Bir zamanlar, çocukların okuldan çıkıp neşe ile evlerine gittiği tarihi sokaklarında, şimdi yaşlılarımızın enkazlar arasında hüzün dolu ağıtları yankılanıyor. Şimdi 6 Şubat’ın kara bulutları çöktü üstümüze! Devletin bile aylardır kaldıramadığı enkazın ruhlarımızda yarattığı ağır yükü nasıl kaldıracağız?
Masallarda anlatılan gerçek üstü hikâyelerin yaşandığı dünya güzeli bir köydü Gündüzbey… Tarihi evlerle süslü sokaklarında gezerken kaç sevgilinin aşkına ilham olmuş, kaç ünlü fotoğrafçının objektifini şereflendirmiş, kaç sayısız misafirin hayranlığını kazanmış, kaç kişi acaba, “Evet gerçekten Gündüzbey dünyanın en güzel köyü imiş” itirafında bulunmuştur? Gündüzbey’i kim gezdi de, “Burası dünyada bir yer değil, sanki başka bir alemdeyiz” demedi ki?
Ama artık şimdi her enkazın arasından “ah” sesleri yükseliyor gökyüzüne… Ne sessiz ağıtlar, ne acılar yaşanıyor her bir yıkık binanın eşiğinde…
Dillere destan, masalsı bir köydü…
Ama artık her şey mazide, hatıralarda ve fotoğraflarda kaldı. Bir 6 Şubat geldi geçti üzerimizden, bir kasırga esti, bir tsunami yaşandı ve öyle bir salladı ki, artık dünyanın en güzel köyü değil dünyanın en harabe köyü oldu.
Bin yıllardır akıp giden Derme Suyu’nun hayat verdiği efsanevi bir köydü…
Ama artık ağlayacak ne takatimiz, şikâyet edecek ne gücümüz, derdimizi anlatacak ne cümlelerimiz var. Ne sabır, ne umut, ne de yaşama sevincimiz kaldı!
Şimdi biz, yani yaşarken ölen biz, kendimizi tarihi konaklarımızın enkazı altında, bir sonbahar günü, bir rüzgârın sararıp yere düşürdüğü yaprak gibi sahipsiz ve kimsesiz, güçsüz ve iradesiz hissediyoruz.
“Neydi bu başımıza gelen?” diye ağlaşırken, birden şu ayeti hatırladık:
“Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. Allah, yine de çoğunu affeder.” (Şura 30)
Yine bir enkazın yanında kara kara düşünüp umutsuzluk girdabında debelenirken bir ayet daha imdadımıza kavuşuyor:
“Elbette, zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Evet, zorluğun yanında bir kolaylık vardır.” (İnşirah, 5-6)
Amenna ve saddakna… (İman ediyoruz ki