L. Çelik: Atatürk’ün ölümünden bu yana 84 yıl geçti. Yıllar geçse de üzerinden saygımız, minnetimiz hiç azalmadı; özlemimiz katlanarak arttı. 84 yıla rağmen özlem nasıl hep taze kalıyor?
Neslihan Durak: Dünya tarihinde milletlere yön veren bazı liderler var ki yaşadıkları dönemin üzerinden yüzyıllar geçse de fikirleriyle, icraatlarıyla ve vizyonlarıyla bugün hala adlarından söz ettirmektedirler. Türk tarihi boyunca adeta dünyaya marka olmuş pek çok lider adını bugün bile yaşatmaktadır. İşte bunlardan biri de sadece Türk Milletinin değil XX. yüzyılın markası olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Dünyanın en büyük kültür ve medeniyet devleti olan Osmanlı İmparatorluğunun misyon ve vizyonu ile yetişmiş olan Mustafa Kemal Paşa, büyük bir Türk bilgesi olarak ömrünü Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulması için vakfetmiştir.
L. Çelik: Atatürk, Selanik’te doğup büyüdü. Selanik, Atatürk için neyi ifade etmekteydi ve önemi neydi?
Neslihan Durak: Elbette ki bütün insanlar için olduğu gibi Atatürk için de doğduğu yer olan Selanik çok önemliydi. İlk hayalleri, idealleri, çocukluk yıllarında karşı karşıya kaldığı acıları ilk burada tatmıştır. Savaşlar biter, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulur, Atatürk içinde Selanik geçen bir kitabı okurken derkenar düşer: “Bir gün Selanik de alınacak.” Bu cümleden de anlaşılacağı üzere ideallerinin pek çoğunu gerçekleştirmiş olsa da Selanik onun içinde hala bir ukdedir. Nitekim onun daha sonra Mustafa Kemal Atatürk olmasında doğduğu bu şehrin önemi büyüktü. Selanik’in alınması hep hayaliydi, ancak Selanik’i alamamışsa da bize çok güzel bir ülke bağışlamıştır.
L. Çelik: Atatürk’ün liderlik ve yönetim anlayışı nasıldı?
Neslihan Durak: O, dünya milletleri içerisinde esir milletlere de yön vermiş, umut kaynağı olmuş bir liderdir. Atatürk aynı dönemde yaşadığı Lenin gibi milletlerin kaderini komünizm zulmüne hapsetmediği gibi, Mussolini, Hitler veya Stalin gibi milyonlarca insanın katline sebep olmamıştır. Atatürk hem asker, hem devlet adamı kimliği ile bir liderde bulunması gereken tüm kişilik özelliklerine sahipti. Bir devlet adamı olarak hiçbir işe küçük bir iş diye bakmaz, hemen her işle ilgilenirdi. Atatürk’ü askeri yönden bir deha olarak gören yabancı liderler onun askeri dehasını tanımlarken cesaret, seziş yeteneği, sabır, zamanlama, şaşırtma, gerçekçilik ve kararlılığı karşısında hayranlıklarını gizleyememişlerdir. Onun sözleri bu duruma en iyi örnektir: “Bir adam ki, büyük olmaktan bahseder, benim hoşuma gitmez, büyüklük odur ki; hiç kimseye eğilmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, memleket için hakiki mefkûre ne ise onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Önüne sayısız engeller yığacaklar. Kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu engelleri aşacaksın. Ondan sonra da sana ‘büyüksün’ derlerse, bunu diyenlere güleceksin!” “Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri… … Fakat bu ihtiraslar yüksek mevkiler işgal etmek veya büyük meblağlar elde etmek gibi adi emellerin tatminine taalluk etmez (dayanmaz). Ben bu ihtirasların gerçekleşmesini vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da liyakatle ifa edilmiş bir vazifenin canlı iç rahatlığı verecek büyük fikrin başarısında arıyorum.”
“ATATÜRK, KAHRAMAN KADINLARIN BİLİNCİNDEYDİ”
L. Çelik: Cumhuriyet’ten sonra Türk kadınına çizilen rol ya da Türk kadının kazanmış olduğu profil çok farklı. Atatürk, modernleşme ve Türk kadını arasında nasıl bir bağlantı var? Bu konuyla ilgili neler söylemek istersiniz?
