çok farklı ki, biraz önce bir grup arkadaşımızı model organizma laboratuvarına götürdük, antosiyaninlerin sinekler üzerindeki etkilerini gördük. Sineklerin büyümesini hayatta kalmalarını, onların canlılığını, çoğalmalarını ciddi bir biçimde etkiliyor. Kanser çalışmaları laboratuvarları var. O kanser hücrelerine olan etkilerini arkadaşlara gösterdik. Birçok kanser türünü Mormiksin içinde bulunan moleküller engelliyor. Diyabeti baskılayıp kanseri engelliyor. Kalp damar hastalıklarını iyileştiriyor.
Neden mor renkteki meyve ve sebzeleri tüketin demiyorsunuz da, Mor Ekmek tüketin diyorsunuz?
Bizim yaşam biçimimiz değişti. Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçtik. Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçerken evlerimiz küçüldü, kentlerimiz büyüdü, köyde yaşayan insanlarımız azaldı biyolojik olarak daha az aktivite gösteriyoruz. Günlük üretim kapasitemizin çoğunu üretim araçlarının çoğunu makinalara yükledik. Bizim yerimize makinalar çalışıyor. Yediğimiz içtiğimiz değişmedi. Ülkede kıtlık yaşamıyoruz ama enerjimizi yediğimiz içtiğimiz oranda tüketemiyoruz. Yürüyemiyoruz arabaya biniyoruz. İş yerleri ofislerden oluşuyor. Daha önce tarlaydı bahçeydi. Aldığımız kaloriyi tüketemiyoruz. Çok kalori alıyoruz az harcıyoruz. Kalorilerin yanında besinlerin içinde biyoaktif maddeler az. Ziraatı öyle bir hale getirdik ki gösterişli sebze ve meyveler yetiştiriyoruz. Pazarda yüksek değerlere ulaşsın diye gösterişli türler geliştirdik. Ama bu gösterişli ürünlerin içinde biyoaktif maddeler oran olarak az. Oran olarak yüksek olan şekerli su miktarı ve aroması. O nedenle insanlar doğal organik sebze ve meyvelere yöneliyorlar. Hatta sebze ve meyvelerin küçük olanlarını doğal olarak kabul ediyoruz. Büyümüş ürünleri kabul etmiyoruz. Yediklerimizin içinde kalori fazla ama, biyolojik değeri olan sağlığa desteği olan moleküllerin değeri azaldı. Diyabeti tetikleyen diğer faktör ise toplum olarak şehirlerimizi büyüttük ama spor yapamıyoruz. Spor yapan bir toplum değiliz. Onun için çocuklarımızın yüzde 35'i obez. İleride bu çocuklarımız kalp damar hastası olacak. Diyabet, kanser olacaklar. Sağlıksız bir toplum oluyoruz. Bu anlamda Mormiks baskılayıcı bir unsur olacak.
Meyve ve sebzelerde bu bahsettiğiniz moleküller yok mu?
Sebze ve meyvelerin içindeki pigmentlerin oranı sağlığa faydalı olan antosiyaninlerin oranı çok düşük. Onlar bizi yeteri kadar korumuyor. Buradaki amaç meyve ve sebzeleri saflaştırarak daha yüksek oranlarda almaktır. Organik ürünlerden bu ürünlerin daha yüksek olduğunu tahmin ediyoruz. Bir başka mekanizma var. O mekanizma da sebze ve meyvelerin içinde olan pigmentler o sebzeyi meyveyi oluşturan hücrenin içinde kapalı olarak duruyorlar. Bizim geviş getiren hayvanlar gibi bir mekanizmamız yoktur. Yediğimiz sebzenin ve meyvenin zarlarını oluşturan selülozları parçalayamıyoruz. Alacağımız bütün bu pigmentler sebze ve meyvedeki zenginlikleri sindiremiyoruz. Eğer onları saflaştırmış olarak alırsak yüzde yüzünü sindirebiliyoruz ve kanımıza geçebiliyor. Bunlar yan yana gelince saf halini kullanmanın yararı ortaya çıkıyor. Bunu bütün yiyecek ve içeceklerimizde kullanabiliriz.
Zeytinyağından yaptığınız bir ürün var. Başta Alzheimer ve kanser olmak üzere çeşitli hastalıklara iyi geldiği söyleniyor. Onunla ilgili bilgi verebilir misiniz?
