ALTIN
 3.022,60
DOLAR
 34,3205
STERLİN
44,5531
EURO
 37,4161

Siyasilerin, yerel yöneticilerin sık sık söylediği “Malatya’yı yeniden ayağa kaldıracağız”, “Malatya eskisinden daha güzel olacak”, “Bu felaketin altından hep beraber kalkacağız” gibi klişe sözlerin gerçekliği üzerine biraz kafa yoralım.

Malatya nasıl eskisi gibi olacak? Bu mümkün mü?

Malatya’yı yeni baştan fiziki olarak daha düzenli ve estetik olarak planlamak ve sıfırdan inşa etmek “Malatya eskisi gibi olacak” demek midir?

Sorun sadece fiziki yapılanma ise, evlerimizin, işyerlerimizin, ibadethanelerimizin yeniden ve daha sağlam yapılması ise bu doğrudur. Malatya yeniden ayağa kalkmış demektir. O zaman siz şehri sadece fiziki bir yapı olarak telakki ediyorsunuz demektir. Hâlbuki şehirler de insan gibi birer canlı organizmadır. Onların bir canı, bir ruhu, bir duygusu, bir maneviyatı vardır. Bir tarihi, bir mazisi, kutsi bir müktesebatı vardır. Bizim medeniyet telakkimiz iki boyutludur: Maddi ve manevi…

Biz şehirlerimizi inşa ederken dünyevi ve uhrevi iki boyutuyla hesap ederiz. İnsan gibi şehirlerimiz de bir yanımızla çınar ağacı gibi köklü ve ölümsüz (ya da uzun ömürlü) bir yanımızla da servi ağacı gibi ölümlü bir varlıktır. İç içe geçmiştir.

Dolayısıyla şehirlerin yeniden inşasından bahsederken bu düalist (iki dünyalı) boyutunu göz ardı etmemek gerekiyor.

Ne demek istiyorum?

Gerçekçi olmak lazım, 6 Şubat’tan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olamaz… Yeni bir şehir inşa edilebilir, fakat biz içinde yaşayan hemşerileri, bu şehrin müdavimi, bu şehre anılarıyla, acı tatlı hatıralarıyla bağlı olan müntesipleri açısından, şehri ne kadar fiziki yönden estetik ve sağlam inşa etseniz bile bizim için asla eskisi gibi olamaz.

Neden?

Çünkü bizim anılarımız, hafızamız, duygularımız, acılarımız, mutluluklarımız, kavgalarımız, aşklarımız, düşmanlıklarımız çürük ve çarpık da olsa yıkılıp gitmiş olan eski şehrimizde, eski binalarımızda, eski sokaklarımızda, eski buluşma noktalarımızda saklıydı.

Artık biz ilerde inşa edilecek olan yeni ve modern şehrin içinde birer yabancı gibi dolaşacağız, sağlam ve güzel şehrin içinde olacağız ama biz hâlâ eski şehrin hayali ile yaşayacağız. Yani bünyemizle ruhumuzla ikiye bölüneceğiz. Nasıl ki bir depremzede, her gün enkaz altında kalan annesini çağırıyor ve yakınlarının acısı ile kıvranıp duruyorsa, biz de her gün yeni şehrimizin içinde dolaşırken eski şehrimizi çağıracağız. Çünkü eski şehrimiz evet çürüktü, estetikten mahrumdu, dar sokakları, plansız hali vardı fakat biz bu şehre aittik. Biz bu şehre demir gibi güçlü hislerle bağlıydık. Çünkü biz bu şehirde doğmuş bu şehirde yaşamış, bu şehirde ölmüştük. Tarihimiz de hafızamız da bu şehirde saklıydı. Evet, biz bu şehrin plansızlığına, estetikten mahrum binalarına kızardık, ama kızsak da bizimdi.

Her şeyimiz, sözlerimiz, bakışlarımız, nefeslerimiz eski mekânlara sinmiş, duvarlarına yansımıştı.

Ben bu şehrin çay ocaklarında oturup devlet yıkmış devlet kurmuştum, bu şehrin sokaklarında sevdiğim kızın arkasından koşmuştum, ben bu şehrin sokaklarında solculardan ve polislerden dayak yemiştim, ben bu şehrin sokaklarında İsrail’i protesto etmiş Filistin’i desteklemiştim, ben bu şehrin sokaklarında hava atmıştım, ben bu şehrin sokaklarında başörtüsü eylemlerinde el ele tutuşmuştum, ben bütün kazancımı bu şehrin kitapevlerinde harcamıştım, ben yıllardır bu şehrin İftar Lokantasında paça içmiştim, ben bu şehrin Yeni Camisinde namaz kılmıştım, ben bu şehrin resmi kurumlarında haber kovalamıştım, ben bu şehrin her bir metrekaresinde acılarımı, mutluluklarımı biriktirmiştim.

Peki, nerede bu şehir şimdi, nerede bu sokaklar? Yeni yapılacak olan binalara, sokaklara ve şehre nasıl transfer edeceğim anılarımı, hatıralarımı, hafızamı? Şehre çıktığımda kendimi kaybetmiş gibi hissediyorum. Ben yaşıyorum ama aynı zamanda yokum.

Ben kimim?

Ben işte o eski şehirdeki yaşayan Alişan’ım… Ben Emeksiz Caddesiyim, ben Kiğılı Pasajıyım, ben Akpınar’ım, ben Malatya Lisesiyim, Ben Fuzuliyim, ben İstanbul Pasajıyım, Ben Boğaziçi çay ocağıyım, ben Gündüzbey’im, ben Mısır Çarşısıyım, ben eski Hal’im, ben Yemeniciler çarşısıyım, ben Bakırcılar Pazarında tak tak sesleriyim, ben kayısı kokulu Şire Pazarıyım…

Ben 6 Şubat’tan önceki Malatya’yım… Yıkılan bir şehir, bir bina, bir sokak değil, yıkılan benim… Kaybolan benim hafızam, yıkılan benim hatıralarım.

Biz bu yaştan sonra yeni anılar biriktirecek, hafızamıza yeni yaşanmışlıklar mı katacağız? Ömrümüz yeter mi buna? Bizim ancak, eski şehrimize ağıt yakacak zamanımız kalmıştır. Yaşanmışlıklar asla başka zamana ve mekâna aktarılamaz.

Hatıralar, anılar, yaşanmışlıklar asla yeniden inşa edilemez.

Deprem işte budur. Bu yüzden hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.

Bana eski şehrimi (beni bana) geri verin, yeni şehir sizin olsun.

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.