Çok yemek açlığa daha uzun ve rahat bir şekilde tahammül edebilmek anlamına gelmiyor. Aksine mideye haddinden fazla yük bindirmek, işlevlerini icra ederken zorlanmasına neden olmak ve nihayetinde fiziksel açıdan kalitesiz saatler geçirmek demek oluyor.
Hicrî 1443 yılının Ramazan ayı, bu sene epeyce uzun süren kış mevsiminin ardından içimizi aydınlatan ilkbaharla birlikte dünyamıza adeta bir saadet esintisi getirdi. Bir yandan günden güne iyileşen havaların tadını çıkarırken, diğer yandan oruçlarımızı tutuyoruz. Dünyanın her bir köşesinde büyük bir korku yaratan ve yüz binlerce insanın ölümüne neden olan Covid-19 salgınının ardından bizi kucaklayan ilk Ramazan ayındayız ve işin doğrusu bu yıl farklı bir Ramazan ayı idrak ediyoruz.
Çok özlemişiz
Birçok tanıdığımızı, yakınlarımızı ve dostlarımızı yitirdiğimiz (Allah hepsine gani gani rahmet eylesin) hastalık sıkıntısından dolayı biraz unuttuğumuz manevî lezzetleri yeniden hissetmeye başladık. Ramazan eğlencelerini, pide kuyruklarını, sahur heyecanını, Teravih namazı telaşesini ve hasret kaldığımız kalabalık iftar sofralarını ne kadar da özlemişiz! Galiba en çok da bunu, içimizde biriken özlemi fark ettik.
Geçtiğimiz iki Ramazan ayında maalesef koronavirüs pandemisi nedeniyle mübarek oruç ayının heyecanını yeterince yaşayamamış, dünyayı kasıp kavuran salgından dolayı uygulamak zorunda olduğumuz karantina tedbirleri sebebiyle çok dar bir çevrede geçirmiştik günlerimizi. Aile büyüklerimiz ve akrabalarımızla vakit geçirememiş, kalabalık iftar ve sahur sofralarının etrafında bir araya gelerek mübarek günlerin tadını çıkaramamıştık. Nihayet bu yıl pandemi süreci bitme noktasına geldi ve bahar ile birlikte hem salgından kurtulmanın hem de ruhanî iklimi ile bizi sarıp sarmalayan Ramazan ayının manevî sevincini bir arada yaşıyoruz.
Ayasofya'da Teravih
Sofralarımız yeniden dostlarımız ve misafirlerimizle şenlendi. Camilerimiz uzun zamandır ortalıkta görünmeyen çocuklarımızın cıvıltıları, gençlerimizin ihlaslı duaları ve yaşlılarımızın huşu dolu sessizliği ile yeniden buluştu. Özellikle de Fatih Sultan Mehmed'in yadigârı olan İstanbul'umuzun incisi Ayasofya Camii'nde 88 yıl sonra yeniden Teravih namazı kılınması ile bu yılın Ramazan'ı bambaşka bir anlama kavuştu ve biz de bu tarihî hadiseye ömrümüz boyunca unutamayacağımız bir mutluluk duygusuyla şahitlik ettik. Nasıl da büyük bir şükür vesilesidir!
Rehavete dikkat
Doğrusu bu güzel bahar günlerinde oruç tutmak ve Ramazan ayının sevincini yaşamak hepimize iyi geldi. Fakat bu iyiliğin bir çeşit rehavete dönüşme, vücudumuzda çeşitli sağlık sorunlarına yol açma potansiyeli var ve buna izin vermemeliyiz. Günler halen oldukça uzun ve aç kalma süreleri geçtiğimiz yıllara oranla biraz kısalmış olsa bile yine de çok kısa sayılmaz. Yani oruç tutarken uzun saatler aç kalmamız gerekiyor. Bundan dolayı orucumuzu son derece dikkatli bir şekilde tutmalı, sağlıklı beslenmeye dikkat etmeliyiz. Açlık sürecini iyi organize etmeli, iftar ve sahur sofralarında irademizi elden bırakmayarak özellikle de neşeli aile ve dost kalabalığında kantarın topuzunu kaçırmamalıyız. Orucu doğru bir şekilde tuttuğumuz takdirde Ramazan ayının bir yandan ruhumuza şifa verirken diğer yandan da bedenimize sağlık getireceğini ve bizi dinlendireceğini bilmeliyiz. Aksi halde yalnızca kalitesiz zamanlar geçirmekle kalmayız, aynı zamanda hem beklenmedik bir şekilde kilo alabiliriz hem de sağlığımıza zarar verebiliriz.
Bu yazı herhangi bir diyet listesi içermiyor, yani özel olarak ne yiyip ne yemememiz gerektiği üzerinde durmayacağız. İşin doğrusu böyle bir liste her insanın kendi özel sağlık durumuna, fizyolojisine, yaşına, genetik haritasına ve atalarından miras aldığı kronik potansiyeline ya da vücudunun besinlere verdiği reaksiyonlara göre değişecektir.
