ALTIN
 3.714,14
DOLAR
 38,0208
STERLİN
50,0889
EURO
 42,0049

Ölüm yıldönümünde rahmetle anıyorum.

1937 yılının, Ilık ve pırıl pırıl bir İstanbul sabahı...

Atatürk Dolmabahçe Sarayı’nın denize bakan balkonunda sabah kahvesini yudumlarken;

Genç bir kayıkçı, kürekleri aheste aheste çekerek sarayın önünden geçer...

Dudaklarında hazin ve yanık bir şarkı vardır...

Sarı kurdelem sarı

Dağlara saldım yari

Dağlar kurbanın olam

Tez gönder nazlı yari, yandım hey, vallah yandım esmerim

Ben esmeri badem ile fıstık ile beslerim.

Bu şarkıyı dinleyen Atatürk çok etkilenir. Şimdiye kadar hiç duymadığı bu şarkıya hayran kalmıştır. O gece Safiye Ayla’ya olanları anlatır ve bu şarkıyı söylemesini ister ve üç defa tekrar ettirir, sonra mecliste bulunan Selahaddin Pınar’a sorar;

Bu şarkının bestekarı kimdir?

Fahri adında bir genç paşam.

O halde bestekarından dinleyelim bu eseri...

...

...

Taksim Bahçesindeki programını bitiren genç müzisyen Cağaloğlu’ndaki pansiyonuna dönmüş ve dinlenmek için yatağına uzanmıştır. Kapının kırılırcasına çalınmasına uyanır ve kapıya yönelir ;

“Kim o”?

“Polis...Kapıyı aç”

Gecenin bu saatinde polisi buraya getiren sebep ne olabilirdi, yoksa yine bir iftiraya mı kurban gidiyorum? Düşüncesiyle kapıyı açtı.

“Giyin benimle gel” diyen sert komutla kendine geldi.

Giyinip gelen genç adam, ısrarla soruyordu;

“Nereye götürüyorsunuz, suçum nedir?

“Cinayet işlemişsin, olay yerinde tatbikat yapacağız, diye cevap verdi polis.

“Korktuğum başıma geldi. Demek yine bir iftiraya uğradım” diye düşündü genç müzisyen.

“Benim cinayetle ilgim yok, iftira atmışlar bana“ dedi ama polis onu dinlemeden motosikletin sepetine atıp gaza basmıştı bile.

Motosiklet hızla yol alırken, gözlerini kapayıp başına gelen bu olaydan nasıl kurtulacağını düşünürken, bir süre sonra motosikletin durduğunu hissedip gözlerini açtı.

Polis elinden tutup yere indirirken;

“Çok mu korktun”? Dedi ve ilave etti:

“Şaka yaptım, şaka. Haydi bakalım doğru Dolmabahçe Sarayına, Atatürk seni huzuruna istemiş. Hayırdır inşallah”

Genç müzisyeni alıp, Atanın huzuruna çıkarırlar, iki elini öptükten sonra saz heyeti arasında kendine gösterilen yere oturur. Saz heyeti, Nubar Tekyay, Şükrü Tunar, Necati Tokyay, Selahaddin Pınar gibi dev isimlerden oluşmaktadır.

Masanın üzeri fındık, fıstık, badem doludur.

Atatürk; “Haydi, işte fıstık işte badem. Başla bakalım”.

Şarkı söylendikten sonra, Atatürk “ben olsam esmeri kaymakla beslerdim” diye latife yapar.

O günden sonra Atamızın övgüsüne mazhar olan ve devrin en büyük saz üstatlarının olduğu bu kadroya dahil olan genç müzisyen, sonraları Malatya’lı Fahri adıyla tanınacak olan Fahri Kayahan’dan başkası değildir...

...

1918 yılında Malatya’da doğan Fahri Kayahan’ın babası Gaffar Ağa’lardan Mustafa Bey, annesi Şam Kadısının kızı Şerife Hanımdır. Kız kardeşi Makbule 11 yaşında vefat edince ailenin tek çocuğu olarak büyümüştür. İlk orta tahsilini Malatya’da tamamlar. Evleri bugünkü P.</p>
                                    
                                </div>

                                                            </div>
                        </div>

                        <section>
                            <div id=

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.