Neslihan Durak: Bir tarihçi olarak tarih boyunca bir toplumda kadının rolü ve önemine dair bir gözleme sahibiz. Bir toplumda kadın sosyal ve siyasi hayatın gerisinde ise o toplumun kalkınıp muasır devletler düzeyine yükselmesinden bahsetmek mümkün değildir. İçinde bulunduğu toplumu çok iyi tanıyan Atatürk, bunun şuurunda olmuştur. İstiklâl harbinde kadınların düşmana teslim olmamak için canlarını, mallarını feda edercesine nasıl bir mücadele içerisine girdiklerine bizzat şahit olmuştu. O sebeple yeni kurulan bu devletin her müessesine kadını dâhil etmek istemiştir. 3 Mart 1924 tarihinde Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile kadınlara erkeklerle eşit eğitim hakkı verilmiştir. 1926’da Medeni Kanunda Türk kadınına aile ve toplum içinde erkekle eşit haklar verilirken bundan sonraki yıllarda yeni haklarla Türk kadını toplumun en kıymetli üyesi olarak varlığını sürdürmektedir. Onun vermiş olduğu bu imkânlarla bugün Türkiye’de kadınlar çok önemli yerde görev yapmaktadır. Dünyanın pek çok ülkesinde kadınlar pek çok başarıya imza atmaktadır. Büyük bir tarih bilincine sahip olan Mustafa Kemal Atatürk, geçmişte güçlü olan Türk devletlerinin tamamında kadının sosyal ve siyasi hayatın içinde görev ve sorumluluk aldığının bilincindeydi. O sebepledir ki Türk kadınının bu gücünün yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletine güç katacağını bilmekteydi. Nitekim günümüzde bunun bilincinde olmayan milletlerin maruz kaldığı durumlara hepimiz şahitlik etmekteyiz.
L. Çelik: Atatürk tarafından kaleme alınan ve baş eser niteliği taşıyan “Nutuk” nasıl oluşturuldu? Bununla ilgili bilgi verebilir misiniz?
Neslihan Durak: Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bütün dünya liderlerinin bilgisine sahip çok iyi okuyan biriydi. Anıtkabir’i ziyaret ettiğiniz zaman kütüphanesine baktığınızda kütüphanedeki o kitapların pek çoğu Almanca, Fransızca, Rusça. Bunların hepsini okumakla kalmayıp aynı zamanda kitaplara okuduğu dillerde derkenar düşerek konular hakkında fikrini beyan etmekteydi. Çok iyi bir okuryazar olduğu için tarihte büyük liderlerin çok önemli eserler kaleme aldığını görmüştür. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’la bunu taçlandırmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluş merhalelerinin yer aldığı bu eserle fikir ve düşüncelerini geleceğe aktarmayı hedeflemiştir. Nutuk bugün bizim için Türkiye Cumhuriyeti tarihi açısından, Türk dünyasının içinde bulunduğu şartlar açısından çok önemli bir kaynak teşkil etmektedir. Çünkü yazılmış olan bilgiler, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş safhasında Atatürk ve silah arkadaşlarının, Atatürk ve diğer fikir adamlarının yapmak istedikleri ideallerinin neler olduğunu ortaya koymak için kaleme alınmış olan o bütün bilgi ve belgelerin toplamıdır. Bu eseri aslında kaleme alınken Atatürk büyük bir titizlikle çalışmıştır. Atatürk’ün Nutuk’u nasıl yazdığını bir kerede birlikte çalıştığı köşkün kütüphanecisi Nuri Ulusu’nun anılarında şöyle bahseder: “Atatürk, köşkün büyük salonunun bir köşesinde hazırlattıkları bürosunda Nutuk’u hazırlama çalışmalarına günlerce devam etmişlerdir. Bu çalışmaların hepsinde beni yanında bulundurmuştu. Yazdıkları tabedildikten sonra yüksek sesle kendi kendine okuyarak bazı yerleri bana tashih ettirip düzelttirir ve tekrar son haliyle okurdu. Büyük Nutuk’u hazırlarken hiç mübalağa etmeden rahatlıkla söyleyebilirim ki otuz, otuz beş saat çalıştığımız olurdu.”
“ATATÜRK ŞİİRE ÇOK DÜŞKÜNDÜ”
L. Çelik: Atatürk sanata oldukça düşkündü ve sanat dallarından biri olan müzik Atatürk için farklı bir yere sahipti. Atatürk’ün müzik zevki nasıldı, neler dinlemekten keyif alırdı?