İşe başlarken Alzheimer'a ilaç bulmayı kafamıza koymuştuk. Alzheimer'ın en etkili yönünün zeytinyağının içinde bulunan olivae molekül olduğu yayınlandı. Bütün dünya Alzheimer'ı tedavi edeceğinden söz ettiler. Biz de onunla ilgilendik. İlgilenmemizin nedeni ise biz zeytinyağı ülkesiyiz. Ama zeytinyağının içinde bu molekülü bulamadık. Bu molekülün 1 gramı 7 bin dolar. Alzheimer'ı tedavi ettiği için de fiyatı böylesine yüksek. “Zeytinyağında bulamadık, acaba zeytin ağaçlarında bulabilir miyiz” diye yola çıktık. Zeytin türlerini her bölgenin farklı farklı zamanlarda yapraklarını topladık. Kaz Dağları bölgesinde yabani zeytin ağaçlarının ormanlık alanlarının içinde yapraklarında olivae miktarının sanayide kullanılacak miktarda çıkarılması ve ekonomik boyutlara gelecek gibi bir sonuçla karşılaştık. Bu molekülü saflaştırarak zeytinyağının içine ilave ettik. Bu zeytinyağı 4 yıldan beri havaalanında satılıyor. Almanya ve Amerika'da satılıyor. Ciddi bir biçimde koruyucu etkisi var. Ancak bizim ülke için biraz pahalı geldi. Türkiye'de bir kere kullanan inanın sürekli olarak kullanıyor. Sürekli kullanmaya neden olarak da bunu bıraktığımızda grip oluyoruz diyorlar. Sabahları günde bir kaşık içiyorlar. Akciğer problemleri olmuyor ve Alzheimer'a giden yol kapanıyor. Kanser için de çok ciddi koruyucu. Aynı zamanda o molekül meme kanseri için ilaç olarak da kullanılıyor. Kanser yönünden ben çok dertliyim. Aileden kanserden kaybettiğimiz yakınlarım var. Eşimi de 14 yıl önce meme kanserinden kaybettim.
Şuanda Mormiks katkılı ne kadar ürün var?
Kapasitesini arttırdık. Mormiks denilen bileşeni günde 2 ton üretme kapasitesine ulaştık. Daha fazlasını yapmak da mümkündür. Ülkede bunları elde edeceğimiz sebze meyvenin tarımının yapımının oluşturulması gerekiyor. Uçsuz bucaksız böğürtlen çiftliği olması gerekiyor mesela... Siyah dut, yaban mersini olmadan bunları yapamayız. Yaban mersini için sorun yok ama vişne, nar, dut, böğürtlen için problem var. Onlar olmadan bir şey yapamayız. Soğan kabuğundan yapmaya çalıştık. Soğan kabuğunu işlerken koku rahatsız ediyor. O molekülleri öyle kaynaklardan almalıyız ki sürdürülebilir olması gerekiyor. Patlıcan kabuğundaki oranlar ise düşük.
Malatya'da özellikle de Arapgir'de Mor reyhan çayı ve mor reyhan suyu yapılıyor. Malatya Valiliğinde de mor reyhandan yapılmış şerbetler ikram ediliyor. Malatya'ya has bir içecek haline geldi. Bu çalışmalardan haberdar mısınız?
Reyhan, beyni ciddi bir biçimde onarıyor. Reyhanın içinde perdegodin denilen çok değerli bir antosiyanin var. Parkinson hastalığını engelliyor. Ama onun içindeki perdegonin denilen molekül oran olarak az. O yiyecekleri soframıza sokma imkanı zor. Ama besin desteği olarak kapsül ve macun gibi bir ürün olarak çok değerli. Her an soframızda olması zor. O kadar varlıklı değiliz. Bahsettiğiniz çalışmaları da izliyoruz.
Okuma ve ezberlemeyi, Alzheimer'ı önleyici bir unsur olarak görebilir miyiz?
