O doğduğunda, Türkiye Cumhuriyet'i henüz on yaşına girmemişti. Yıl, 1930. Doğduğu yer, Niğde'nin Aksaray ilçesiydi.
Daha küçük bir çocukken, köylerinin yaslandığı dağın eteğinde, koyunlara, kuzulara çobanlık ediyordu. Dağın tepesinden kopup gelen buz gibi soğuk bir yel, yarı çıplak bedenini adeta kurutuyordu! Sırtında bezden bir köynek, ayağında paçaları uzun bir dondan başka giysisi yoktu. Kışın soğuğunu iliklerinde duyumsuyor, ayağını kesip kanatan çarığın verdiği acıyı anlamıyordu bile...
Gece gündüz dağda koyunlarını otlatırken babası ona azık getiriyordu. Babası bazı günler hiç uğramıyor, çocuk aç açına dolaşıyordu öyle.
Yalnızca çobanlık etmiyor, babasının yerine tarla sürüyor, anasıyla birlikte ekin biçiyordu. Anası ozan yaradılışlı bir kadındı. Ekin biçerken türküler söylerdi. Türküleri, kendi yaşamlarını anlatırdı.
"İğnem düştü yakamdan.
"Gel arkamdan arkamdan.
"Sen gelirsen arkamdan,
"Ben korkmam kaymakamdan."
Ya da:
"Usturamı bilerim,
"Biler biler silerim.
"Hökümete çıkınca,
"Sevdiğimi dilerim."
Kulakları bu türkülerle yıkanan çocuk bazen kendi tarlalarında, bazen de on kuruş gündelikle başkasının tarlasında çalışıyordu. Bir anlamda babası onun emeğini kiralıyordu.
Birinde de komşu köyün ağasının topraklarını sürmesi için götürülmüştü. Henüz on yaşında var yoktu! Günlerce, günlerce topakla boğuştu burada. Akşam olunca şıra tarhanasından dürüm yiyerek karnını doyurdu. Yanında kaldığı aile geceleri de boş oturmuyor, bulgur çekiyorlardı. Onlara anasından öğrendiği türküleri söylüyor, hoşça zaman geçiriyorlardı.
Hoşça zaman geçirirken bile kendi köyünü, ailesini özlüyordu çocuk.
Toprakların sürülmesi bittiği gün, öküzleri eve gönderip kendi köyünün yolunu tuttu. Kimselere söylemedi geri döneceğini. Kimseden izin istemedi. İçinde büyüyen özlem ateşiyle Kocadağ'ı aşıp baba ocağına döndü.
O yıl mıydı, ertesi yıl mı yoksa? Toros Dağlarının eteklerinde kurulmuş olan İvriz Köy Enstitüsü'ne yazıldı çocuk. Kuşağının bütün köy çocukları gibi ilk kez ışığı orada gördü. Hayatın, sanatın ve bilimin ışığıyla aydınlandı.
1947'de öğretmen çıktı.
Öğretmenlik ettiği köyden "Varlık" dergisine notlar yazmaya başladı. Sonra o notları bir kitapta topladı: "Bizim Köy". Ve o kitap dünyanın birçok diline çevrildi, okundu, beğenildi.
Yalnızca bir kitap yazmış olmadı, ayağı çarıklı çocuk; bir kuşağa yazma cesareti aşıladı!
Çocuğun adı Mahmut'tu, soyadı Makal.