Akşamdan bu yana arlıksız yağan kar bembeyaz örtü gibi her tarafı kaplamış. Annem kısa kış günlerine "günler bir avuç sabah oluyor akşam oluyor, giden ömürden gidiyor" derdi..
Gün ağardı serçeler cıvıl cıvıl ötüşüyorlar. Büyüklerimizden gördüğümüz alışkanlıkla bismillah dedim, dağıtılan rızıktan nasiplenmek için dış kapıyı açtım, bahçeye çıktım. Dingin bir sakinlik var, günlerdir bir kar yağsa da havadaki mikroplar kırılsın diyorduk.
Zengin fakir,iyi kötü demeden her yere bereketini yağdıran Allah'ım. Tefekkür edebilsek alacağımız çok ders var. Rabbim gönül gözüyle bakıp görmeyi nasip etsin.
Mahallemizde evler müstakil, bahçelerimizde çamlar ağaçlar eski yılbaşı kartpostallarındaki gibi. Günlerden pazar ortalıkta kimseler görünmüyor. Ne kapısının önündeki karı süpüren, ne de evinin yolunu açan var. Eşim akşamdan hazırladığı sıyırgıyı, kar küreğini alıp ezandan sonra sokağa çıktı. Kapımızın önünü temizlediği gibi komşuların yolunu da açıyor.
Balaban'daki evimizden bakınca, bugün Sarı Çiçek dağına kar atmış diye kışın geldiğini bilirdik. Çok değil yirmi yıl önceydi; evimizden bakınca karşımızdaki dağ memleketimi hatırlatırdı. Kışın ilk karını, baharda yeşeren doğayı, sonbaharda hazanı görürdük. Sabah erken öten keklik sesleriyle uyanıp, süzülerek uçan kartalları seyrederken Ankara'da köy hayatınn güzelliğini yaşadık. Yıllar geçti şimdilerde dağımız çarpık yapılaşmaya kurban gitti, yüksek apartmanlarla beton yığınına döndü.
Anılara dalmıştım, üşüdüm içeri geçtim bir bardak çay aldım ,pencereden müstakil evlerin çatısına bakarken; dam olsaydı komşular şimdi kar kürümeye çıkardı dedim. Lapa lapa yağan karın, gökyüzünden yeryüzüne yolculuğunu merak ve hayranlıkla seyrederken herşeyin bir sonu olduğunu hatırlattı süzülerek yere düşen karlar.
Çayımın soğuduğunu farkettim, sıcak bir çay aldım pencerenin önüne oturdum. Komşulardan hala dışarı çıkan olmadı, sokaklar ruhsuz, komşuluk kavramı burada yok, kimsenin birbirinden haberi olmuyor. Bizim oralarda söylenen bir söz geldi aklıma; "herkesin kazanı kapaklı kaynar" şu evlerde neler yaşanıyor kimbilir.
Balaban'da him komşu, kapı komşu, sokak, mahalle komşuluğu akrabadan yakındır. Komşunun derttleriyle dertlenilir, sevinciyle mutlu olunurdu...
Sokakta çöp varillerini karıştıran iki kedi ve açlıktan sallanarak yürüyen bir köpekten başka geçen olmadı. Şehirlerde çocuklarımızı konforlu evlerde cam fanusun içinde yaşatıyoruz. Tablet, telefon, bigisayarın esiri oldular. Bizler mi sebep olduk yoksa?
Bu kış ilk defa böyle güzel kar yağdı. Ne ana babalar, ne çocuklar merak edip dışarı çıkmadı, belki de bu güzelliği görmeden kar eriyecek. Bizler mi kötü örnek olduk yoksa?
Balaban' daki çocukluğum sinema şeridi gibi gözümün önünden geçti. Günlerce kar yağdığı olur, kış çok şiddetli geçer, kapıdan kapıya varılmazdı.
Kasabamızda okulumuza yürüyerek giderdik. sokağımızın genç erkekleri karları kürür, yollları açardı. İki katlı kerpiç evlerimizin damlarından kürünen kar evlerin birinci katına yaklaşırdı.Dar sokaklardan, çıkmaz sokaklardan, kar kürtüklerine merdiven yapılır ine çıka, düşe kalka yürürdük. Büyük analarımızın , annelerimizin yün eğirerek boyayarak ördüğü hırka, süveter, çorap, eldiven giyerdik. Montlarımız, botlarımız yoktu, lastik ayakkabı, cızlavet çizmelerimiz vardı. Üzerimize tam olan ne ayakkabı ne kıyafetlerimiz olurdu. Büyük alınsın bir sene daha giysin derlerdi, küçülen giysiler küçük kardeşlere giydirilirdi. Okulumuza moraran ellerimiz, sızlayan ayaklarımızla, tahta çantalarımızla şikayet etmeden güle oynaya gider dönerdik. Tenefüs olmasını İple çeker, öğretmenlerimizle boyumuzdan büyük kardan adamlar yapar, kartopu oynar kızak kayardık.
Siyah önlüklerimizin ceplerine kesme, garamadan, ceviz, kuru üzüm, kavurga doldururduk. Olan olmayanla paylaşır çok eğlenirdik.
