ALTIN
 3.022,60
DOLAR
 34,3205
STERLİN
44,5531
EURO
 37,4161

Bin dokuz yüz elli yılı zemheri* ayıydı.

Erzincan piyade taburu 2.bölüğünden iki er, bölük komutanının odasına girdiler.

"Ali Boleli, Bingöl"

"Mustafa Aktaş, Bingöl" diyerek, tekmil verip kendilerini tanıttılar.

Hazırolda beklediler.

"Rahat asker" dedi komutan.

"Ne istiyorsunuz?" diye ekledi.

Ali;

"Komutanım" dedi, "tezkereme iki gün kaldı. Mustafa arkadaşım da komşu köydendir. Askerlikte iki yılını doldurd

u. Müsade ederseniz, o da izine gelsin. Bu kış günü, çoğunluğu yaya olarak gideceğim uzun yolda, yoldaşlık eder bana."

Komutan, bölük yazıcısını çağırdı.

Ali Boleli'nin tezkeresini, Mustafa Aktaş'ın üç gün gidiş, üç gün geliş hariç, bir aylık izin belgesini hazırlamasını söyledi.

Yazıcı; "emredersiniz komutanım", Ali ile Mustafa; "sağolun komutanım" diyerek ayrıldılar odasından.

*****

Erzincan'dan Tercan'a erzak taşıyan bir kamyonun üstü açık kasasında vardılar. Üst üste konulmuş sandık ve çuvallar arasında oturarak soğuktan korunmuşlardı. Geceyi, kasabanın tek, yarı han benzeri otelinde geçirdiler.

Ertesi sabah erkenden kalktılar. Araçla gelebilecekleri yol buraya kadardı. Bin dokuz yüz elli yılı Türkiye'sinde ulaşım böyleydi. Bırakın köyleri, kasaba ve bazı iller arasında bile doğru dürüst kara araçlarıyla ulaşım zordu. Kiğı'ya bağlı olan köyleri kuş uçuşu altmış kilometre kadar uzaklıktaydı. Buradan ötesini yaya olarak gideceklerdi. Askere gelmeden önce Tercan'daki madenden tuz almak için bu taraflara birkaç defa gelmişlikleri vardı. Gidecekleri yol güzergahında olan köyleri az-çok biliyorlardı.

Çarşı esnafından yolda yiyecekleri biraz erzak, sevdiklerine birkaç parça hediyelik eşya, karda batmamak için ayaklarına giyecekleri birer hedik* aldılar.

Yola çıktılar...

*****

O yıl kış erken gelmişti. Kasım ayı başında yağmaya başlayan kar, dağı taşı beyaza bürümüştü. Yer yer iki metreyi aşan kar kalınlığı her geçen gün biraz daha yükselecek, taa baharın sonuna doğru ancak eriyecekti.

O gün, şanslarına hava açıktı. Kuru soğuğa rağmen güneş ışınlarının vurduğu kristalleşmiş kar yüzeyinden yansıyan bir sıcaklık hissediliyordu. Ayaklarına giydikleri hedikler sayesinde kar üstünde batmadan yürüyor, keyifli bir yolculuk yapıyorlardı. Birbiri ardına yükselen birkaç dağı aştıktan sonra akşama doğru Abrenk köyüne vardılar.

Bir alevi köyü olan Abrenk'te Ali Haydar Dede'nin evine konuk oldular. Ali Haydar Dede, bir asır kadar önce, büyük büyük halası Gare'nin gelin gittiği, bu askerlerin mensup olduğu Karbaşi aşiretinin adını, büyük atalarından çok duymuştu. Onları, akrabalık duygusuyla misafir etmekten mutlu olduğunu söyledi. Büyük halası Gare'nin yaşadığı Mercan köyüne komşu Ferez ve Ekiz köyündendi misafirler. Gare'nin yörede efsane olan hikâyesini konuştular. Yaşayan torunlarından konuştular. Bu çetin karakış şartlarında yarın gidecekleri yol hakkında konuştular. Sohbeti uzun tutup yorgun askerleri daha fazla yormak istemedi Ali Haydar Dede.

Evin genç kızı, yere yün yataklar serdi. Ali ile Mustafa, derin uykuya daldılar...

