ALTIN
 3.714,14
DOLAR
 38,0208
STERLİN
50,0889
EURO
 42,0049

Merkezi devletlerin en temel özelliği otoriter eğilimi benimsemeleri ve yasakların yönetim anlayışının ayrılmazı olmasıdır. Bu durum genellikle ve çoğunlukla, olay ve olgularla ilgili kişiye özgü düşüncelerin açıklanmasının, mevcut yönetim uygulamalarının eleştirel bir bakışla değerlendirilmesinin yasaklanması, gelecekle ilgili duygu dünyası ve hayallerin ürünü varsayımların başkalarına ulaşmasının engellenmesi şeklinde devam eder.

Benzer uygulamalar otoriter eğilimli aile hayatında da sıklıkla yaşanır. Bu ailelerde doğup, büyüyen ve bu ortamdan yetişkinlik hayatına başlayan çocukların ve gençlerin yaşadığı en büyük olumsuzluk, duygularını ve düşüncelerini özgürce ifade edebilecek ortamların olmaması, farklı düşüncelerin ve özellikle duyguların dile getirilmesinin sürekli baskılanmasıdır. Dahası, duyguların ifade edilmesine ayıplanacak iş yapmış gibi tepkiler verilmesi, bu tepkilerin aile ya da ebeveyn hakkı gibi aleni şekilde sergilenmesidir.

Günlük hayatın rutini içinde, düşüncelerin, duyguların ve davranışların ister devlet kaynaklı, isterse aile kaynaklı otorite tarafından bastırılması, yer yer yasaklanması, devamında cezalandırılmasıyla karşılaşan bireyler kendilerini özgürce ifade edebilecekleri ortamdan mahrum kalırlar. İlgilerin beden değişimine ve karşı cinse yöneldiği ergenlik dönemindeki baskılar; yasaklar, ayıplamalar, cezalar, gelecekte yaşanacak travmalara zemin hazırlar.

Ekonomik yetersizliklerle, siyasal ya da sosyal baskılarla, yasaklarla, cezalandırılmalarla kuşatılan insan, doğal olarak duygularını da gereği gibi yaşayamaz.

Ekonomik yetersizlik, sosyal sorumluluklar üstlenilecek etkinliklere katılmasına, yaşıtlarıyla, aynı düşünce ve duygu dünyasına sahip olduğu insanlarla zaman geçirmesine, siyasal baskılar, düşüncelerini dilediği gibi ifade etmesine, sosyal baskılar, farklılıklarını gereği gibi yaşamasına engel teşkil ederler. Bu engeller kişinin, yaşıtlarıyla etkileşimini, iletişimini, sosyal yönden gelişimini olumsuz etkiler. Düşüncelerini özgürce ifade edeceği, sevinçlerini, üzüntülerini, heyecanlarını, hayal gücünü, yaratıcılığını paylaşacağı ortamlardan mahrum kalır.

Bu olumsuzluklar, bireyin kendisini gerçekleştirmesini engeller ve benlik üzerinde kalıcı hasarlara neden olur. Duyguların gereği gibi yaşanmaması, uyum sorunlarını beraberinde getirir. Birey duygularını anlayamaz, anlayamadığı bir durumu anlamınca ifade edemez, yaşının gereği tutum ve tavırlar sergilemekte kuşkucu davranır, davranışlarının ve tepkilerinin sosyal normlara uygunluğu konusunda sürekli tedirginlik hissi yaşar. Bu durum bireyin hayat kalitesini düşürür, güven sorunu yaratır, aidiyet geliştirmesini engeller. Uyum problemlerine, fiziksel ve ruhsal yönden sağlık sorunları yaşamasına neden olur.

Erkek egemen zihniyetin ürünü otoriter anlayış tarafından duyguların bastırılması, yasaklanması ve cezalandırılmasına kadar uzanan sürecin en çok zarar görenleri, kız çocukları ve kadınlardır. Bu anlayışın kabulü, erkek egemen zihniyetin zaferi gibi sergilenmekte ve yönetim anlayışının temelini oluşturmaktadır. Bu durum devletin karar merkezlerinde erkeklerin egemenliğinin, aile hayatında erkeklerin belirleyici gücünün kabullenilmesi şeklinde hayat bulmakta, sürekli kadınlar aleyhine işletilmektedir. Tek taraflı ve aynı zihniyet tarafından işletilen bu mekanizmanın uygulamada en büyük sıkıntısı, tekdüze ve baskıcı bir anlayışın hayatı kuşatması, insan haklarına saygının askıya alınmasıdır.

Hayatın her alanında egemen ve belirleyici olan otoritenin en belirgin uygulaması, kontrolü elden bırakmadığının göstergesi güvenlikçi politikaları hayata geçirmesidir. Merkezi devlet gücünün her şeyin kontrolünü elinde bulundurmasıdır. Devletin politikalarının eleştirilmesine tahammülsüzlük, çok sesliliğe izin verilmemesi ve bireyin ikinci plana itilmesidir.

Bu anlayışın gelecek açısından en büyük tehlikelerinden birisi de, eğitim sisteminin güvenlikçi politikalara göre yapılandırılması ve bu anlayışa uygun özellikte insanlar yetiştirilmesiyle ilgili yapılacakların listelenmesidir.  Mevzuatın, programların ve ders kitaplarının içeriğinin merkezi otorite tarafından bu anlayışla hazırlanmasıdır.

Merkezi ve tekçi anlayış, eğitim kurumlarının işleyişine dair düzenlemeleri, eğitim yöneticileri ve öğretmenlerin niteliklerini, atanmaları ve meslekte yükselmelerinin şartlarını belirlerken, liyakati değil, sadakati esas alan anlayışla hareket etmektedir. Kontrolü elden bırakmayan ve paylaşımcı olmayan bu mantık, eğitim kurumlarının işleyişini de belirlemektedir.

Öğrencilerin neleri, ne zaman öğreneceğinden, eğitimcilerin neleri, ne zaman öğreteceğine, hangi gün hangi etkinliklerin yapılacağından, hangi önemli günlerin nasıl kutlanıp, anılacağına varıncaya kadar yapılacakların listelenmesi ve hemen her şeyin çerçevelerinin çizilmesi, sistemi tek düze bir anlayışa mahkûm etmektedir. 

Bu tek düze anlayış, bireyin; çok yönlü gelişimini engellemekte, yaratıcı yeteneklerini dumura uğratmakta, kendisini gerçekleştirmesine fırsat vermemektedir. Sistem; kalıplaşmış, şablon bilgilerin tekrarına dayanan, sınava hazırlık amacını önceleyen mekanik bir işleyişe tabi, okullar ezberci anlayışa teslim olmaktadır.  

Her insan farklı bir değerdir ve en temel özelliği yaratıcı yeteneklerinin olmasıdır. Eğitim sistemi zaman kaybetmeden, bu gerçek üzerine kurgulanmalıdır. İnsana saygının temeli olan değerler, evrensel hukukun egemenliği ve eşit yurttaşlık temelli yönetsel yapı bu kurguyla işleyen bir eğitim sistemiyle kazanılabilir.

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
reklam
reklam