Çocukların oyun alanıydı bağlar, bahçeler. Gazel yığınlarının üzerine atlayarak içine gömülmek çok keyifli olurdu. Gazellerin arasından kalan tek tük meyveleri, cevizleri bulmak için yarışır oyun oynanırdı. Açlık, susuzluk aklımıza gelmezdi. Söz dinleyen, yumuş tutan çocuklardık.
Kimine göre hazan, kimine göre hüzün mevsimi. Güneşin ferinin azaldığı, küfül küfül rüzgarların estiği, büyüklerimizin evlerin duldasında, güneşli yerlerde sohbet ederken ''günler bir avuç, dan demeden akşam oluyor'' dedikleri kısa günler. Güz günleri...
Bahar, yaz derken geldi mevsimlerin en güzeli, nereye baksan tablo gibi. Ağaçtaki bir yıllık misafirlikleri sona eren, sararan yapraklar, rüzgarın peşinde bir oraya bir buraya savrulurken kuşlar böcekler de ağacı terkeder. Ağaçların bu görüntüsü yalnızlığı çağrıştırır. Mevsimler yaşamın döngüsü gibi. Bahar doğmak, yaz olgunlaşmak, sonbahar ihtiyarlık, kış ölümü hatırlatır.
Ben sonbaharı uzun bir yolculuğa çıkmak için hazırlanmaya, her işi bitirip toparlanma telaşına benzetirim. Bu gidişin dönüşü olacak mı yoksa bu sonbahar mı? İşte bu düşünceler insanı hüzünlendirir.
"Her ömrün bir eylülü vardır. Yazarlar romanlarında, şairler şiirlerinde, ressamlar tuvallerinde en güzel bu mevsimi tasvir etmişlerdir.
Şair; ''Bu kaçıncı sonbahar,
Aynı yazın ardından.
Kaçış, vazgeçiş,
Bir sevda masalından'' derken,
Başka bir şair; ''Ömrümüzün son demi
Sonbaharıdır artık.
Maziye bir bakıver,
Neler neler bıraktık.'' demiştir.
Hazan, hüzün mevsimi dedikde memleketimde bunlar bilinmezdi, biz GAZEL ZAMANI derdik. Anadoluda sonbahar umuttur, bolluk berekettir. Ekip saçtığını toplama zamanıdır. Bağbozumudur. Üç mevsim çalışıp, bir mevsim dinlenme, rahat etme hayalidir. Düğündür, dernektir. Yeniden ekip dikmek, gel seneye hazırlık, umuda yolculuktur.
Günümüzde süpürülüp çöpe atılan gazellerin, dökülse diye beklenildiği zamandır güz. ''Yağmur yaş olmadan gazeli süpürüp içeri atabilsek'' kaygısıdır.
Kış boyunca evde olan hayvanların otuna, samanına dayanaktır gazel. Tandırın başında yakacak, ocakta duturuktur. Kış ekmeği yuha (yufka) gazeller süpürüldükte sonra pişirilirdi. Meyve ağaçlarının altın gibi gazelleri mallar için getirilirdi. Yakmak içinse dut, ceviz, kavak çınar gibi ağaçların gazeli dayangal olur. Tandırın başında genzini yaksa da şikayet etmezdi cefakar analarımız. Onların derdi muhanete muhtaç olmamak için mevsiminde çalışıp çabalamak, evi doldurmak gayretiydi.
Gazeller ayazını almadan tamamı dökülmez. ''Bu gece ayazdı, gazeller döşek gibi yerde, gazeller haş olmuş'' denirdi.
Gazel süpürmeye gitmeden önce özel süpürgesi bağlanırdı. Bu süpürgeye çalı süpürgesi veya çalgı denir, çalının uç dallarından hazırlanırdı.
