ALTIN
 3.043,36
DOLAR
 35,4900
STERLİN
43,1978
EURO
 36,2820

Daha önceki yazılarımda da belirtmiş idim baba tarafından aslen Akçadağ Bekirçavuşlar Sülalesi’ndenim. Zamanında nasıl olmuşsa bilemiyorum. Babamın amcası Sofu lakaplı Ahmet Amca’ya Polat’tan Zeynep isimli bir eş getirmişler. Zeynep, Haci Kadir’in kızı, Mustafa Karaman’ın da kız kardeşidir. Bunun üzerine Polat-Akçadağ trafiği hızlanır, halam Nazire, Polat’a gelin gider. Bu olaydan sonra sülalemize Polat’tan epeyi gelin gelir. Babaannemin kardeşi Osman Dayı’nın hanımı Elif Abla da Polat’tan geldi.

Osman Dayı’nın hanımı Elif Abla beni çok sever, Sakaosman’da bulunan bahçelerinde sadece benim meyveleri yememe razı olurdu. Babam ve dolayısı ile ben nazlı idim. Elif Abla aynen “Gel Selami gurban olam, bağçayı (bahçeyi) dolaş, ağaçlara çığ (çık) neyi beğenirsen ye” derdi. Ben de fırsat bu fırsat diyerek o bahçeyi dolaşır, nimetlerinden istifade ederdim. İşte o bahçe yakın zamana kadar imara açılmamış idi, en sonunda birkaç sene önce yıkıldığına ve yerinin de apartmanlara teslim olduğunu öğrendim. O bahçede bir kızılcık ağacı vardı.İşte o kızılcık ağacının altında yalan söylemeyeyim; yüz kişi piknik yapardık. Maalesef miras ve paylaşma kaygısı o müthiş ceviz ağacını, kızılcığı dutları, ata yurdunu yerle bir etti.

Halamın eşi Mustafa Karaman tam anlamı ile bir dağ ve av aşığı idi. Onun av ve ayı hikayelerini defalarca dinledim. Rahmetli Sofu (dedemin abisi) üç evlilik yapmış. Birinci evliliği Ergani Bakır Madeni’nden olmuş. Dal Emine derlermiş. Sofu, Zeynep’ten başka diğer evliliğini ise bir ermeni kızıyla yapmış. Akçadağ’da Ermeni ana ve iki kızı açıkta kalmışlar. Bu üçünü de Bekirçavuşlar himayelerine almışlar. Kızların biri de Ahmet Amcamız ile evlenmiş. Sene 1910 civarı… Babaannemin anlattıklarına göre onlar bizlere çok yardımcı olmuşlar. Çok da hünerli imişler. Özellikle yaptıkları hamur işlerinin tadına doyulmazmış. Bir iki sene kaldıktan sonra yurt dışından akrabaları çağrı yapmışlar. Bu çağrı üzerine üç bayan da bizlerden ayrılmışlar. Giderken Ermeni gelinimiz de hamile imiş. Onlardan halen haber yok. Onların Fransa’ya gittiklerini tahmin ediyorum. Amerika da olabilir.

Sene 1950’ler… İri burunlu bir otobüs ile Polat’a, halamlara gidiyoruz. Çamurlu yollardan aşarak, çamurlara saplanarak, otobüs itilerek zorlukla Polat’a vardık. Halamlarda iken bir baktım evde bir ayı yavrusu var. Mustafa Dayı onu Şakşak Dağı’nda bulmuş ve getirmiş.Tam sevimli zamanı. Onunla vakit geçiriyoruz, oynuyoruz. O da biz de çok mutluyuz. Rahmetli Kadir Karaman da benim çağlarda. O ayı yavrusu ile sık sık güreş tutardı. Ayı yavrusu diyip geçmeyin. O kuralları insanlardan iyi biliyor. Sırtının yere geldiği anda ondan sakınacaksınız. Bunu çok iyi bilen Kadir ayı yavrusunu biraz zorluyor, ancak onu yenmiyordu. Daha sonra ayı yavrusunun saldırısı üzerine yalandan sırt üstü yere düşüyordu. O zaman dünyalar ayıcığın oluyordu. Ayı adeta uçuyor ve oynuyordu. O ayıcığın psikolojisini çok yakından tanımış, onunla adeta kardeş olmuştu. Daha sonra anlatacağım Ayı Nevzat olayında, Nevzat ayıların psikolojisini bilmediği için az daha parçalanıyordu.

