Atilla Kantarcı
[email protected]
RAMAZAN GELDİ HOŞ GELDİ
24 Nisan 2020 15:16
Bizim çocukluk ve gençlik yıllarımızda Ramazanlar şimdiye göre daha fazla coşkuyla karşılanırdı.
Şimdiki gibi beş yıldızlı otellerde, lüks lokantalarda sadece gösteriş için hepsi zenginlerden oluşan güruha iftar yemeği veren, sonradan görmeler, paranın şımarttığı sahte dindarlar, siyasete yatırım için bu mübarek günleri kullanan, insan müsveddeleri yoktu o yıllarda. Hele hele siyasi ve mevkisel ikballeri için devlet kesesinden fakir fukara tüm halkımıza ait olan parayı lüks otel lokantalarında harcayan ve bunları televizyon vasıtasıyla insanların gözüne sokan, siyasetçi, devlet memuru ve sivil toplum örgütleri başkanları hiç yoktu.
Belki Belediyelerin iftar çadırları da yoktu ama hayır sahibi insanlar kimseyi aç ve açıkta bırakmazlardı.
Evlerin büyük çoğunluğunun iftar sofrasında mutlaka bir iki ihtiyaç sahibi iftar açardı.
Sanıyorum hepinizin hatıralarını o çocukluk günlerindeki Ramazanlar süslüyordur diye düşünüyorum. En azından benim Ramazan anılarım hep o yıllara ait.
60 lı yıllarda mukabele için güneydoğu illerinden hafızlar gelirdi. Bu hafızlar Malatya ekabirlerinin evinde cüz okurlar, hane halkı da takip ederdi. Bunların birçoğu gerçekten mağdur ve yoksul insanlardı. Bunların toplanma yeri de Söğütlü Cami olurdu. Rahmetli babam, Söğütlü Cami müezzini Hüseyin Hocaya iftar saatinde camiye gelen garip guraba kim varsa bize getirebileceğini söylemişti. Rahmetli Hüseyin Hocada hayra vesile olacak olmanın vicdani huzuruyla çoğu akşam sekiz on kişiyi bizim eve getirir ve orucumuzu beraber açardık.
İftardan sonra misafirleri uğurlarken babamın yaptığı bir ritüel dikkatimi çekti:
Kapının dışında misafirlerini uğurlayan babam, misafirlerin cebine bir şey sıkıştırıyordu. Neden ellerine vermiyordu da ceplerine sıkıştırıyordu, neydi bu merak etmiştim.
Bunun "Diş kirası" denilen mükemmel bir gelenek olduğunu, el açarak veya uzatarak onların onurlarını zedelememek için ceplerine sıkıştırıldığını sonradan öğrenecektim.
Ne kadar mütevazı ve onurlu bir davranış değil mi.
Belediyelerin Ramazan eğlenceleri diye bir etkinlikleri olmazdı. Ramazan, ruhuna yakışır bir şekilde insanımız tarafından kutlanırdı.
Kadınlar, erkekler, gençler ve çocuklar kendi aralarında eğlence tertiplerler ve eğlenirlerdi.
İlk defa oruç tutmak isteyen ama tüm gün oruç tutamayacak yaştaki çocuklar için oruç öğle vaktinde açtırılırdı ve buna ‘Tekne Orucu’ adı verilirdi.
Tam gün oruç tutan çocuklar da, iftara yakın saatlerde büyükler tarafından sırtlarına alınarak gezdirilirlerdi.
İftarı haber veren sadece cami hopörlörleri değildi o yıllarda. Can kulağıyla atılacak topu ve Sümerbank’ta çalınan boruyu beklerdik.
Çocukken, iftarı yapar yapmaz kendimizi sokağa atardık. Mahallenin tüm çocuklarının toplanmasını bekler bu arada teravihi hangi camide kılacağımızı tartışırdık. Her zaman kazanan cami "jet imam" diye lakap taktığımız cami olurdu. Güle oynaya oraya gider namazı kılar biraz kıkırdar, büyüklerden fırça yer çıkardık.
Büyüyünce de çok bir şey değişmedi. Yine kaşığı bırakır bırakmaz kendimizi sokağa atardık. Mutlaka arkadaş gurubunun olduğu çay ocağına uğrar arka arkaya çayları yuvarlardık. Ardından teravihe giderdik. Hedef her gün bir camiye gitmekti. Otuz gün otuz farklı cami.
Teravih sonrası sohbet muhabbet bazan birkaç el oyun oynama derken sahur vakti gelir, Kabadayı Mustafa Dayının mis gibi kokan organik ekmeklerinden alır sahur için evin yolunu tutardık.
Kadınlar için de durum farklı değildi. Onlarda her akşam bir komşuda toplanır, ilahiler eşliğinde teravih namazlarını kılar, çaylarını içer, tatlılarını yer güzel sohbetler ederlerdi.
Hayır yapma duygusu bu ayda zirve yapardı. Genel olarak insanlar zekat hesabı için bu ayı başlangıç aldıklarından insanlar adeta hayırda yarışırlardı.
Beni en çok etkileyen bir hayır türlerinden Ramazan’ın en güzel geleneklerinden olan ve Osmanlı’dan süre gelen “Zimem Defteri” denilen bir olaydı.(Zimem defteri: Veresiye defteri)
İnsanlar arasında güven ön planda olduğu için, mahalle bakkalına çok güvenilirdi, zaten bakkal aileden biri sayılırdı.
Hayır yapacak olan kişi bakkala gelir, "hele şu defteri aç bakalım" derdi. Borçlular arasından en fazla ödeme güçlüğü çeken bir kaç kişi seçilir ve onların bakkala olan borçları ödenir, defter tamamen silinirdi veya durumu daha iyi olan hayırseverler komple bütün defteri satın alır ve yırtarlardı.
Haa önemli bir nokta borcu ödenene borcun kim tarafından ödendiği asla söylenmez, bir hayırsever denirdi.
İnsan onuruna önem verildiği, insanların da onurlu olduğu günlerdi.
Diyorum ya eski bana göre çok güzeldi,
Maalesef bu yıl Ramazan ayı ve dahi bizler korona illetinden dolayı çok mahsunuz.
Mübarek Ramazan ayı ülkemize sağlık getirsin inşallah.
Aynı günlere denk gelen TBMM nin açılışının 100. yılı, 23 Nisan Ulusal Eğemenlik ve Çocuk bayramı ve Ramazan ayımız kutlu olsun.
Koronasız ve sağlıklı nice 100 yıllara...