Kestane ücretleri 200 liraya dayandı, artık sevap işlemek zor. Ama gene de bu kış günü yapacak iş yok bari lafını edelim...
Kestaneyi sevmeyen neredeyse yoktur. İster kebabıyla, ister haşlamasıyla soğuk kış günlerinin baştan çıkarıcı lezzetlerinden biridir.
Çocukken okula gidip gelirken Malatya'da Hüseyin Bey köprüsünde, Aşağışeher otobüs durağında bir kestaneci vardı.
Şimdi adını unuttuğum bir sinema, çeşitli okullar olduğu için kestanecinin müşterisi fena sayılmazdı. Bu kestaneci Eskimalatya’dan Nazife bacının oğlu Ditdiro Mamoş'du. Haşlanmış mısır, Nohut sattığı da olurdu.
Olmayan paraya kıyamadığım için kestane alanları seyreder yokluğa yoksulluğa lanet ederdim. Çok nadir olsa da arada elime para geçince 10-15 kuruşluk kestane alırdım. Soğuk kış günlerinde kestane alacaksam okul çıkışı alır ceplerime koyar tek tek yiyerek eve gidene kadar ellerimi ısıtırdım.
Kısmet işte; Askerlik görevi nedeniyle gittiğim Ayancık kestanenin merkeziydi. Çok çeşitli kestane vardı. Ama en çok sevdiğimiz ve çok lezzetli olanı KUZU KESTANESİ’ydi. Bu kestaneyi kurtlarda çok severdi. Çok çabuk kurtlandığından kurtlanmayı önlemek için iplere dizer haşlayıp kuruttuktan sonra saklarlar tüketir veya pazarlarlardı.
Ayrıca Karadeniz’de kestaneyi fırınladıktan sonra saklayıp tüketenlerde var. Bir yıl kadar dayandığı söyleniyor.
Kestane çeşitli şekillerde pişirilir. Sobada, kuzinede, fırında kebabı yapılır. Haşlanır. Ama en ilginci toprakta açılan çukura kestane konulup üzerinde ateş yakılarak pişirilmesidir.
Ben kestane pişirirsem 1. ve 2. resimlerdeki gibi ocak üzerinde tavada pişirirdim Nefis olurdu.