Ayıcık, Polat’ın gülü olmuştu. o daha küçüktü, Polat çarşılarında dolaşıyordu. Bir gün birisi ayıcığa iyilik olsun diye bir parça et verdi. Ayıcık sıçramaya başladı, biz oyun oynuyor sandık, ne ise verilen et parçası ayıcığın nefes borusuna kaçmış. Yavru ayıcık orada ölmez mi? Bizler adeta yasa büründük. Mustafa Dayı zaten sinirli. Polat’ı birbirine kattı ama ne çare ki giden geri gelmiyordu. Biz de böylece Kadir ile birlikte bir arkadaştan yani ayıcıktan mahrum kaldık.

Mustafa Dayı efsunlu olduğunu söyler dağ taş ve çalıların altında yılan çayan arardı. Cebinde yılanları gezdirir, avcılık hikayeleri anlatırdı. Ayıların nasıl peşine düştüklerine gelince. Bunları anlatırdı:

“Bir gün mağarada iki üç ayının olduğunu işittik. Birkaç kişi mavzerlerimizi alarak mağaraya onları vurmaya gittik. Mağaranın üzerinde saatlerce bekledik ama ayılar çıkmadı. Onun üzerine ben mağaranın önüne atladım. Tütsü yaparak mağaranın içine yolladım. Mavzerle de ayıları beklemeye başladım. Ayının biri inden çıktı, kaçmaya çalışır iken mavzerle ayıya sıktım. Kurşun ayının kıçını sıyırdı. Ancak bunu gören erkek ayı mağaradan hışımla çıkarak üzerime saldırdı. Kaçmaktan başka çarem yok idi. Kayalıklara doğru tırmandım. Ayı pençesini attı, tırnakları yemenimin altını çizdi. O anda kafamdan yalım (alev) çıktığını hissettim. Ben de ayı da kurtulmuştuk.

O günden sonra bu ayıyı görenler kıçındaki kermeden (yara izi) dolayı Haci Kadirin Mustafa’nın ayısı derlerdi.”

“Bir gün Polat dağlarına keklik avına gittim. Evsin dediğimiz taşla yapılan barınakta bekliyorum. Meri kekliği de biraz ileriye taşların arasına kurdum, keklik beklerken birden bire bir homurtu ve hışırtı duydum. Ayağa kalkar kalkmaz ne göreyim, kocamış, çok iri bir ayı. Beni görünce o da ayağa kalktı. Çok korkmuştum. Ayı benim boyumdan çok daha uzundu. Ellerini omuzuma koydu, birbirimize bakıştık. Ayının şorikleri (salyası) yüzüme doğru akıyordu. Şaşırdım kaldım. Ona, karşımda ayı değil de bir adam gibi yalvarırcasına “Ayı gardaş ben sana ne yaptım, benden sana zarar gelmez, haydi yoluna” dedim. O da mutlaka anladı ki homurdanarak yere indi ve yavaş yavaş uzaklaştı. Elimi dudaklarıma doğru götürdüm, elim kanlandı. Korkudan dudaklarımın çatladığını anladım.”

“ Gene, bir gün gene Polat Dağları’nda dolaşıyorum. Bir tepenin başına vardım. Aşağıyı seyrediyorum. Birden gözüme bir hareketlilik ilişti. Dağ armudunun etrafında bir ayı iki yavrusu ile armut ağacının altında dolaşıyorlar. Yavrular daha minik beş altı kilo ancak var. Ana ayı yerden büyük bir taş alıyor armudun gövdesine taşı vuruyor, armutlar yere düşerken birden bire yavrular onları kapmaya çalışıyorlar. Ana ayı yavrularına kızmaya çalıştı ama onlar çok şımarıktı. Laf dinlemiyorlardı. Ana ayı baktı ki olmayacak çocuklara birer Osmanlı tokatı vurdu. Bu dahi işe yaramadı. En sonunda ana ayı derin bir çukur açtı, yavruları çukurun içine koyarak üstüne de iri bir taş koydu. Ana ayı başladı armutları silkelemeye . Armudun tüm armutları indikten sonra, armutları bir araya yığdı ve taşın yanına giderek taşı kaldırdı. Bir de ne görelim yavrulardan biri sizlere ömür. Ana ayı başladı böğürmeye ve ağlamaya. İşte böyle Malatyalılar. Ayı bile olsa ana değil mi?

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.