Necati Güngör
[email protected]
BİR ZAMANLAR MALATYA...
10 Mayıs 2024 15:13Yeni açılan o geniş caddeleri, caddeler boyunca yükselen beton binaları, yitirilmiş, tüketilmiş doğal güzellikleriyle son yıllarda birbirimize ne denli yabancılaşmış olsak da, Malatya, çocukluğumu ve ilk gençlik çağımı bıraktığım masal ülkesidir benim için. Her taşı, her karış toprağı söylencelere konu olmuş bir beldedir o. Beydağı’nda uyuyan ermiş, nice bin yıldır, Malatya Ovası’nın altın sabanla sürüleceği günü bekler sonsuz umutlar içinde. Her bahar ayında bu umutla gözlerini yeniden açar, sonra yine uykulara varır…
Yetmişli yılların eşiğindeydik; sırtımızda ora işi bir köynek, başımız üstünde malum kavak yelleri ve gençlik şarkılarımızı ıslıkla çalarak terk-i diyar eyledik… Ardımızda –geri döneceğimiz günü bin umutla bekleyen– ak saçlı babamız; gün olacak umutsuzluğa yenik düşecek, “müebbet” uykular içinde kara toprağa göçecekti.
Evet, Malatya dediniz de, yüreğimin bir yanında o hep için için kanamış olan yaraya dokunuverdiniz birden… Kırklı yılların sonunda bu topraklarda açmışım gözlerimi dünyaya. Ellili yıllar çocukluğuma, altmışlı yıllar ilk gençlik çağıma denk gelir.
Yalın ve yoksul yıllardı 1950’li yıllar… Yoğun bir İsmet Paşa sevgisi, vazodaki çiçekler gibi, yoksul evlerin başköşelerine kondurulmuştu! İsmet Paşa’nın kahramanlık öykülerini, kutsanmış söylenceler gibi dinlerdik büyüklerden… Hele İsmet Paşa’nın Malatya’ya gelişinde, yüzlerce atlının, arabaların, faytonların, binlerce yayanın onu karşılaması, yüzünü görmesi, sesini duyması, ne bitmez tükenmez bir söylence kaynağıydı, kimseler bilemez! Artık çocukların doğum tarihleri, adeta Milat gibi, İsmet Paşa’nın Malatya’ya gelişinden önce ya da sonra diye belirlenirdi. Öylesine tarihsel bir olaydı Malatyalılar için. Bir dönemin kapanıp bir dönemin açılması gibiydi…
Yoksuldu kentimiz; elektrik ve suyun bulunduğu evlerin sayısı pek fazla değildi. Hele lambalı radyoların şenlendirdiği ev sayısı parmakla gösterilecek kadar azdı. Belediye sınırları içinde bile parke taş döşeli, temiz pak sokaklardan geçme şansınız yoktu. Yazın toz toprak içinde, kışın çamurlu yollardan gidip gelirdiniz. Yine de bunca yoksulluğa inat, kendince bir zenginliği vardı Malatya’nın. Cadde ve sokaklarından, şimdiki gibi saniyede birkaç otomobil geçmezdi de, şakırtılı koşum ve nal sesleri yankılanan çift atlı faytonlar geçerdi bin bir çalımla… Adım başına bir beton dikite rastlayamazdınız da, çatıları kırmızı kiremitli, çıkartmalı, avlulu, bahçeli, havuzlu, kuyulu, eyvanlı, sundurmalı, asma çardaklı, ambarlı, kış damlı, musandıralı, yer ocaklı, davlumbazlı, gömme dolaplı, tandır örtmeli, ahırlı, kümesli, kilerinin içinden soğutma amaçlı ark geçen, kapısı çift kanatlı, kapı önünde binek taşı bulunan, salkım söğütler ve servi kavaklar ve dalları meyveden kırılan türlü ağaçlar arasında bir tablo güzelliğiyle gülümseyen evler sıralanırdı mahalle mahalle…
Yaz akşamlarında avlulardan zeytinyağında kızartılmış ya da maltızda közlenmiş, tellere geçirilip fırında pişirilmiş patlıcan, biber kokuları taşardı dört bir yana… Şehriyeli, mercimekli, domatesli, nohutlu, yarmacalı bulgur pilavı tavasının çevresinde tahta kaşıklar dizilirdi.
