ALTIN
 3.043,36
DOLAR
 35,4900
STERLİN
43,1978
EURO
 36,2820

Daha on üç on dört yaşlarındaydım. Ortaokula gidiyordum. Erkek öğrenciler ceket pantolon giyer kravat takarlardı. Kızlar da siyah önlük. Diz boyunu geçmeyen önlüklerimizin altına siyah ya da beyaz çorap, siyah önlüğün üzerine de beyaz yakalık takardık. Hem erkeklerin hem de kızların, siyah ve lacivert renklerde siperli şapkaları vardı. Başımız dik, alnımız açık yürüdük kokartlı şapkalarımızın altında.

Annelerimiz, derin bir kâsenin içerisine ıslattığı nişasta bulamacına batırır ve tülbent altında kömür ütüsüyle ütülerlerdi yakalıklarımızı. Kız dediğin temiz giyinmeli, kolalı olmalıydı yakalığı.

Küçük çapta onarım işleri yapardı yan komşumuz Halil Amca. Boylu poslu, yakışıklı sayılabilecek bir adamdı. Belki de ben öyle sanırdım. Gittiği yerlerden günlerce gelmezdi. Çok temiz giyinir, perçemi döküldüğünden şapkasız çıkamazdı sokağa. Hafiften de yana eğerdi şapkasını.

Karısı Güllü Teyze adamın yarı boyundaydı. Çukurunun içinde fıldır fıldır dönen gözünün bebekleri bir büyür bir küçülürdü. Cinliğinden değil, öyle alıştığından. Güllü Teyze’nin evinde kömür ütüsü yoktu. Her evde de bulunmazdı. Annemin ütüsünü aldığında da adamın pantolonlarında çift ütü izi bırakırmış. Bir keresinde siyah pantolununu üzerine bez koymadan ütülemiş, pantolon kayış gibi parlıyor diye dayak yemişti kocasından. Bazen de bize getirirdi, ben ütülerdim elin adamının pantolonlarını. Üstüme vazife olduğundan değil, kadın dayak yemesin diye… Halil Amca, ütülü pantolonunun altına yumurta topuklu ayakkabısını giyer, ince bıyığını bura bura elindeki küçük valizle günlerce gözden kaybolurdu. Evden uzun süreli çıkışlarında karısı onun ardından bir tas su serperdi.

Anadolu'da kendini diğerlerinden farklı gören açıkgöz tipler vardır. Halil Amca da bunlardan sayılırdı. Önceleri taş duvar ustalığı yaparmış. “Sen bu işleri bırak müteahhitliğe başla, bu işler sana göre değil” demiş birileri, o da sınıf atlamış, taahhüt işlerine girişmiş. Babam anlatırdı… Babam söylemese ben nerden bileceğim adamın geçmişini? İşi değişse de adı değişmemiş, “Daşcı” kalmış. Bir başkasının varlığını, malını mülkünü kendine mal edinmeye çalışan, şeytana pabucunu ters giydiren tiplerdendi.

Uzun süre evinden uzakta kalmasının verdiği yoksunluktan ya da karakteri gereği…dışarıda kadın kız ilişkilerinin olduğu söylenirdi kasabada. Güllü Teyze, “İftira atıyorlar, ekmeğinin peşinde koşuyor adam” der, toz kondurmazdı kocasının namusuna.

Halil Amca’nın hakkında yayılan söylentilerin üzerinden çok geçmedi. Üç çocuklu bir kadınla geldi kasabaya. Çocukların üçü de kız, en küçüğü beş, en büyüğü dokuz yaşındaydı. Üçü de birbirinden güzel. Hele o büyüğünün gamzeli gülüşü… Kadını görmeliydin… Selvi boylu, beyaz tenli, ay parçası gibi bir kadındı. Asri giyimliydi. Kadına, karısından boşanacağını, onunla evleneceğini söyleyerek kandırdığını söylüyorlardı. “Bir mutfağa iki kadın sığmaz” dedikleri gibi, evde iki kadın olunca kavgasız günleri geçmezdi. Zavallı Güllü Teyze’yi hergün dövüyor, ağır küfürler ediyor, onu evin dışına atıyordu. O da anneme sığınır, bir süre dinlendikten ve sakinleştikten sonra çaresizce evine dönerdi. Güllü’den nikâhını alıp Urfalı kızıyla nikâh kıymaktı amacı.