Anahtar kelime: Denge
Dolayısıyla biz daha genel ve herkese hitap eden bir ilkeden söz edeceğiz: Denge. Bu bizim anahtar kelimemiz. Ramazan ayında oruç tutan bireylerin önemli bir bölümünün uzun süreli açlık nedeniyle bedenlerinin verdiği duyusal ve hatta dikkate değer ölçüde duygusal tepkilerle hareket ettikleri, dengeyi ve yeme iradelerini yitirerek olağandan hem fazla hem de daha sağlıksız beslendiklerini biliyoruz. Mücadele etmemiz gereken şey bu türden bir denge sorunu ve bunu aşmak hiç de zor değil. Öncelikle gün boyu harcadığımız kalori miktarının üzerinde kalori almamaya özen göstererek ve daha da önemlisi vücudumuzun verdiği anlık tepkilere yenik düşerek "beslenme" ile "yeme keyfi" arasındaki farkı unutmayarak dengemizi koruyabiliriz. Sağlıklı bir Ramazan geçirmenin anahtarı tam da burada.
Sahur ve açlık endişesi
Gecenin bir yarısı uykudan uyandığımızda, elbette bilincimizin böyle bir zaman diliminde farklı çalışması (gündelik yaşamın ayrıntıları ile henüz temas etmediği için önemli ölçüde berrak olması) dolayısıyla yiyeceklerle aramızdaki ilişkinin nispeten daha rasyonel ve biraz da çıkar ilişkisi şeklinde işlediğini söyleyelim. Bir başka ifadeyle, sahur için yemek masasının başına geçtiğimizde, içimizde gün boyu yemek yemeyeceğimiz duygusu çok canlı olacaktır ve bu duygunun bizi "gün içerisinde açlığa dayanabilmek için depoyu olabildiğince doldurayım" endişesine sevk etmesi çok muhtemeldir. Fakat bu çok yersiz bir endişedir, çünkü insanın çok az miktarda yiyecekle gereksinim duyduğu enerjiyi sağlayabilecek olması bir yana, günler boyunca hiçbir şey yemeden bile yaşayabilecek bir bedensel potansiyele sahip olduğunu biliyoruz. Yani gün içerisinde yaşayacağımız hiçbir açlık, bizi dayanılmaz acılara sürükleyebilecek ve öldürebilecek kadar güçlü değil, öncelikle bunu temel bir ilke olarak aklımıza yazalım. Çok yemek açlığa daha uzun ve rahat bir şekilde tahammül edebilmek anlamına gelmiyor. Aksine mideye haddinden fazla yük bindirmek, işlevlerini icra ederken zorlanmasına neden olmak ve nihayetinde fiziksel açıdan kalitesiz saatler geçirmek demek oluyor. Bu bakımdan sahur sofrasında önceliğimiz açlığa daha dayanıklı olunacağı yanılsaması ile daha fazla yiyecek tüketmek değil, besin değeri yüksek ve mideyi rahatsız etmeyecek yiyecekleri tercih etmek olmalı.
Sözünü ettiğimiz türden bir sahur sofrasında örneğin bir-iki dilim tam buğday ekmeği ile çorba, içerisinde birazcık et de olması mümkün sebze yemeği, bol miktarda yeşillik ve yoğurt gibi hafif gıdalar olabilir. Yine aynı şekilde bir parça peynir ile birkaç zeytin, haşlanmış yumurta, maydanoz, tere, kuzukulağı ya da dereotu türünden çeşitli yeşillikler de işimizi görecektir. Öte yandan belki bir yemek kaşığı bal yahut azıcık reçel de enerji vereceği için tercih edilebilir. Elbette yeterli miktarda su içmek de çok önemli. Mideyi olabildiğince yiyecek ile doldurarak kıvranmak yerine bol su da içerek rahat ve hafif bir sahur yapmak hem kolay bir oruç tutmamızı sağlayacak hem de güç içerisinde daha kaliteli zaman geçirmemize katkı sunacaktır. Sahuru bu şekilde yapmak görece kolay da sayılabilir. Çünkü sahur vaktinde insan yemeğe iftar sofrasında olduğu gibi de odaklanmayacak, akşamdan beri midesinde bir çeşit besin trafiği olduğu için yiyeceklere iftar sofrasında olduğu kadar iştahlı da olmayacaktır.
İftar sofrasının dayanılmaz çekiciliği
Gün boyu süren açlığın ve dengesi sarsılan kan şekerinin ardından oturulan iftar sofrası biraz tehlikeli, onu belirtelim. Çünkü hem fiziksel ve psikolojik olarak açlığımızı dindirmeye koşullanmış durumda olacağız, hem de soframızdaki lezzetli yiyecekler bizi yeme konusunda olabildiğince teşvik edecek. Eğer dengeli olmazsak, gereğinden fazla yemek yememiz büyük olasılık ve psikolojik olarak özellikle de top atıldıktan sonraki ilk yarım saatte irademizi kontrol edebilmemiz gerekiyor. Bir kere şunu hep aklımızda tutalım: Lezzetli bir yiyecekten üç kaşık yemek ile otuz kaşık yemek arasında alacağımız haz bakımından pek bir fark yok. Bir dilim baklavanın verdiği lezzet ile bir tabak baklavanın vereceği lezzet arasında mahiyet farkı bulunmuyor, ikincisinin fazladan getireceği tek şey ağırlık ve mide rahatsızlığı. Orta vadede ise gereksiz kilolar. Eğer bu mantığı mihenk noktası edinmeyi başarabilirsek işimiz kolay. Hem iftarımızdan büyük bir keyif alacağız, hem de yemeyi gerçek bir sağlık şölenine dönüştürebileceğiz.