Avludaki, bahçedeki verimli dutlar sallanır, suyu kaynatılıp bulamacı komşulara dağıtılırdı. Bakımlı, perdahlı, temiz toprak damlarda, kardan ak hilatlar üzerinde kaynamış buğday, tarhana, bastık, kesmece kurutulur; kalaylı bakır kaplarda domates, erik salçası, dut pekmezi, türlü meyve reçelleri demlendirilir, doğranmış pirpirim, bakla, erişte serilip kurutulurdu. Eylül ekim aylarında kapı önlerinde, avlularda meşe odunları kırılır, küplere peynir, kavurma, turşu, aş yağı basılır, kışa hazır edilirdi. Çatılarda iplere geçirilmiş biber, patlıcan, salatalık külahı kurutulurdu. Kasım geldiğinde torba sucuklar asılırdı.
Serin güz akşamlarında avluda, eyvanda, balkonda, sundurma altında masallar, bilmeceler, mâniler eşliğinde buğday ayıklanır, kayısı çekirdeği kırılır, yarmaca çekilirdi. Ardından değirmene kalkılır, konu komşunun elbirliğiyle tandır ekmeği, bilik pişirilir, ambarlara yerleştirilirdi. Bütün bir güz mevsiminde, kentin tüm insanları, adeta karıncalar gibi çalışır, özellikle kadınlar, kızlar, gelinler, yaşlı analar üretir, pişirir, kotarırlardı kışlık yiyecekleri. Bahçelerde halılar dövülür, havuz başında kilimler yunar, kış odalarına serilirdi. Sonra bütün bu yorgunluğu üzerinden atmak üzere bohçasını, kildanlığını hazırlayıp faytonlara kurulur, hamamın yolunu tutardı kadınlar…
Herkes kendince, uzun, karlı kış mevsimini karşılamaya hazırlanırdı böyle. En yoksul evlerde bile tavana asılı sele içinde tandır ekmeği, birkaç torba zahire bulunurdu.
Kışları soğuk ve karlı olurdu Malatya’nın. Karlar adam boyunca yağar, günler, haftalarca kalırdı yerde. Bir sabah uyanırdınız ki, odanızın camları karla kapanmış; kapınız karla kapanmış. Her şey, her yer bembeyaz olurdu… Damların üstü, yollar, ağaçlar karla örtülü. Damlar çökmesin diye kürelenir, loğlanır, tuz ve samanla berkitilirdi. Çocuklar, boylarını aşan kardan tüneller içinden geçerek okula giderdi. Eve döndüklerinde, akşama yemek yetiştirme telaşındaki annelerinden azar işitirlerdi: Ya çizmesini hor kullanmıştır, ya çantasını kızak yapıp kaymıştır, ya üstü başı kartopu oynarken ıslanmıştır. Yahut böylesi bir soğukta alı al, moru mor terlemiştir. Annenin söylenmelerine kulak tıkanarak bir kedi sessizliğiyle içeri girilir, gürül gürül yanan odun sobasının ya da üzeri küllenmiş mangal ateşinin yanı başına geçilirdi. Dedik ya, annelerin telaşlı saatleridir; akşam erken inmektedir; sizinle fazla ilgilenemez. O, ya lahana köftesinin suyunu kaynatmakla meşguldür, ya ekşili köfte için ıspanak doğramakta, ya da erik salçası çıkarmak için kilere gitmiştir. Belki de ıspanaklı dolma köftesinin hamurunu yoğurmaktadır özene bezene. Hamur leğeninin dışına bir bulgur tanesi bile taşırmadan…
Annelerin o çevresini duymaz işitmez telaşlı hallerini, bir ramazan ayında görürdünüz, bir de bayram arifesinde…
Ah, bayramlar, evet!
Bayramlar bir başka mutluluk kaynağıydı çocukluk yıllarımızın… Kernek’te, Derme Suyu’nun hemen yanı başında, daha sonraları Beşkonaklar civarında, Küçük İstasyon’un yakınlarında dönme dolaplar kurulurdu. Baloncular, dondurmacılar, bonbon şekerciler, pamuk şekerciler, un kurabiyeciler, pandispanyacı ve tavuk sütü satıcıları, Kars gazozu, şam tatlı satıcıları kaynaşırdı; o “iğne atsan yere düşmez” kalabalık içinde. Geveze kuşlar gibi boyuna cıvıldaşır dururdu satıcılar. Uzun yollar yolcusu bir kağnı gibi gıcırtıyla dönerdi ahşap dolap. Dolabın meraklıları, çocuklardan çok, çocukluğunu yaşayamamış büyükler olurdu.