Karısına karşı davranışları ve üç çocuklu bir kadınla gelmesi kasabada hoş karşılanmadı. İtibarı zayıfladı, toplum tarafından dışlandı. Şapkası gözlerini kapatacak kadar eğildi Daşcı Halil’in. Önceleri süs olsun diye, caka satmak için eğiyordu şapkasını. Şimdi de utancından. Kasabada tutunamadı. Kadını ve çocuklarını alarak Batman’da iş aldım diyerek beraberinde götürmek zorunda kaldı.

Güllü teyze boşanmadı, nikâhını da vermedi. İki oğluyla yaşamaya başladı. Oğlanlar da aşağı yukarı benim yaşlarımdaydı. Gücü oranında yardımsever, cömert ve çok çalışkan bir kadındı. Annemin çok yakın arkadaşıydı. Buna karşın inanılmaz ölçüde saf, arı duru bir kadındı... Annemle babam kendi aralarında konuşurken temiz kalpli bir kadın olduğunu anlatırlardı. Okuma yazma bilmiyordu. Bilse n’olacak? Anlatacak dili yoktu. Paraya ihtiyacı olduğunda Batman’daki kocasına mektup yazardım onun ağzıyla. O ne söylerse onu yazardım. Adam üzülsün ve para göndersin diye biraz da acındırarak yazıyordum. Çocukların babalarını çok özlediğini, onsuz evin tadının olmadığını, bu yaptıklarının kendisine iyilik getirmeyeceğini, iki oğlunun günahından nasıl kurtulacağını yazıyordum. Özlediğini de yazayım mı derdim. ‘Nesini özleyeceem o cenabetin’ derdi, gülüşürdük. Her mektubunun sonuna da ‘Benim ahım seni ondurmaz’ diye yazmamı istiyordu. Kocasından gelen mektupları okumam için bana getirirdi. Her mektubun içinde kâğıt arasına sarılmış bir miktar para çıkar ama tek bir sözcük bile çıkmazdı zarfın içinden.

Ortaokulu bitirip yatılı öğretmen okulunu kazanmıştım. Bir yaz tatiline geldiğimde büyük oğulları Cahit’i dayısının kızıyla nişanlandıklarını, iş bulmak için kasabadan ayrıldığını, Halil Amca’nın da yeni ailesiyle kasabaya döndüğünü söyledi annem. Bademli Köyü’ne giden yolun üstünde, tren yoluna yakın bir yerde kiraladıkları evde oturuyorlarmış.

Güllü Teyze’nin saf bir kadın olduğunu söylemiş miydim? Babam dükkâna malzeme almak için İstanbul’a gidiyordu. Babamın gideceğini duyan Güllü Teyze bize geldi ve babama “Nazmi Efendi, Cahitimi görürsen anan seni çok özledi, dayın da düğün ne zaman olacak, bu işler fazla uzatmaya gelmez diye sıkıştırıyormuş de... Bana bir haber etsin” dedi. Babam güldü. “Güllü bacı Cahit nerede oturuyor? Adresini bilmeden koskoca İstanbul’da Cahit’i nasıl bulayım?” dedi. Güllü Teyze’nin babama “Nerde oturduğunu nerden bilem gurban…” deyişi bugün bile gözlerimin önüne geldikçe gülerim. Nurlarda yatsın, babam çok iyi kalpli bir insandı. (Yakın zamanda kaybettim babamı. Üç sene yatalak yaşadı. O haliyle bile kendisine telefon edip soranlara, “Benden bir isteğiniz var mı?” diye sorabilecek kadar yardımsever bir adamdı.)

Cahit’in adresini bilse onu arar bulur, parası pulu yoksa para verir, anasının söylediklerini söylerdi. Babamın İstanbul'dan döndüğü günün akşamında sofradaydık. Kendi kendine gülümsüyordu. Annem neye güldüğünü merak edip sordu. Anneme sürekli “Remziye Hanım” diye seslenirdi. -Başbaşa olduklarında bile annemin adını anmadan cümle kuramazdı- “Remziye Hanım biliyor musun ne oldu?” dedi. Annemin “Ne oldu?” demesine fırsat vermeden anlatmaya başladı. “Bu Güllü Bacı çok temiz kalpli bir kadın. Cahit’i görmemi istemişti de ben de adresi yok nereden göreyim demiştim ya... Üsküdar'da dolmuş kuyruğunda beklerken benim bineceğim dolmuştan Cahit inmesin mi? Kolundan yapıştım, sarıldım. Elimi öptü, anasının söylediklerini söyledim. Paraya ihtiyacının olup olmadığını sordum. O an anladım temiz kalpli insanların duygu ve düşüncelerinin Allah katında nasıl yer bulduğunu” dedi.