Neslihan Durak: Yaşamı boyunca, sanata, sanatçıya ve estetiğe verdiği önemi 1930 yılında aşağıdaki özdeyişi ile vurgulamıştır: “Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz, hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız.” Ayrıca insan ruhunun gelişimini düşünerek sanattan uzak bir ulus için “ Bir ulus sanattan ve sanatkârdan yoksunsa tam bir hayata sahip olamaz. Böyle bir ulus bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve hastalıklı bir kimse gibidir. Sanatsız kalan bir ulusun hayat damarlarından biri kopmuş” şeklindeki özlü tanımlamayı yapmıştır. Atatürk’ün bilim ve fennin yanında sanata verdiği önemi yansıtan öngörüsü ise şöyledir: “Bir ulus ki resim yapmaz, bir ulus ki heykel yapmaz, bir ulus ki fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o ulusun ilerleme yolunda yeri yoktur. Hâlbuki bizim ulusumuz, gerçek özellikleriyle uygar ve ileri olmaya layıktır ve olacaktır” Ayrıca, “güzel sanatların hepsinde, ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu yapılmaktadır. Ancak bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk müziğidir. Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, müzikte değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.”
Üzerinde yaşadığı vatanın kültürel değerleri ile Türk insanını bütünleştirmek isteyen Atatürk daha Cumhuriyet ilan edilmeden önce 14 ağustos 1923’te hükümet programında Milli Müzeler kurulması kararını almıştır. Bu yasadan sonra başta Ankara Anadolu medeniyetleri müzesi olmak üzere Anadolu’da pek çok müze kurulmuştur. Bu dönemde yapılan faaliyetlerden bir kaçını şöyle sıralayabiliriz. 1926 yılında Güzel Sanatlar Akademisi fındıklıdan çifte saraylardan birine taşındı. 1936’da Ankara devlet konservatuarı açıldı. 1935 yılında Dr. Ernst Praetorius Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nı kurmak üzere Ankara’ya getirildi. 1937 yılında Ata’nın emriyle Dolmabahçe Sarayı Veliaht dairesinde Resim ve Heykel Müzesi ilk defa açıldı. 1924’te Topkapı Sarayı müze haline dönüştürüldü. 1924’te Mevlana dergâhı ve türbesinin müze haline dönüştürülmesini emretti. Bu meyanda 1930 yılında: “Ecdadımız büyük imparatorluklar kurdukları gibi parıltısı uzaklardan fark edilen büyük medeniyetlerde yaratmışlardır. Bizim vazifemiz bunları aramak, incelemek, Türk dünyasına ve cihana kazandırmaktır” diyerek toprak altı ve üstündeki sanat eserlerine de ne denli duyarlı baktığını ortaya koymuştur. Ulus bütünlüğünün kültür ve uygarlık birliğinde olduğunu bilen Atatürk 1930’larda ulusal kazıları başlatarak sanatçılar için bilgi birikim demek olan müzelerimizi zenginleştirecek hazineleri çoğaltmayı amaç edinmiş ve yaşadığımız topraklardaki hazineleri gün ışığına çıkartmıştır. Şiiri ve edebiyatı sevdiğini söyleyen Atatürk’ün, özellikle Fransızca’dan şiir çevirileri yaptığı, Cumhurbaşkanı olduğu dönemlerde, bir askerin ölümünün oluşturduğu duyguları anlatan “Mersiye” (ağıt) kaleme aldığı bilinmektedir. İlk Türk operasının hazırlanması için ünlü müzisyen Adnan Saygun‘u görevlendiren Atatürk, Cemal Reşit Rey‘e de ilk konservatuvarı kurdurmuştur. Türk müziğinin akademik altyapısının da güçlü olması gerektiğine inanmış ve eğitim amacıyla genç Türk müzisyenlerini yurt dışına göndermiştir. Bu müzisyenler, geri dönüşlerinde Türkiye’ye dağılarak Türk müziğinin ve dolayısıyla Türk sanatının kalkınmasını sağlamışlardır.