Kendimizi bu şekilde psikolojik olarak iftar yemeğine hazırlayarak orucumuzu örneğin su ya da bir hurma ile açtıktan sonra çorba ile yemeğe başlayabiliriz. Gün boyu sakin ve telaşlı bir şekilde bekleyen midemiz kendisini cezalandırmak gibi bir düşüncemiz olmadığını anlasın ve yiyeceklere merhaba desin. Çorbadan sonra biraz ara vermek en iyisi. Yerimizden kalkıp oturma odasına geçebilir, bu sırada bir süre televizyondaki iftar programını da izleyebiliriz. Midemiz biraz sakinleşti, ana yemeğe artık hazırız. Ağır ağır çiğneyeceğimiz bir porsiyon sebzeli et yemeği, belki birkaç kaşık bulgur pilavı, mevsim salata ya da yoğurt gayet yerinde bir tercih. Sonra biraz daha ara ve ilerleyen saatlerde ölçüyü kaçırmamak kaydıyla taze meyve, hatta belki küçük bir porsiyon sütlü tatlı (güllaç) da olabilir. Bu arada bol bol su içmeyi de ihmal etmememiz, şerbetli tatlılardan ve haddinden fazla yağlı şeylerden uzak durmamız gerektiğini belirtmeye sanırım gerek yoktur. Çok mu canımız çekti? Tamam, belki küçük bir dilim olabilir, ama fazlası gereksiz. Ne fazladan bir lezzet, ne de ayrıca bir gıda verecek çünkü. Mümkünse ekmek de yemeyelim. Mutlaka yememiz gerekiyorsa bir dilim tam buğday ekmeği işimizi görür. Evet, şimdi gönül rahatlığıyla çayımızı içebilir (bitki çayı da harika gider bu arada), kahvemizi keyifle yudumlayabilir, evimizin çevresinde kısa bir yürüyüşe çıkabilir veya Teravih namazına katılmak için camiinin yolunu tutabiliriz. Günü kazasız bir şekilde tamamlamak gibisi var mı?
Kısa Ramazan tarifleri
Falafel köfte
Daha önce suda beklettiğimiz ve haşladığımız nohutlarımızı iyice kuruttuktan sonra rondodan geçirelim. Ardından çekilmiş nohutlarımızın yarısını rondodan çıkararak bir yoğurma kabının içerisine koyalım. Rondoda kalan kısmın üzerine maydanoz, sarımsak, soğan ve elbette yeşil soğan ekleyerek rondomuzu yeniden çalıştıralım. Karışımımızı yoğurma kabındaki çekilmiş nohutlarımızın üzerine dökelim, un ve baharat da ilave ederek yoğuralım. Elde ettiğimiz harçtan köfteler yuvarlayalım ve hazırladığımız köfteleri buzdolabına koyarak aşağı yukarı bir saat civarında dinlendirelim. Ardından dolaptan çıkartarak kızartalım. Dilersek tahinli sos ile de servis edebileceğimiz falafel köftemiz hazır. Afiyet olsun.
Kereviz sapı çorbası
Kereviz saplarımızı güzelce yıkadıktan sonra bir güzel kıyalım ve kızgın yağda biraz kavuralım. Ardından üzerine biraz un ekleyerek bir beş dakika daha kavurmaya devam edelim. Suyunu eklediğimiz kavrulmuş kerevizlerimiz kaynarken biz de diğer yandan ayrı bir kapta yumurta sarısı ve limon suyu eklediğimiz yoğurdumuzu iyice çırpalım. Kaynamış kereviz suyumuzdan biraz alıp karışımızın üzerine dökelim. Biraz soğuduktan sonra çorbamıza ilave ederek hızlı bir şekilde karıştıralım. Bu sırada dilersek blenderımızı da kullanabiliriz. Biraz daha kaynatalım ve tuzunu ekleyerek ocaktan alalım. Harika bir kereviz sapı çorbamız oldu. Hem lezzetli hem de sağlıklı. Afiyet olsun.
Smothie
Bir miktar muz ve çileği, biraz yulaf ezmesi, chia tohumu ve badem ezmesi de ekledikten sonra içine şeker koymadan bir güzel blenderımızdan geçirelim. Hem şekersiz ve sağlıklı, hem fazlasıyla hafif ve lezzetli, doğrusu tam da Ramazan ayına uygun harika içeceğimiz hazır. Afiyet olsun.