Daşcı Halil’in kasabaya döndüğünü söylemiştim. Bademli Köyü, Güllü Teyze’nin köyü. Orada, babasından kalma bağları bahçeleri var. İki ya da üç günde bir, kimi zaman da her gün doğduğu köye gidiyor. Atı yok eşeği yok, yürüyerek. Köyde annesini babasını görüyor bağda bahçede soğan patates dikip onları sulayıp çapalıyor.

Kadıncağız köye giderken, köyden dönerken Güllü Teyze’ye laf koymaz söylermiş kuması olan kadın. İncitici sözlerle rencide edermiş. Güllü teyze de kocasından korktuğundan mı iyi kalpli oluşundan mı nedense kadına karşılık vermez, sadece “Diline sağlık” der, yoluna yürürmüş. Anneme anlatırdı kumasının yaptıklarını. Bu durumlarda annemin çok müthiş bir lafı vardı. “Nedem! Cigeri götünden gele” derdi kadın için. Annemin meşhur bedduasıydı…

Günlerden bir gün Bademli Köyü’nün yolunu tutmuş. Kuması olan kadının kapısının önünden geçmek üzereymiş. Kadın, “Heey! Karaltın kalka Güllü karı! Şu kadının geberdiğini görür müyüm acaba! Allah senin ölüm haberini bana duyursun!” diyerek Güllü Teyze’ye beddular etmiş. Zavallı kadıncağız ağlaya ağlaya Bademli’ye yürümüş. Dönüşünde de şirret kadınla yeniden karşılaşmamak için o gece köyde kalmış.

Ertesi gün akşam evine dönerken kumasının evinin önündeki kalabalığı sormuş. Cenazenin evden çıkışını seryereden kadınlardan biri “Gözün aydın, kuman geberdi” demiş.

Güllü Teyze’ye beddua eden kadının bedduasının aynı gün bumerang gibi kendisine dönmesi herkeste büyük bir ibret vesilesi olmuştu.

Kasaba halkınının hepsi değilse bile pek çoğu “Oh be!” dediler. Urfalı kızını kara toprak bağrına bastı, onun üç güzel kızını da Güllü Teyze… Kızları evine aldı, onlara annelik etti. Kendi çocuklarını ve kumasından kalan kızları evlendirdi, yuva sahibi yaptı.

Halil Amca da ikinci karısının ölümünden bir süre sonra Güllü Teyze’ye geldi, ondan özür diledi. Günlerce dil döktü, yalvardı. Güllü Teyze onu affetmedi, kocalığa kabul etmedi. O ufacık tefecik, koca yürekli kadının bu davranışı kasabanın gözünde onu bir kere daha yüceltti. Onu ne zaman hatırlasam uzaktan da olsa sevgimi saygımı belli etmeye çalışır, ona dualar gönderirdim. Onun gibi yüzlercesi binlercesi olsa... Bu dünya ne kadar güzel olurdu.

İş hayatına başladım, evlendim. Uzun bir süre doğduğum kasabadan ayrı kaldım. Çocuklarım oldu.

Kasabaya her gidişimizde çocuklarımla annem gibi ilgilenir, onları çok severdi.

Bir yarıyıl tatilinde yine annemlerdeydim. Güllü Teyze’nin yoğun bakımda olduğunu, Daşcı’nın da Güllü Teyze’den yüz bulamayınca Urfa’da bir başka kadınla yeniden evlendiğini söyledi annem.

Yoğun bakımda da olsa görmeye gideceğim günün sabahında Güllü Teyze’nin ölüm haberi geldi. Ardından güzel sözler edildi dualar okundu. Büyük bir kalabalıkla son yolculuğuna uğurlandı. Sadece Daşcı gelmemişti Güllü Teyze’nin cenazesine.

Hiç unutmam. Eve döndüğümüzde, “Ölülerden bile korkar zalimler” demişti babam. Şubat 2025

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.