L. Çelik: Atatürk’le ilgili yapılan filmler var. Sizce bu filmler Atatürk’ü ne kadar yansıtıyor?
Neslihan Durak: Yapılan filmlerin elbette eksiklikleri olabilir. Ancak yapılması muhakkak daha niteliklilerin yapılmasına imkân sağlayacaktır. O sebeple elbette yapılmalı. Bugün Amerika’da, Vietnam’la ilgili yüzlerce film yapılıyor. Bunların pek çoğu kötü olabilir, yanlış olabilir ama onlar o durumu unutturmamak için pek çok film yapıyor. Atatürk için elbette yapılanlardan eksik olanlar var ama çok da güzel başarılı filmler yapılmaktadır. Bundan sonra tabi teknoloji daha da ilerlediği için daha iyi filmlerde yapılacağına inanıyoruz. Atatürk’ü ne kadar kitaplarla, filmlerle, belgelerle anlatsak azdır.
L. Çelik: Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Neslihan Durak: Ceddimiz tarih boyunca büyük liderler yetiştirmiştir. Bunlardan biri de bize bağımsız, güçlü, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’tür. O, tarihe yüzyıllarca yön vermiş, pek çok millete kucak açmış, üzerinde yaşayan kurdun kuşun hakkını gözetmiş olan büyük bir imparatorluğun son askerlerindendir. Tarih boyunca Türkler içinde bulundukları dönem ve şartların imkânları çerçevesinde her daim hür, bağımsız devletler kurmuşlardır. Malumunuz olduğu üzere XX. yüzyıl dünya genelinde yeni yapılanmaların olduğu bir devir olmuştur. Osmanlı’dan Hindistan’a kadar dünyanın pek çok yerinde siyasal hareketler zuhur etmeye başlamıştı. Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşları bu şartlar altında Osmanlı İmparatorluğunun daha fazla varlık gösteremeyeceğini anlayınca milletin birliği, devletin bağımsızlığı için büyük bir mücadeleye girmişlerdir. Nitekim kendisine inananlarla birlikte, büyük yokluklar içinde Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmayı başarmıştır. Kısa sürede Türkiye Cumhuriyeti Devletini muasır devletler seviyesine ulaştırmayı başaran Mustafa Kemal Atatürk’ün bu başarıları zaman zaman yersiz ve haksız bir kısım dedikodulara maruz bırakılmaktadır. Öncelikle o büyük liderin bir insan olduğunu unutmamak gerekir, yaşadığı zorlu mücadeleler sırasında elbette ki bazılarının tasvip etmediği fiil ve eylemlerde bulunmuş olabilir. Fakat bugün dünya da tarih de biliyor ki; o büyük bir kahramandı. Onu hep rahmetle, minnetle yâd ediyoruz. Küçük bir hatıra ile sözlerime son vermek istiyorum. Kendi ailemden, büyük annemden bir hatıramız var. Muhtemelen XX. yüzyılın başlarında ülkemizin zorlu yıllarında Yeşilyurt’ta doğan büyükannemiz bizi çocukluğumuzda etrafına toplar ve bizim için çok ilginç gelen o yılları anlatırdı. Anlattıklarından biri de Atatürk ile alakalıydı. Büyükannem ve onun akranları Kemal Paşa derlerdi: Büyükannem Kemal Paşa’yı gururlu ve hüzünlü bir ses tonuyla anlatırken şöyle derdi: “Duyduk ki Kemal Paşa vefat etmiş, biz o gece bütün Yeşilyurt’ta çıraları yaktık, sabaha kadar ağıtlar yaktık. 40 gün 40 gece ona Hatim-i Şerifler, Mevlid-i Şerifler, Yasin-i Şerifler okuyarak ruhuna bağışladık.” Ona derdik ki; “Size ne bağışladı, ne yaptı Kemal Paşa?” Büyükannem “O bize vatan bağışladı, biz o geldikten sonra rahata eriştik.” derdi. O sebeple ben bugün hepimiz adına Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının, bugün vatanımızı korumak için canlarını feda eden gençlerimizin, şehitlerimizin, yiğitlerimizin ruhları şad olsun diyorum. Onları rahmetle, minnetle anıyoruz. Biz onlara çok büyük şey borçluyuz. Biz bugün eğer bu kadar konforla, bu kadar rahat yaşıyorsak, bu güzel stüdyolarda dirliğimizi, birliğimizi, varlığımızı konuşabiliyorsak onlara borçluyuz. Bütün ceddimize rahmetle, saygıyla, minnetle yâd ediyorum, ruhları şad makamları cennet olsun inşallah.
Röportaj: Leylanur Çelik