Elbette okuma ve ezberlemenin de etkisi var. Bedenimizde tembel olan iki tane organ vardır. Bir tanesi çizgili kaslarımız diğeri de beynimizdir. Çizgili kaslarımıza ne kadar antrenman yaptırırsak o kadar gelişiyor. Bunu görüyoruz. Spor merkezinde çalışan insanların geliştiğini görüyoruz. Beynimiz de öyle. Beynimizde de ne kadar çok okursak, ne kadar çok insanla ilişki kurabilirsek, o kadar çok çalışır. Beyni ne kadar aktif tutarsak, o kadar güçlü kalıyor. Bıraktığımız anda karla dolu tepeden bir insanın kayması gibi bütün bilgiler ve gelişim var olan her şeyde kayıp gidiyor. Mutlaka ve mutlaka iletişim imkanlarını sıkı tutalım. Birbirimizle konuşalım ve görüşelim. İçerik ne olursa olsun konuşmak ve aktif olmak gerekiyor. Okumak ve tartışmak gerekiyor. Bunları ne kadar çok yaparsak beyin olarak o kadar genç kalıyoruz. Ne kadar azaltırsak o kadar yaprakları dökülen ağaç gibi süsü gidiyor. Bunu destekleyen iki örnek var. Biri Japonya'da bulunan bir ada. Diğeri İtalya'da bulunan bir ada. Bu adaların özelliği insanların ortalama yaşının 100 olması. İnsanların yaşam biçimleri önemli. Uzun yaşıyorlar ve Alzheimer hastalığının en az görüldüğü topluluğu oluşturuyorlar. Burada altı çizilecek noktalar var. Özellikle İtalyanların belli bir yaştan sonra, hayatlarının çoğu zamanını mutfakta sohbet halinde geçiyor. Yiyorlar, içiyorlar, konuşuyorlar, görüşüyorlar, birbirlerinden ayrı kaldıkları zaman uyuyorlar. Japon topluluklarının da temel özelliği de o. Çok konuşuyorlar, zamanlarının çoğunu yan yana tüketiyorlar. Çok çeşitli besinler tüketiyorlar. Miktar olarak az ama tür olarak çok. İnsanların besin çeşidi 70 ortalamasında ve 70'in üzerinde. Bu da Mormiksin ne kadar isabetli bir şey olduğunun temelini oluşturuyor.
Bir Malatyalı olarak, memleketle ilişkileriniz ne durumda?
Ailenin İstanbul'a taşınmasıyla birlikte Malatya ile olan ilişkilerimiz sadece dost-ahbap ziyareti çerçevesinde gelişiyor. Bu da çok az oluyor. Ancak Mormiksin anti diyabetik etkileri ortaya çıkıp da sanayide üretilir ve kullanılabilir hale gelince arkadaşların da desteğiyle çalışmayı Malatya'da başlattık. Çocuklar iyi bir şey yapar da, annesine babasına göstermek isterler ya.. Malatya'da benim evim olduğu için, ben de yaptığım iyi şeyi Malatya'da göstermek istedim. İnsan o duyguyu atamıyor. Kendi evimizde yaptığımız iyi şeyleri gösterip seviniyoruz.
Bildiğimiz kadarıyla uzun zaman sonra Malatya'ya geldiniz ve gelişmişlik olarak Malatya'da ne gibi fark gördünüz?
Çok farklı. Ciddi büyük farklılıklar gördüm. Görmeseydim inanmazdım. Karakavak denilen alanın, Avrupa ve Amerika'da gösterilecek örneklerden bir tanesi olduğunu söylemek mümkün. Çok etkileyici bir kent planı olmuş. Modern yaşamdan sanayinin nimetlerinden yaralanmayan bir yer kalmamış. İnsanların davranışları değişmiş. Malatya'nın böyle bir kent olacağına inanmazdım.
Alzheimer ve Parkinson gibi hastalıklardan korunmamız için tavsiyeleriniz nelerdir?
Bizim varlığımız beynimizdir. Beynimizi ne kadar sağlıklı tutabilirsek bedenimiz de o kadar sağlıklı olacaktır. Bedenin patronu beyindir. Beyin rahatsız olmadan, bedende bir hastalığın olması asla mümkün değil. Beyni mümkün olduğu kadar aktif halde tutmak gerekiyor. Okumak, konuşmak, çalışmak beyni aktif tutmak gerekiyor. Bir diğeri de küçük mikro gıdalarla besin olarak desteklemek. Kalori, yağlar, karbonhidratlar değil. Mümkün mertebe sebzeye ve meyveye ağırlık vermek gerekiyor. Beynimizi aktif tutalım ve iyi besleyelim. Az olsun ama çeşitli olsun. Bizim Malatya'daki bütün sebze ve meyvelerimiz dağlardaki böğürtlenlerimiz, adını koyamadığımız dağlardaki bayırlardaki otlar bunların hepsi beyin ve beden için çok önemlidir.
Çalışma arkadaşlarınız ve merkezle ilgili düşüncelerinizi de öğrenmek isteriz.