O dönemde bize büyümüş gibi görünen insanlarımızın başka ne eğlencesi vardı ki… Radyolu kahvelerde zaman öldürmek ya da içkili aşevlerinde alkolün küpüne girip, çılgın naralar atıp mahalleyi ayağa kaldırarak evine dönmekten başka?
Ha, bir de sinemaları vardı Malatya’nın… Yazlık ve kışlık sinemaları. Ankara Sineması, İstanbul Sineması, Şehir Sineması, Şark Sineması, Yeni Melek Sineması, Pınar Sineması ve Renkli Sinema… Daha sonraki yıllarda açılan Can Sineması, Ar Sineması, Büyük Sinema…
Bütün bu sinemalarda, kâh hayatını hırsızlıkla kazanan temiz kalpli delikanlının talihsizliğine yanılır, kâh sevdiğine ulaşamadan ölen gelinlikli genç kızın karayazısına ağlanır; kâh birkaç saniyelik ateşli bir öpüşme sahnesi için aynı film dört kez üst üste seyredilir; ama her zaman iyilerden yana kötülere karşı olunurdu…
Bizim ilde sinemaların altın çağı altmışlı yıllardı. Hemşerilerimizin sanata, edebiyata, siyasete, düşünceye karşı ilgisinin de arttığı yıllar... Terzi ve berber dükkânlarından, avukat yazıhanelerine, tabip muayenehanelerine, kahvehanelerden, lokallere kadar hemen yerde gündelik politikadan felsefeye, ekonomiden dinsel konulara, her şeyin konuşulup tartışıldığı bir dönemdi. Her caddede bir kitapçı dükkânı açılmış, Malatyalılar sürekli okur olmuştu. Kışla caddesi üzerinde sıralanan yerel gazete bürolarında toplanan aydınlar, yurt ve dünya sorunları üstüne yazıyor, çiziyorlardı. Kente gelen tiyatro grupları dopdolu salonlara oyun oynamanın keyfini çıkarıyordu. O yalın taşra kentinin görünmez derinliklerini oluşturuyordu bu kültürel gelişim. Ne çok gazete, dergi yayımlanıyordu o yıllarda! Saymakla bitmez.
O yıllarda kentin düşünce, sanat, siyaset ortamına renk katan Dr. Muzaffer Hacıhasanoğlu’nu, Fehmi İshakoğlu’nu, Sadık Özen’i, Ziya Oykut’u, Vecihi Timuroğlu’nu, Hayrettin Abacı’yı, Erkan Yücel’i, Avni Gebeş’i, Niyazi Gökçe’yi, Hacı Tonak’ı, Nedim Şahhüseyinoğlu’nu, Kütüphaneci Hasan Kalender’i, Lütfi Kaleli’yi, Terzi Kadir Usta’yı, Berber Ata Usta’yı, Terzi Alaettin’i, Çekmegil’i, Celal Yalvaç’ı, Bakkal Necdet’i, Kâğıtçı Nail’i, Hamamcı Ünal Nebioğlu’nu, Münir Doğan Baloğlu’nu… ve daha nice hemşerimizi anmadan geçmek ne mümkün?
Bilmem ki hâlâ, İsmet Paşa öldü diye dövünüp gözyaşı döken yaşlı kuşakların şehri midir Malatya? Orta yerinden efsanevi Deyr-i Mesih Suyu'nun aktığı, baharla birlikte kırlara sultan nevruz çiçeği toplamaya çıktığımız, ağustos ayında buz gibi soğuk dere sularında yıkandığımız, komşu bahçelerinden baldan tatlı erikler, kayısılar, şamşeftalileri aşırdığımız, Kernek Parkı’nda Sami Kasap’ın içli sesinden gazeller dinlediğimiz ve bir kez olsun ay yüzünü görelim diye o masal kuşu sevgililerin penceresi altından gece boyunca belki yüz kez geçtiğimiz baba toprağımız, ana yurdumuz mudur orası hâlâ?
