İnsan hayatının gelecekteki çerçevelerini belirleyen ilişkiler ağının temelleri, ilk çocukluk döneminde atılır. İlk çocukluk döneminde edinilen değerlerin oluşmasında, ailenin geleneksel çocuk yetiştirme anlayışı belirleyicidir. Bu anlayış; ailenin eğitimi, dahil olunan ekonomik ve sosyal çevre, alışkanlıklar, yaşanılan coğrafya, gelenek, görenek, inanç sistemlerinin etkisindedir.
Ailede kazanılan değerler, okul hayatının başlamasıyla farklı değerlerle bütünleşerek, kişiliğin ayrılmaz parçası olur, hayata yön verirler. Sosyalleşme, sorumluluklar ve görevler alma, sevme, sevilme, kızma, öfke, korku, yeteneklerin sergilenmesi şeklinde hayat bulurlar. İnsanın karmaşık dünyasının ürünü bilgiler, beceriler, duygular, algılar, yargılar, beğeniler şeklinde davranışlara dönüşürler.
Bu bileşenlerle ortaya çıkan gözlenebilir, ölçülebilir özellikler, kişilik kavramıyla anlatılan bütünün öğeleridir ve bir arada bulunurlar. Bireyin uyaranlara yönelik tepkileri, tüm bunların, bir bakıma kişiliğinin ürünüdür.
Birey bedensel ve zihinsel donanımına ait bilgi, duygu, beceri, algı, ilgi, yetenekleriyle farklılıklara sahiptir. Kendine özgü özellikleri vardır. Çocuk eğitimi, ailede başlayan ve kendiliğinden işleyen bir süreçtir. Örgün eğitim öncesi alışkanlıklarla işleyen süreç, okul hayatıyla sistemli faaliyetlere dönüşür.
Eğitim sistemi gelişen ve değişen dünyaya uyum sürecinde, toplumun mevcut değerlerini gözetirken evrensel değerlerle donanımlı bireyler yetiştirmeyi görev edinir. Burada en önemli olan, eğitim sisteminin hiçbir otoriteden etkilenmeden, bağımsız ve kendi bilimsel bulguları doğrultusunda hareket etme özerkliğine ve bireysel gelişimi esas alacak bir işleyişe sahip olup, olmadığıdır.
Eğitim sisteminin belirleyenleri arasında önemli bir yeri olan toplumsal yapı, farklı kategorik tabakalardan oluşmuştur. Her kategorik yapının kazanılmış hak olarak benimsediği, varlık nedeni olarak gördüğü statüleri, rolleri vardır. Bu statüler, varlık-yokluk nedeninin vazgeçilmezi olarak görülür; kültürel yapıyı, gelenekleri, alışkanlıkları, bireylerin yeniliklere uyum çabalarına katılımını etkiler. Bu etkinin beklenen düzeyde olması, alınacak eğitsel önlemlerle sağlanabilir.
Eğitim sisteminin değişime uyum amaçlı yapılanma sürecini ve uygulamanın nasıl olması gerektiğini, bilimsel bulgulara ya da kategorik yapıların endoktrinasyonuna göre belirleyip, belirlemediği önemlidir. Bu kategorik yapılar eğitim sistemi üzerinde etkilidir, belirleyicidir.
Değişim sürecinin dinamiklerinin belirlenmesinde etkili kategorik yapıların en üstünde; yasama, yürütme, yargı, güvenlik güçlerinin temsilcisi devlet aygıtı, devamında aile, inançlar, siyaset kurumu, hukuk düzeni, gelenek-göreneklerden oluşan ve özünde devletin ideolojik temsilcileri olan kurumsal yapılar başat rol oynar.
Başat yapılar eğitime, insan davranışlarının istenilen yönde olmasını, olası aykırılıkların kontrolünün sağlanması amaçlı uygulamaları dayatır. Bir anlamda, yetiştirilecek insanın çerçevelerini belirler. Eğitimin uygulama alanı okullar, üst yapının belirlediği bu eğitim sisteminin ürünüdür ve ideolojik devlet aygıtı görevi yapar. Genellikle mevcut dinamiklerin bozulmadan, yeniden üretilmesi üzerine kurgulanan üretim merkezleridir.
Günlük hayat, karmaşık görünen basit ilişkilerle yürür. Okullardaki durumda aynıdır. Süreç, öğrenci-öğrenci, öğrenci-öğretmen arasındaki karmaşık görünen çok boyutlu ilişkiler şeklinde kendiliğinden işler. Bu aşama kişinin kendisini gözden geçirmesi, başkalarını dikkate alması şeklinde yürüyen ilişkiler zinciridir. Kurallıdır. Ancak şurada şu kurala mutlak uyumalı gibi bir zorunluluk dayatılmaz. İnsanların kaynaşma, paylaşma, başkalarının sorunlarını öğrenme, empati geliştirme, tartışma, eleştiri-özeleştiri yapma, eylemlerini gözden geçirme, yeni yeni fikirler üretme gibi hayata uyum sağlama çabalarının toplamıdır.
Eleştiriye, diyaloğa açık ve sorgulayıcı olmanın, olay ve olguların neden, niçin, nasıl gerçekleştiğini araştırmanın, analiz ve sentez yapmanın temelleri buralarda atılır. Okuma, yazma, hesap becerileri edinme de bu sürecin ürünüdür
Devlete egemen zihniyetin, hayata dair tüm dinamik süreçlerin işleyişini belirlediği bilinen bir gerçektir. Tarihi kayıtlar; teokratik yönetim zihniyetinin özgür düşünen bireyler istemediğinin, totaliter yönetim zihniyetinin de özgür düşünen, sorgulayan, hayatı analitik düşünceyle değerlendiren insanların yetişmesinin önüne önemli engeller çıkardığının sayısız örnekleriyle doludur.
Eğitim sistemi, insanın; toplum tarafından bilinen, korunan tüm değerlerin üstünde değerler bütünü olduğu, bu üstünlüğünün yaratıcı yeteneklerinden kaynaklandığı gerçeğinden hareket etmelidir. Demokrasinin işlerliği, ancak ve ancak insanı öncelikli kabul eden siyasal yapılarla mümkündür. Bu nedenle, eğitim sistemi insan merkezli kurgulanmalıdır. Kaliteli hayat, çerçevelerinden arındırılmış hayattır. Bu hayat bireye yapılacak yatırımla kurulabilir. Her insan; dil, ırk, inanç, cinsiyet, cinsel tercih, ten rengi, doğduğu coğrafya, kafatası yapısı farkına bakılmaksızın kıymetlidir. Bu kıymeti nedeniyle en temel insan haklarından sonuna kadar ve hiçbir engelle karşılaşmadan yararlanmalıdır.
Unutulmamalı, eğitim insanın en temel haklarındandır.