Tek başına yaşayan biriyim. Buradaki insanları ailem olarak kabul ediyorum. 2 kızım var. Birini en sık haftada bir kere görebiliyorum. Ama buradaki insanlarla her gün her saat birlikteyim. Burada örnek olmaya çalışıyoruz. Üniversite dışında bir araştırma merkezi olmak istiyoruz. Üniversiteler böyle bir çalışma yapamaz. Orada öğrenciler var. Bizim burada öğrencimiz yok. Biz aklı başında çalışkan ruh ve beden olarak iyi yetişmiş gençleri bir araya getirerek farklı merkezler kurabilirsek ülke olarak bizim kurtuluşumuz olur. Sanayinin lokomotifi oluruz. Hangi alanda böyle merkezler çalışıyorsa oranın lokomotifi olur. Keşke mormikste model olarak taklit edilsek. Görüyoruz “Biz de yapıyoruz. Havuç suyu koyduk renk olarak yaptık” diyorlar. İnsanları engellemek için bir şey yapmamak lazım. İnşallah gelecekte bizden daha iyisini yaparlar.
MORMİKS NEDİR?
Mormiks temelde gıdaların içerisinde katılabilecek ve hazırlanan gıdaların Fonksiyonel Gıda olmasını sağlayabilecek, toz formda bir etken bileşendir. İçeriğinde mor sebze ve meyvelerden saflaştırılan ve sağlığa faydaları binlerce bilimsel yayına konu olan antosiyaninler (renk pigmentleri) vardır. %100 doğal ve tamamen ülke kaynaklarıyla üretilen %100 yerli bir üründür.
RENGİ NEDEN MOR?
Mor renk kırmızı sebze meyvelerdeki aktif bileşenlerin doğal renginden geliyor. Aslında sebze ve meyvelerde sağlığımıza faydalı olan kısım şekerli olan kısım değil, rengini veren doğal kısım. Bu nedenle üretilen unlu mamüller de mor renkte oluyor. Teknoloji kullanılarak saflaştırıldığı için yapılan ürünün lezzetinde ve kokusunda bir değişiklik olmuyor. Yani mor renk unlu mamüller doğal tadında ve kokusunda. Tek fark içeriği mor bileşenlerce zenginleştirilmiş olması. Yani sentetik herhangi bir kimyasal içermiyor!
Mor ekmek antosiyanin içeriğinden dolayı mor renge sahip.
MOR EKMEĞİN FAYDASI NEDİR?
Türkiye'de ilk kez Malatya'da üreten firmanın yönetim kurulu başkanı Bahadır Yılmaz şunları dedi: "Bu büyük sorumluluğu bize verdiği için şirketim, çalışanlarım ve Malatyalılar adına Prof. Dr. İhsan Kara ve ekibine teşekkür ediyorum. Özellikle beyaz ekmeğin, çok hızlı sindirildiği, kan şekeri düzeyini olumsuz etkilediği, glisemik indeksi yüksek olduğu ve obezitenin nedenlerinden biri sayıldığı için, artık tüketilmesi tavsiye edilmemektedir. Bir başka deyişle, beyaz ekmek artık sağlıklı beslenmenin bir parçası değildir ve hatta bir cips, bir kola gibi de düşmandır. Biz mor ekmeği ürettik, öncelikle kendimiz tükettik, faydalı olduğuna inandık, yakınlarımıza önerdik, onlardan da olumlu tepkiler gördük ve piyasada satmaya karar verdik. Şimdi burada mor ekmek, simit, baklava üretimini yapıyoruz. Şu an için çok olumlu tepkiler alıyoruz. Ürünlerimizi Malatya dışına da göndermeye başladık. Malatyalılar ürünlerimizi firmamız şubelerinden rahatlıkla alabilirler. Ürünlerimiz tamamen mormiksten yapılmaktadır. Mormiks bir fonksiyonel gıdadır. Fonksiyonel gıda demek, vücutta onarım işlemlerini başlatmaya çalışan gıdadır. Bu tür gıdalar Japonya'da devlet kanunuyla zorunlu hale getirilmiştir. Türkiye'de mormiks Prof. Dr. İhsan Kara tarafından 19 kişilik ekiyle 12 yılda ortaya çıkan bir başarı ve emeğin ürünüdür. Tamamıyla doğaldır ve tamamıyla orijinaldir. Mormiksin faydaları; şeker hastalarımızın şekerini baskılamakta ve şeker hastalıklarının yan etkileriyle de mücadele etmektedir. Mormiks kalp damar hastalıkları, yüksek tansiyon, kalp, beyin damarları tıkanmalarında, böbrek yetmezliklerinde, kol- bacak ağrıları ve uyuşmalarında, diz ve kalça eklem ağrıları, unutkanlık ve Alzheimer hastalıklarında çok başarılı sonuçlar elde edildiği hocalarımız tarafından kanıtlanmıştır. Malatyamıza hayırlı olsun, şifa olsun" dedi.
MALATYA TIME