Abaküs denen gavur icadı! toplama - çıkartma aleti henüz ülkemize gelmediği için matematik derslerinde toplama çıkartma işlemini fasülye ve nohutla yaptığımız,
Türkçe derslerinde ise;
“Baba bana top al”
“Al Ali bu top”
“Yaşa baba yaşa”
Diyerek, bazan Ali’ye top atarak, bazan Kaya ve Oya ile birlikte ip atlayarak..! Cin Ali serisini okuduğumuz, beslenme saatinde karnımız acıkınca Amerika’lıların sırf bizim sağlığımızı düşünerek..! taa okyanus ötesinden Malatya’ya gönderdikleri sağlıklı ..! tere yağlarını, peksimetleri, süt tozundan üretilen süt sandığımız ne idiği belirsiz rengi beyaz içeceğin eşliğinde iştahla yediğimiz, o ilk okul günlerinde; giydiğimiz önlüklerimiz, belki kapkaraydı ama gelecek ile ilgili güzel umutlarımız yakalıklarımız gibi bembeyaz değil miydi?
Yıpranmasın diye itinayla ciltlediğimiz, kitaplarımızı, defterlerimizi, küçülünce davin atacağının ucuna taktığımız, kalemlerimizi, kaybolmasın diye kolye gibi boynumuza astığımız kokmayan silgilerimizi, soğuk kış günlerinde tahta çantalarımızın üstünde kayarak geldiğimiz okulda ısınmak için varilden bozma sobaların etrafında yaktığımız çoraplarımızı, “dayak cennetten çıkmadır” diyerek, “eti senin kemiği benim” diye teslim ettikleri öğretmenlerden yediğimiz dayakları, coşkuyla okuduğumuz andımızı, şimdilerde unutulan veya unutturulmaya çalışılan yerli malı haftalarını, biz çocukları tasarrufa teşvik eden kumbaralarımızı unutmamız mümkün mü?
Bizim nesil şimdiki nesle göre daha mutlu ve daha sosyaldı. Üniversitelerde “çocuk psikiyatri” bölümü henüz açılmamıştı..!
Okuldan sonra, evimiz kadar güvende olduğumuz, mahallemizde güven ve neşe içinde oyunlar oynar, minyatür kale gazozuna maçlar yapar, kazanınca arasına lokum koyulmuş piskevütleri iştahla yer, buz gibi gazozu kafaya dikerdik. Komşu bahçeden erik, kiraz çalar, bizi eve sokmak kolay olmazdı, yalnız, arkadaşsız dakikamız bile geçmezdi.
Öğlen vakti büyüklerimize sefer tasıyla yemek götürmek ve bu arada kaçamak yapıp teze caminin önünde Kadir Dayıdan, “artiz” resimleri izlemek “gördüysen gördüm de” sorusuna “göördüüm” diye cevap vermek en sevdiğimiz şey değil miydi?
Horoz şekerciyi, nane şekerciyi, pamuk şekerciyi, elmalı şekerciyi, Şam tatlıcıyı, tavuk sütçüyü, gaynamış nohutçuyu, simitçiyi, dondurmacıyı dört gözle beklemez miydik?
Mahallemizde oynadığımız oyunların başında, sülü deynek modern ismiyle çelik çomak, develeme, uçurtma, yakan top, hombek yani birdir bir, Adıyaman hombegi, uzun eşşek!, köşe kapmaca, gaggılama, golum kıssa, beş taş, hollik, körebe, bilya yani bilye veya misket, saklambaç, yakalamacılık, hayfene kurma, ayak yere basmaz hop cambaz, ip atlama, çizgiye gazoz kapağı atma, mendil kapmaca, istop, topla oynanan ortada sıçan, minyatür kale futbol maçı, voleybol, tellerden ve makaralardan yapıp kablolarla renklendirip süslediğimiz tel arabalar, sakız'lardan çıkan artist, futbolcu resimleriyle oynadığımız oyunlar, genelde kızların oynadığı seksek, aklıma gelen sokakta oynadığımız oyunlar değil miydi?
Ya sapanla hedeflere nişan almak hep yaptığımız aktivite değil miydi?
Başka mahalleye "horhop"a gitmek oyun sayılır mıydı? Onu bilemem.
Bir maniniz yoksa annemler size gelecek diye, komşuya haber verme görevi bize verilmez miydi?
Misafirden misafire açılan, misafir gidince tekrar kilitlenen “misafir odaları’’nda çaylar içilip, piskevütler yenmez miydi?
Mutfaklarımızı tel dolaplar,
Duvarlarımızı guguklu saatler ve “Saatli Maarif” takvimi süslemez miydi?...
Selam olsun Malatya’mın güzel insanlarına...