Yaz boyunca parklarında dansözler, pazar yerlerinde cambazlar oynayan, o çocukluğumuzun rüya kenti midir? Havuzlu Kahvede çalınan gramofonda Malatyalı Fahri’nin hüseyni türküsü dinleniyor mu hâlâ? Çarşının orta yerinde yükselen Yeni Cami’nin serin gölgeli avlusunda işsizler ve yaşlılar vakit öldürürken, güvercinler dolaşıyor mu çevrelerinde bilmem? Eski Saman Pazarı’nda tellallar “sağlam muhayyer” taban halıları satıyor mu haraç mezat? Ermeni ustalar, Demirci Pazarı’nda örse çekiç sallıyor mu acep? Anlatın ne olur! Şark Sineması’nın önünde “Ezo Gelin” filmini görmek için insanlar birbirlerini eziyor mu? Kayısı deren delikanlı, komşu bahçedeki yavuklusu dinlesin diye türküler söylüyor mu hâlâ? Banazı’dan üzüm, Tecde’den kiraz, Akçadağ’dan al yanaklı armutlar geliyor mu çarşı pazara? Arasta’da buğday çuvalları dağ gibi yığılıyor mu, hasat mevsimi sonrasında? Ders kitapları arasına gizlenmiş aşk şiirlerini okuyan kızlar geçiyor mu şimdi Kanalboyu’ndan? Kim bilir?
Çocukluğumuzu gençliğimizi ardımızda bırakıp da yürüdüğümüz o masal kent duruyor mu yerli yerinde, söyleyin bana! Malatya, o, anılarımızda dün gibi yaşayan Malatya mıdır? Aradan geçen yıllar neler koparıp götürdü ondan? Söylemeye dilim varmıyor bunu. Hani ozanın dediği gibi, sanki bir peri suret görünmüş bize, sonra hayal olmuş!
Yorumlar (0)
Yazarın Diğer Yazıları
YETMİŞ YIL ÖNCE MALATYA DÜĞÜNLERİ
17 Kasım 2024 15:13
MALATYA'NIN UNUTULMAZ İNSANLARI: BERBER ATA YILDIRIM
03 Kasım 2024 15:13
TANDIR EKMEĞİ
27 Ağustos 2024 15:13
GÜLE GÜLE RENKLİ SİNEMA!
14 Ağustos 2024 15:13
ATINI, KURT ÇEMBERİNDEN KURTARAN ÇOCUK
13 Nisan 2024 15:13
MALATYA BİR ZAMANLAR NEDEN GÜZELDİ?
24 Mart 2024 15:13
AHMET MEKİN KAYGILIYDI
12 Ocak 2024 15:13
Gazetecilik Aşkı Yüzünden öğrenimi yarıda kaldı
24 Kasım 2023 15:13
BİR ZAMANLAR MALATYA EVLERİNDE SÜT, YOĞURT, PEYNİR ÜRETİLİRDİ...
05 Ekim 2023 15:13
ŞU BİZİM KASAPLAR ÇARŞISI
21 Ağustos 2023 15:13
MEHMET ALİ KELLECİ'Yİ YİTİRDİK!
27 Haziran 2023 15:13
HIDIRELLEZDE DİLEK TUTARDI MALATYALILAR
06 Mayıs 2023 15:13
MALATYA'NIN YETİŞTİRDİKLERİ... TAHİR ABACI
05 Kasım 2022 15:13
GÜRÜNLÜ ÇOCUK
18 Temmuz 2022 15:13
HIDIRELLEZDE DİLEK TUTARDI MALATYALILAR
07 Mayıs 2022 15:13
HEKİMHAN'DA BİR GAZETECİ...
03 Nisan 2022 15:13
MALATYADAN İSTANBUL SARAYLARINA: UDÎ NEVRES BEY
27 Şubat 2022 15:13
HİKÂYE YAZIYORSUN YA...