Benim zamanımda Balaban İlkokulu'nda dörtyüze yakın öğrenci vardı.Öğretmenlerizi,sever,sayardık. Söz dinleyen, yumuş tutan, yokluğu bilen, ne güzel çocuklarmışız. Ne alırlarsa giyer, ne verirlerse yerdik, az ile mutlu olurduk.
Yağan karı izledikçe geçmiş dün gibi gözümün önüne geliyordu. Değerlerimizi unutmuşuz, bizi biz yapan davranışları yapmaz olmuşuz meğer. Büyüklerimiz boşuna dememişler ''kar nimettir, bereketir, karlı yıl varlı yıldır'' diye...
Yazdan kışa hazırlıklı oldukları için; soğuktan kardan hiç şikayet eden olmazdı. Balaban'da yüksek süğüklü kerpiç evlerimiz iki üç katlıydı. Evler, birbirine bitişik olduğu için çoğu evlerde kar damdan dama atılarak sokağa dökülürdü. Bazen yarım metre kar yağardı. Kar erimeye başlamadan, sabah erkenden kürünürdü. Bütün evlerde aynı anda kar küründüğü için damlardan paaaat paat diye sokağa atılan karlardan yüksek tepecikler, kar kürtükleri oluşurdu. Biz çocuklar için eğlence o zaman başlardı. Kaydırak misali o tepeden iner diğer tepeye çıkar düşe kalka saatlerce oynardık. Damdan dama sohbet edenlerin sesleri duyulurdu. Yardım isyeyenler, yardım teklif edenler, kaç santim kar var tahminleri, çaya davet edilenler....
Damdan dama kartopu oynayan büyükler işi eğlenceye çevirir, sokaktan geçenlerin başına kar atarak neşe içinde çalışırlardı. Kış odalarında fırınlı sobanın üzerinde çinko çaydanlıkta demlenen çay, fırınında pişirilen sıcak kömbe, çörek, patatesler,hıtaplar damdan üşüyüp gelenlere en güzel ziyafetti.
Okul olmadığı gün kar yağdığında keyfimize diyecek olmazdı. Oyun alanlarımız doğa, oyuncaklarımız doğaldı. Her evden üç beş çocuk sokağımızdaki peağlere (boş arsa) koşardık. Kartopu oynar, arka arkaya beş on kişi oturarak dizilir kızak kayardık. Düşenler kalkanlar, kardan adam yapanlar, lunaparkta eğlenen çocuklar gibiydik.
Karın üzerine sırtüstü uzanıp karda bıraktığımız ize fotoğraf çekinme derdik. Yürüyerek çizmelerimizin izini çıkarır, kimin izi daha güzel seçerdik. Sokaklar güvenlikli, insanlar güvenilirdi. Kavga eder, hemen barışırdık. Buz gibi havada ne üşüdüğümüzü bilirdik ne de acıktığımızı. Evlerden nenelerimiz, analarımız herkese yetecek kadar yuha ekmeğe yağ pendir yumurta dürer gönderirlerdi. Moraran ellerimiz, sızlayan parmaklarımızla zor yerdik. Çocuklar gelin kürsüde, sobada elinizi ayağınızı ısıtın diyen komşularımızın evlerine rahat girer çıkardık, ana babalarınmız nerede diye merak etmezdi. Herkes kendi çocuğu gibi korur kollardı.
Kışların adı vardı; zemheri, zemheti, karakış denirdi. Şubat karı eski karı eritir, kötü koca karısını (kocasını) çürütür derlerdi. Kork Şubat'ın beşinden, öküzü ayırı eşinden diye sayılı kışları hatırlatır, yiyeceği yakacağı idareli tüketirlerdi.
O yıllarda yiyecekler paketlerde kilo ile gram ile satılmazdı. Güzel geleneklerimizden olan imece gibi öndüç(ödünç) almak vardı. Olmayan olandan öndüç alır sonra geri verirlerdi.
Mart kapıdan baktırır kazma kürek yaktırır deseler de her zaman umutla önümüz bahar diye her zorluğun sıkıntının geçeceğine inanılırdı.
Ülkemizde kış tüm şiddetiyle devam ediyor. Özellikle doğu bölgemizde yıllardır özlediğimiz o eski karlar yağdı. Kış zor mevsim, ama tedbirli davranarak yaşanacak olumsuzlukları zarar ziyansız atlatabiliriz.
Kış bana üşüyen, aç insanları, hayvanları hatırlatır..
Şair Ahmet Arif'in şiiri gibi,
"NEREDE BİR CAN ÖLSE,ORALI OLUR YÜREĞİM
OLMAZSA ZATEN İNSAN OLMAZ YÜREĞİM"
Bizler yağmurun karın nimet, bereket olduğunu yaşayarak öğrendik. Beyaz felaket, kar esareti, kar kabusu diyenler yaz olunca da bu sene kar yağmadı: barajlar kurudu, susuzluk kapıda diyecekler.
Ben bunları düşünürken kar ince ince yağmaya devam ediyordu. Kimbilir ne kadar daha yağacak... Tedbiri elden bırakmayalım, tevekkülü Allah'a bırakalım.
Dünyamızdaki ülkemizdeki tüm sıkıntıların üzerine bu kar temiz bir örtü olsun, bolluk bereket getirsin, darda zorda olanlara rabbim yardım etsin.
Güzel memleketimin güzel insanarı herşey gönlünüzce olsun...