*****

Ertesi gün hava poyraza döndü. Rüzgarı arkalarına alıp birkaç dağ, vadi eteklerine kurulmuş birkaç köyü geçtiler. Öğlen vakti, kar tabakasının altından ince bir yol bulup dereye doğru akan kaynak suyun başında oturdular. Ali Haydar Dede'nın, çıkın*larına koyduğu tereyağı, bal, çökelek gibi katığı* sac ekmeğe dürüm yapıp yediler.

Yakınlarında bir keklik sürüsü koro halinde ötüyordu...

O geceyi Kutluca köyü muhtarının evinde geçirdiler. Sabaha doğru hafiften kar yağışı başladı. Kahvaltılarını yapıp yola çıkmaya hazırlanırken muhtar;

"Bugün yola çıkmayın. Bu yağan kar, dar vadilerde tipiye çevirebilir. Zor durumda kalmayın" dedi.

"Yolcu yolunda gerek, hele bir yola çıkalım Allah Kerim" dedi Ali.

"Tipi olursa bir yere sığınırız. Başımızın çaresine bakarız, merak etme sen" dedi Mustafa.

Teşekkür edip çıktılar yola.

İri taneler halinde lapa lapa yağan kar altında Kelhaç vadisine doğru yürüdüler. Ayaklarındaki hediklerin arkalarında bıraktığı yuvarlak izi, yere düşen kar anında kapatıyordu...

*****

Kiğı ilçesinin kuzeydoğusunda bulunan Kelhaç vadisi, kendine has bir bir doğa yapısındadır. Ihlamur, çam, meşe, gürgen, ceviz gibi çeşitli orman ağaçlarıyla kaplıdır. Kış aylarında yaban hayvanlarının barınma yeridir. En çok da dağ keçileri bulunur. İlkbahar aylarındaysa göçmen kuşlarıyla dolar, yeşil rengin her tonunu göz önüne seren bir görünümü olur. İçindeki dere, gür ve sık ormanlık içinden görkemli bir şekilde akar. Yer yer küçük şelaleler oluşturarak gider, Peri Suyu'yla birleşir.

*****

Ali ile Mustafa, öğleden sonra, Kelhaç deresiyle Peri Suyu'nun birleştiği yere vardılar. Kar yağışı durmuş, ılık bir hava esiyordu. Peri Suyu'nun üstüne kalas ve tahtadan yapılmış, derme çatma asma köprüden dikkatlice yürüyerek karşı tarafa geçtiler. Artık memleket toprağında sayılırlardı. Eteğine vardıkları Şeytan Dağları'nın arka tarafında kendi köyleri vardı...

*****

Şeytan Dağları, doğuda Karlıova, batıda Kiğı ilçesiyle sonlanan geniş bir dağ silsilesidir. Üç bin metrelere varan yüksekliği gökyüzüne doğru uzanır. Kelhaç ormanlarının karşı tarafında, Yedisu ilçesinin güneyinde yer alır. Yüksek zirveleri kışın kalın kar tabakalarıyla kaplanır. Ancak yaz aylarında gidilebilen Güngörsün yaylalarında çok sayıda peri bacaları ve mağaralar vardır. Hayvancılıkla geçimini sağlayan Hacı İlyas Mezrası sakinlerinin otlak yeridir. Buraya, sarp ve yüksek kayalıklar arasında inilip çıkılan dar bir yol ile varılır. Şeytan Dağları'nın kuzey tarafında kalan Peri Suyu da dağın eteğinden boylu boyunca akar Fırat nehrine ulaşır.

*****

Ali ile Mustafa, Peri Suyu'nu geçince Hacı İlyas Mezrası'nı sol taraflarında bıraktılar. Şeytan Dağları'nı kuzeyden güneye ikiye bölen geçide geldiler. Bu geçidin arka tarafında bulunan, kendi köylerine yakın Sefkar köyünde geceyi geçirmek için acele ediyorlardı.

Geçidin içini hafif bir sis örtüsü kaplamıştı. Bitki örtüsü olmayan, karla kaplı, dağlık, eğimli bu geçidin eteğinden gidiyorlardı. İki saat kadar sürecek olan yolu hemen hemen yarıladılar. Sis, yoğunlaştı. Görüş mesafeleri beş, altı metreye kadar düştü. Aniden kulakları sağır eden bir uğultu duyuldu. Bulundukları yerde yan yana durdular. Ne olduğunu pek anlamadılar.