27 Şubat 2022 15:13
MALATYA'DA ANLATILAN TARAKLIKUŞ SÖYLENCESİ
05 Ekim 2021 15:13
ATATÜRK MALATYA'DAN DÖNDÜKTEN SONRA
17 Ağustos 2021 15:13
ESKİ YAZLARDA MALATYA
10 Ağustos 2021 15:13
9 YIL SONRA ASLANTEPE, UNESCOYA GİRDİ
27 Temmuz 2021 15:13
MALATYA'NIN UNUTULMAZ İNSANLARI: ÇİLİNGİR YAKUP USTA
07 Mart 2021 15:13
MALATYA'DA ESKİ YILBAŞILAR
31 Aralık 2020 15:13
İSTANBUL'DA ÖĞRETMENLERİMLE
29 Aralık 2020 15:13
Güle Güle Renkli Sinema
17 Aralık 2020 15:13
Bir Zamanlar Malatya'nın Gezgin Satıcıları
14 Kasım 2020 15:13
HEMŞERİLİK ÜZERİNE
05 Kasım 2020 15:13
ESKİDEN MALATYA'DA REKLAM NASIL YAPILIRDI?
24 Ekim 2020 15:13
SİNEK ÖLDÜRENE SİNEMA BEDAVA
21 Ekim 2020 15:13
MALATYA'DA ANNELERİN ÇOCUKLARINA SESLENİŞİ:
17 Ekim 2020 15:13
HAMİYET YÜCESES MALATYA'YA GELMİŞTİ
10 Ekim 2020 15:13
GAZETECİLİK MESLEĞİNİN PÎRİ LASTİK SAİT
06 Ekim 2020 15:13
NAİF MALATYA'MIZ
28 Eylul 2020 15:13
EVLİYA ÇELEBİ'NİN GÖZÜYLE MALATYALILAR
24 Eylul 2020 15:13
HÜRRİYET KAHRAMANI BİR GEYİK
18 Eylul 2020 15:13
ŞU BİZİM KASAPLAR ÇARŞISI
20 Ağustos 2020 15:13
MALATYA, DELİLERİNİ NEDEN SEVİYOR?
11 Ağustos 2020 15:13
AYAĞININ ÇARIĞIYLA EDEBİYATA GİREN ÇOCUK
27 Temmuz 2020 15:13
PİNGEL
02 Temmuz 2020 15:13
MALATYA OKULLARINDA SÜT TOZU ZORLAMASI
07 Haziran 2020 15:13
'ARKADAŞIM VE KARDEŞİMSİN'
03 Haziran 2020 15:13
NASILSA DANANIN KUYRUĞU KOPACAK...
13 Mayıs 2020 15:13
UYKUCULUĞU YÜZÜNDEN TİTANIC VAPURUNU KAÇIRMIŞTI
11 Mayıs 2020 15:13
HIDIRELLEZDE DİLEK TUTARDI MALATYALILAR
07 Mayıs 2020 15:13
MALATYA'DA ANLATILAN TARAKLIKUŞ SÖYLENCESİ
04 Mayıs 2020 15:13
BURADA BÜLBÜL AĞLAMIŞ...
02 Mayıs 2020 15:13
İSTANBUL'UN YÜKÜNÜ TAŞIYAN, ŞU BİZİM PÜTÜRGELİ HAMALLAR...
21 Nisan 2020 15:13
'MERSEDES KADİR' YA AKILLI OLSAYDI?
20 Nisan 2020 15:13
MALATYADA ÇAĞALAR NEYLE OYNARDI?
11 Mart 2020 15:13
Malatya da Söylenegelen beddualar
10 Mart 2020 15:13
BİZ O KATERİNA'NIN CEMAZİYELEVVEL'İNİ BİLİRİZ!
09 Mart 2020 15:13
Malatya Bir Zamanlar Neden Güzeldi?
04 Mart 2020 15:13
ESKİDEN MALATYADA HASTALIKLAR NASIL TEDAVİ EDİLİRDİ?
02 Mart 2020 15:13
MALATYA SANCAĞINDA BULUNAN HANLAR VE HAMAMLAR
21 Şubat 2020 15:13
ATATÜRK'ÜN YANINDAKİ ÜÇ MALATYALIDAN BİRİ: RUŞEN EŞREF ÜNAYDIN
16 Şubat 2020 15:13
YİRMİNCİ YÜZYIL BAŞINDA MALATYA DEĞİRMENLERİ
15 Şubat 2020 15:13
MALATYALILARIN KUMKAPI ÇIKARMASI
11 Şubat 2020 15:13
ADLARIN DA BİR HİKÂYESİ VAR
04 Şubat 2020 15:13
BABIALİ'NİN EVSİZLERİ
03 Şubat 2020 15:13
ELLİ YIL ÖNCE MALATYA DÜĞÜNLERİ
27 Ocak 2020 15:13