Köyüm Balaban'da bahçeler evlere uzaktı. Bizim sokağımız Balaban'ın arka tarafında, vadiye açılan kapı Mametçe'de. Mametçeden aşağı bakınca vadi boyunca akan Balaban Çayı, karşıya bakınca uçsuz bucaksız kayısı bahçelerinin olduğu ova, Cade, Yenice köyleri ve bütün bu güzellikleri çevreleyen sıradağlar.
Mametçe bayırının dibinde Şeyh Pınarı'nın şırıl şırıl akan kaynak suyu. Almohu tarafından gelen Setirek Çayı ile birleşerek vadi boyunca Tohmaya doğru yolculuğuna devam eden Balaban Çayı. Etrafında asırlık dut, çınar, ceviz ağaçları. Selvilikler, kavaklıklar, dutluklar envai çeşit meyve ağaçlarının olduğu, her mevsimi başka güzel olan bahçeler bu mevsimde sarının, yeşilin kızılın her tonuyla görsel şölendir.
Mametçe'den seyrederken son güzde budanan ağaçların balta, nacak sesleri. Şeyh Pınarı'nda yıkanan pırtıya ( halı-kilim- çuval vs) vurulan tokuç seslerine, bahçelerde hışır hışır süprülen gazel sesleri ahenkle birbirine karışırken vadide yankılanır.
Göçmen kuşların toplu göçlerine tanıklık etmek anlatılmaz ancak yaşanır.
Gazel süpürmeye giderken tatlı bir telaş olurdu. At, eşek hangisi varsa üzerine semer vurulur, habe konur, içine yiyecek içecek doldurulur, çocuklar da üzerine oturtulur, güle eğlene gazel süpürmeye gidilir.
Süpürülen gazeller öbek öbek yığın yapılır. Hararlara (büyük çuval) doldurarak evlere taşınrken ata, eşeğe ''bendek'', çoğu zaman da analarımızın sırtına ''şelek'' olurdu gazel.
Çaydan gelen kurbağa vıraklaması, kuş sesleri, her bahçeden gelen cıvıl cıvıl çocuk sesleri birbirine karışırdı. O zaman hayatın içinde olağan olan şimdi ise özlemle yadettiğimiz ''GAZEL ZAMANI''...
Çocukların oyun alanıydı bağlar, bahçeler. Gazel yığınlarının üzerine atlayarak içine gömülmek çok keyifli olurdu. Gazellerin arasından kalan tek tük meyveleri, cevizleri bulmak için yarışır oyun oynanırdı. Açlık, susuzluk aklımıza gelmezdi. Söz dinleyen, yumuş tutan çocuklardık.
Yemek zamanı üç taş ocakta, isli demlikte çay demlenirken, azık bohçasından çıkarılan yuha ekmek, pendir-teze yağ dürümü, sökülen soğan evleğinden kalan soğan, maşara yerinden bulunan son domates ve saltalıklardan yapılan çoban salatası dünyanın en lezzetli yemeği olurdu.
Sonbahar aynı zamanda takvimdi de. Son güzde doğdu-öldü, gazel zamanı düğünü oldu, askere gitti gibi ifade edilen ve akılda kalıp unutulmayan tarihlerdi. Annem bana sen gazeller süpürülürken son güzde doğdun derdi. Anladım ki ben Kasım doğumluyum.
Yıllar, aylar, günler su gibi akıp gidiyor. Eylül-Ekim derken Aralık olan kapıdan Kasım girmeye hazırlanır.
Kuluncaklı hemşerimiz Aşık Yeydani'den (Mustafa Yeydani) iki kıta;
"Yine efkarlandı şu deli gönlüm,
Çıplanmış ağaçlar, gazeli gördüm.
Hayallere daldım düşündüm durdum,
Çocukluğa gittim ezeli gördüm.
Yoldan gitmez bahçelere uğrardık,
Gazelin içinde ceviz arardık,
İnan bana dişimizle kırardık,
Yine mevsim güzde, hazanı gördüm."
Eylül toparlandı sessiz sedasız giderken
Rabbim cümlemize nice son baharları sağlıkla sıhhatle huzurla karşılamayı nasip etsin.