Yukarıdan kopup gelen toz çığ*, büyük bir hızla geçidi boydan boya kar tabakasıyla doldurdu.

Keklik ve diğer kuş sürüleri telaşla havalandı. Yaban hayvanları, dağ keçileri, kendi dillerinde bağrışarak karşı yamaca kaçtılar.

Göz gözü görmez oldu...

*****

Kırk gün kadar sonraydı.

Erzincan piyade taburu 2.bölüğün yazıcısı komutanın odasına girdi.

"Komutanım" dedi. "Tezkereci Ali Boleli'yle birlikte izine giden Mustafa Aktaş izinden dönmedi daha. Firarını verelim mi?"

Komutan, babacan bir adamdı. Biraz düşündü. Sessizce bir hesap yaptı.

"Kış ortasında gitti bu, değil mi?" diye sordu.

"Evet komutanım" dedi yazıcı.

"Yolun büyük kısmını yürüyerek gideceklerini söylemişti Ali. Kar yağışından dönememiştir belki. Birkaç gün daha bekleyelim" dedi komutan.

Beş gün daha geçti.

Komutan yazıcıyı tekrar yanına çağırdı.

"Gelmedi mi Mustafa?" diye sordu.

"Gelmedi komutanım" dedi yazıcı.

"Firar belgesini hazırla, getir bana. Durumu da bulunduğu askerlik şubesine telgrafla bildir" dedi.

"Emredersiniz komutanım" dedi yazıcı.

Çıktı odasından...

*****

Askerlik şubesi başkanı, önüne getirilen telgrafı okudu. Şube erlerinden birini çağırdı. Jandarma karakol komutanlığına şu talimatı yazdırdı.

'Şubemizden askere giden, Ekiz köyünden Halit oğlu, 1928 doğumlu Mustafa Aktaş, bulunduğu Erzincan piyade taburu, 2.bölükden firar etmiştir. Firarinin yakalanarak kolluk kuvvetleri eşliğinde birliğine teslim edilmesi rica olunur...'

*****

Kiğı jandarma komutanlığından iki jandarma eri Ekiz köyüne geldiler. Mustafa Aktaş'ın evini sordular. İki ay kadar önce izinli gelip, birliğine tekrar dönmeyen Mustafa'yı sordular. Mustafa'nın köyüne hiç gelmediği tutanağını, köy muhtarına ve babası Halit Aktaş'a imzalattılar.

Geri döndüler...

*****

Bahar ayları gelmişti. Kar erimeye başlamış, topraktan sıcak bir buğu yükseliyordu. Doğada yemyeşil bitki türleri ve kardelen filizleri her yerde boy veriyordu.

Hacı İlyas Mezrası'ndan iki çoban, sürülerini önüne katmış, dar geçitten Güngörsün yaylasına çıkarmaya çalışıyorlardı. Sürü etrafında dolaşan Kangal çoban köpekleri birden huysuzlaştı. Havlayarak ileri doğru koştular. Geçidin içinde hala erimeyen kalın kar tabakasının üstüne gittiler. Güçlü bacaklarını kürek gibi kullanarak büyük ayaklarıyla kar tabakasını eşelemeye başladılar. Çobanlar yanlarına varıncaya kadar Ali ile Mustafa'nın cansız bedenlerini yumuşak karın üstüne çekip çıkarmışlardı bile...

*****

Bahri Kayaoğlu / TEZKERE

20 Ekim 2024/Köyceğiz-Muğla

*****

ZEMHERİ AYI*:

Zemheri, 22 Aralık'ta başlayan ve kırk gün süren kışın en soğuk günlerine denir.

HEDİK*:

İnsanların, kar üzerinde rahat yürüyebilmesini sağlayan yöresel ayakkabı çeşidi.

ÇIKIN*:

İçine öteberi konularak uçları birleştirilip düğümlenmiş bez, küçük bohça.

KATIK*:

Ekmeğin yanında yenilen besinlere verilen isim olarak ifade edilir.

TOZ ÇIĞ*:

En çok rastlanan çığ tipi. Toz kardan oluşan bu tip çığlar, saatte 400 km hıza erişebilir ve yarattığı hava basıncı ile büyük zarar verir.

*****

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.