Hey gidi günler hey.
"Mahalle yaşamını" o kadar özlüyorum ki. Bazı insanlar ne der bilmem ama ben, "nerede o huzurlu ve neşeli günler" deyip iç geçirenlerdenim.
Reyting kaygısı, televizyon dizileri için olmazsa olmazdır. Reytingi yüksek dizilerin başında ve dizi yapımcısına en fazla kar getiren dizilerin en başında mahalle temalı diziler gelmektedir. Bu dizilerden"Perihan Abla ve Ekmek Teknesi" adlı diziyi unutmak mümkün mü?
Para kazanmak isteyen uyanık yapımcılar, hemen bahçeli- ahşap, mütevazı bir evde geçen, "sıcacık bir mahalle dizisi çeksek de cukkayı kapsak" diye düşünürler.
Kim özlemez ki, komşulardan birinin evinin avlusunda, arişlerin gölgesinde, analarımızın, bacılarımızın, komşuların toplanıp tiritli dolma küfte (analı kızlı değil ha..!, öyle bir isim bizim kültürümüzde hiç olmadı) yapmasını. Kim aramaz mahallenin delikanlısını, mahallenin delisini, hacısını, hocasını, okulunu, çimmesini, gazozuna maçlarını.
Şunu unutmayın lütfen, mahalleler bize atalarımızın mirasıdır. Uzun yılların birikimi yatar mahallede. Mahalle sakinleri, doğumu, ölümü, neşeyi, sevinci, kederi, düğün derneği, topluca pikniğe gitmeyi, Ramazan'ı, Bayramı, birlikte yaşar. Birlikte ekmek yapar, birlikte şare (şehriye)döker, birlikte salça yapar, birlikte küfte, erişte yapar, herkes bir dayanışma halindedir ve kimse kendini yalnız hissetmez.
Çoluk çocuk, kadın erkek, büyük küçük, baba oğul, tüm insanların üstü açık kamyonla piknik yapmaya gittiği beraberce yenilen içilen yerin adıdır mahalle.
Ben böyle bir mahallede doğdum orada büyüdüm. Alevi-Sünni iç içe yaşardık. Bu mahalleden ayrılıncaya kadar en ufak kavga dahi görmedim. Kimsenin kimseye baskısını da görmedim. Mahallemizde hatırladığım kadarıyla cinayet olmamıştı.
Bu güzellikleri, sabaha kadar sayabilirim. Ama bu saydığım mahalle hayatı "eski dünya" ya ait bir kavramdır. "Günümüzün dünyası" mahallelerimi yerle bir etti, dağıttı. Komşularımın her biri bir yere savruldu. O ahşap bahçeli evler, dutlar, elmalar, kirazlar yok oldu gitti.
Modernleşme adına, modernleşen zenginlerimiz lüks siteleri tercih ettiler. Sonradan görme zenginlerimizde doğal olarak onların peşi sıra gidince! mahallemizdeki evlere kültürümüzden uzak ve kendi kültürleriyle gelenler yerleşti.
Esasına bakarsanız Ülkemiz dolayısıyla Malatya'mız kabuk değiştiriyor. Televizyon, gazete, radyo, internet aklınıza gelen her türlü iletişim aracındaki reklamların çoğunu site reklamları alıyor.
Herkesten ayrı etrafı duvarlarla çevrili bir ada oluşturuluyor.
Artık mantar gibi rezidanslar bitiyor her yerden.
Malatya yatay değil, dikey büyüyor.
Kale duvarı gibi surlarla çevrili, askeriye gibi nizamiyesi olan, içeri girmek için neredeyse yazılı ferman getirmeniz istenen birer kışla gibi mekanlar. Alış verişini bile asansörle indiğin marketten yaptığın, sosyalleşmeden uzaklaştıran hapishane gibi mekanlar.
Her şey yapmacık geliyor bana. Bahçeler sahte, havuzlar sahte, kaldırımlar bile sahte. Nerede bizim içinde bülbüllerin öttüğü, mahallenin çocuklarının seslerinin çınladığı, içinden gerçek meyveler çaldığımız bahçeler, nerede bunlar. Nerede bizim şişirip çimdiğimiz dereler, nerede bu süs havuzları. Nerede o mahallemizin ağır abilerinin, mahallenin namusu diyerek volta attığı kaldırımlar, nerede bu yürüyüş yolları. Nerede, ölümüze dirimize koşan, sevincimizi kederimizi paylaşan akrabadan ziyade komşularımız, nerede burnundan kıl aldırmayan, selam vermemek için kafası havada gezen eblehler...
Acaba bu bahçelere bülbül geliyor mudur?
Ha bir de, mahalle baskısı diye bir şeyler söyleniyor ya...
Keşke deprem sonrası yapılaşmada mahalle kavramına önem verilseydi de…
Mahalle baskısı da olaydı…
Selam olsun Malatya'mın güzel insanlarına...