Evvel zaman içinde,
Kalbur saman içinde,
Deve tellal iken, pire berber iken
Ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken,
İsminin başına yeşil sıfatı eklenmiş, her köşesinden ab-ı hayat fışkıran, suların evlerin içinden bile geçtiği, gece kapıların kilitlenmeden yatıldığı, asvalt denen bin türlü kimyasal içeren kaplama malzemesi pek yaygın olmadığı için tüm şehrin ömürlük granit taşlarla döşeli olduğu, bundan dolayı arabaların tıngıır mıngıır gittiği, ulaşımın genellikle faytonlarla yapıldığı ve çocukların paytonların arkasına asılıp, neticesinde de kamçı yediği, küçüklere sevgi, büyüklere saygı gösterildiği, insanların eşleriyle rahatça yürüdüğü, kimsenin kimseyi rahatsız etmediği, mahkemelerin işsizlikten şikayetçi olduğu bir şehir varmış...
Bu şehrin insanları delilerine bile velilerimiz diyecek kadar mütevazı insanlarmış...
Bu şehirde insanlar tanısın tanımasın birbirlerine, " Yeryüzünde selamı yayınız" emrinden hareketle selam verip hal hatır sorarlarmış.
Selam verenin selamını "Size selam verilince daha güzeliyle mukabele edin" emri uyarınca daha güzeliyle, yani "sadaka" olan güleryüzüyle alan dolayısıyla selamın o ulvi güzelliği sonucunda şehre yayılan dostluk kardeşlik ikliminden herkesin nasiplendiği "komşusu açken tok yatan bizden değildir" diyerek, zengini fakiri bir arada kardeşçe yaşayan, bir şehirmiş burası.
Bu yeşil cennet gibi şehirde insanlar, ne kadar uğraşsalar da, "körpü" ye köprü, "torpağh" a toprak, "yarpağh" a yaprak diyemezlermiş. Ama ne hikmetse "kirpik" yerine de kiprik derlermiş.
Derelerde çimen , horhop için parka giden, Kapılık, Horata, Kernek, İnek Pınarı gibi soğuk su başlarında hayfene yapan, Ganere'de, mis gibi tere yağlı Gelelli kebabını, Saman pazarında İbrahim Babanın kağıt kebaplarını, Pastacı Rıfat'ın su böreklerini, Temelli pasajında, merdiven altında, dondurmacı Süleyman'ın dövme dondurmasını yiyen, üstüne otuz iki dişe keman çaldıran Demir Gazozunu içen, Beykoz Kundura mağazasından, Kırk ambar, Ucuzcu Dursun, Saltoğlu, Arsel ve Yıldız mağazalarından alış veriş yapan, Kirkor'un dolmuşuyla seyahat eden, altmış dört model şevrolelerle Fahri Özyıldırım'ın ve İlhan Kızılay'ın türkülerini dinleyerek gonfor yapmayı, yazlık bahçelerde sinema seyretmeyi ve çekirdek çitlemeyi seven insanların olduğu bir şehirmiş burası.
Bu şehrin insanları, çocuklarına edepli olmanın, herşeyden önemli olduğunu "önce edep" diyerek vurgulamışlar, " her şey olmak kolay da adam olmak zordur" düsturundan hareketle "adam gibi adamlar" yetiştirmişler, bunun sonucunda bir çok bilim adamı ve de iki Cumhurbaşkanı çıkaran, mert ve iyi insanların çoğunlukta olduğu bir şehir olmanın gururunu yaşamışlar.
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine diyerek bu kısa masalı bitirelim.
Selam olsun bu masalın kahramanı olan Malatya'mın güzel insanlarına...
Selam olsun Malatya'ma...