ALTIN
 3.043,36
DOLAR
 35,4900
STERLİN
43,1978
EURO
 36,2820

Eskiden insanlar birbirinin sevincine ortak olur, dertleriyle dertlenirdi. "Varını veren utanmamış" derlerdi. Olan olmayanla paylaşır, işler imece usulüyle yapılırdı. Sahipsizler, hastalar, çocuklar korunur; toplumsal dayanışma güçlü bir şekilde hissedilirdi. Isınmak içinse “kürsü” kullanılırdı.

Kürsülü yılların sonları çocukluğuma denk geldiği için çok iyi hatırlıyorum. Balaban’daki tarihi kerpiç evlerimizin genellikle birinci katında “kürsülük” veya “kış öoo” (kış evi) denilen büyük odalar olurdu. Isı kaybını önlemek için bu odaların penceresi olmaz, sadece tavana yakın bir yerde ışık için küçük cam takaları bulunurdu. Buğday derildikten sonra kalın saplarına “firez” denirdi. Kürsülüğün sıcak olması için odanın zeminine firez döşenir, üzerine kilim ve keçe serilirdi. Bu, bir nevi izolasyon yöntemiydi.

Ortaya kürsü kurulur, kürsünün üzerine ince, büyük, yün bir kürsü yorganı örtülürdü. Kürsünün etrafına küçük kürsü minderleri dizilir, üzerine kalaylı bakır sini konur ve masa gibi kullanılırdı. Bir köşede, içinde su olan bakır mecirefe (tas) yerleştirilmiş su küpü dururdu. Kürsülüğün bir duvarında, günümüzün şöminesine benzeyen gömme ocak olurdu. Bu ocakta ekmek, çörek, yemekler pişirilir; annelerimiz hem üşümez hem de odanın ısınmasını sağlardı. Ocaktan alınan köz, mangala konur; üzerinde çay, kahve yapılır ve odanın daha da ısınmasına katkı sağlanırdı. Kürsünün altına da köz konurdu.

Eskiden kışlar çok soğuk geçer, çok kar yağardı. Büyüklerimiz o yılları anlatırken "Soğuktan kapıdan kapıya varılmazdı, adam boyu kar olurdu," derlerdi.

İnsanların yaşam biçimlerini etkileyen birçok faktör vardır ve bu coğrafyada en önemli etken iklimdir. İklim, evlerimizi ve ısınma biçimlerimizi de şekillendirmiştir. İcatlar ihtiyaçtan doğar; kürsü de bu ihtiyacın bir sonucuydu. Kürsülü yıllar, aynı zamanda zor yıllardı. İnsanlar cepheden cepheye koşar, dönmeyenler olurdu. Dul kalan gelinler, bağrı yanık analar, babalar, kardeşler, öksüz ve yetim çocuklar vardı. Geçim şartları ağırdı; yokluk ve kıtlık yıllarıydı.

İnsanlar bahar, yaz, güz aylarında çalışır, kışa hazırlık yapardı. Genç erkekler kışın yabana gider, at ve eşek sırtında çerçilik yaparlardı. Çerçiler, kar ve boran dinlemeden dağları tepeleri aşar, dereleri, çayları geçer; çoluk çocuğunun rızkı için çalışırdı. Hayat zor olsa da eğlence yine de bulunurdu. Kadınlar ve çocuklar hısım akrabaya "oturmacı" denilen misafirliklere giderdi. Soğuk kış günlerinde, sıcacık kürsüde yaşlı neneler yama yapar, anneler örgü örer, genç gelinler ve kızlar tığ işleri yapar, kaneviçe işlerdi. Sohbet devam ederken ev sahibi hazırladığı ikramları sunardı.

Hava karardığında, gaz fenerinin cılız ışığında her sokak başında oturmacıya gidenlerin sesi duyulurdu. Uzun kış gecelerinde ailece gidilen kürsü başı sohbetleri eğlenceli geçerdi. Savaş hatıraları, çerçilerin anıları anlatılır; masallar dinlenir; Ruhsati, Hazreti Ali’nin Cengi ve ilmihal gibi kitaplar okunurdu. Çocukken ben de masal dinlediğimi hatırlıyorum.

Misafirler, "Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer" anlayışıyla karşılanırdı. Ev sahibi, yazdan hazırladığı meyve kuruları, ceviz, kesme üzüm, pestil, hedik, kavurga, hoğut, kış elması, armudu, ocakta kaynayan pancar, patates, sürsülük, alıç, dağ armudu (muşmula) ne varsa siniye doldurur, sohbet eşliğinde bunlar yenirdi. O yıllarda insanların çoğu, özellikle kadınlar ve çocuklar, yaşadıkları yöre dışında bir yeri görmemişti. Bu nedenle anlatanın yeteneği ve dinleyenin hayal gücü birleşince onları bambaşka diyarlara götürürdü.

Radyonun bile olmadığı zamanlarda bilgi, sohbetler yoluyla aktarılırdı. İnsanların işi çoktu; gün boyu çalışır, yorulur ve akşam kürsü başına oturmak bile bir eğlence sayılırdı. Kürsü başındaki saatler, yaşlıyı, genci, çocuğu bir araya getirir, fikir alışverişi yapılır, kıymetli iletişim anları yaşanırdı. Bir odada yaşarken, ailenin tüm bireyleri birbirinden haberdar olurdu. Oysa günümüzde evler büyüdü, aile fertleri ayrı odalara çekildi ve herkes yalnızlaştı.

Kürsü başı sohbetleri, dayanışmanın, paylaşmanın ve sıcak bir aile ortamının en güzel örnekleriydi. O günlerin samimiyetini ve birliktelik duygusunu günümüz hayatına taşımak, hem bireysel hem toplumsal bağlarımızı güçlendirecektir. Ne yazık ki teknoloji, bizleri birbirimizden koparıyor. 7'den 70'e teknolojinin esiri olduk. Ne anlatan var, ne anlatılanı dinleyen ne de o kürsü başı sohbetlerinin tadı var.

Ancak geçmişin izlerini taşıyan geleneklerimizi yaşatarak, genç nesillere bu değerleri aktarabiliriz. Cennet vatanımız kolay kazanılmadı. Geçmişimizi öğrenmek, köklerimize sahip çıkmak ve birlik duygusunu kaybetmemek, geleceğimizi şekillendirecek en önemli adımlardan biridir. Kürsü başı sohbetlerinin sonuna yetişmiş biri olarak, o sıcak günleri hatırlıyor ve gençlere şu tavsiyeyi bırakıyorum: ‘’Geçmişini unutan, gelecekte tökezler.’’ Gelin, köklerimizden güç alarak geleceğe daha sağlam adımlarla yürüyelim.

Kürsü başı sohbetlerinin tadında günler dilerim.

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.