Çocukluğumun, ilk gençlik çağımın önemli bir bölümü bu çarşıda geçmişti. Babamın dükkânında... Özellikle de yaz tatillerinde.
Fırat İlkokulu'ndan çıkar çıkmaz Yeni Cami'nin avlusundan vurur, Şark Sinema'nın bulunduğu sokağa sapar, oradan Kasap Pazarı'na gelirdim.
Bizim çarşı esnafı, yani kasaplar, okuyan çocuklara hep sevecenlikle bakardı. Onların bu bakışını hep üzerimde duyumsardım.
Tatil aylarındaysa banliyö tren yolunu aşıp Davar Pazarı, Arabacı Pazarı, Saman Pazarı'nı geçip Hal Binası'nı bir boy adımlayıp Kasap Pazarı'na gelirdim.
Sabahın erken saatlerinde çarşı esnafı henüz dükkânını açardı. Demirci Pazarı, Şire Pazarı, Buğday Pazarı yeni yeni canlanırdı.
Çarşı pazara mal getiren köylülerin kalabalığı özellikle 1960 sonrasında artış göstermişti.
Demirciler ocaklarını yakar, köylülere tarım aletleri yaparlardı.
Berber dükkânları, köyüne dönmeden önce tıraş olmayı zorunlu gören müşterilerle dolardı.
Şire Pazarı, özellikle yaz sonuna doğru yeni ürünlerle dolup taşardı: Kuru kayısı, kabuk, çekirdek, ceviz, dut bastığı, kayısı bastığı, kesmece, ceviz sucuğu, kuru üzüm, bal, pekmez... adeta göz doyururdu!
Malatya'nın her evinde teneke kutularda, küplerde, sandıklarda kış için saklanan bu ürünler o kadar boldu ki, adeta dükkânlardan taşardı.
Kasaplar en erkenci esnaftı çarşıda. Birçok kimse, gün doğmadan çıkardı evinin kapısından. Bir şevkle çarşının yolunun tutar, tren yolunun üst yanındaki Davar Pazarı'na gelir, köylülerin getirdiği kesimlik hayvanları seçerlerdi. Geç kalan, semiz hayvanları kaçırmış olurdu. Her kasap günlük ihtiyacına göre birkaç hayvan alır; mezbahaya gönderilmek üzere görevli kişilere teslim ederdi. Her kasabın kendine özgü bir işareti vardı; boya ile bu işaret (nişan) hayvanın üzerinde belirtilirdi. Kimi başına, kimi, böğrüne, kimi arka bacağına bir işaret çekerdi. Bu işaretleri okumanın ustası ise, mezbahanın başkalfası idi. İşaretlerle ilgili bir yanlışlık hemen hiç yaşanmazdı.
Mezbahaya giden hayvanların etleri, vakit öğlen saatlerine ulaşmadan Belediyenin et kamyonuyla çarşıya getirilir, üzerine sabit kalemle yazılmış numaraya göre dükkânlara dağıtılırdı.
Bir iki saat sonra da, yine mazbaha işçilerinden biri (Topal Memik miydi adı?) etleri kancalara takma parası toplamaya çıkardı. "Et takma parası" mıydı adı? Yanlışım varsa Ömer Dut düzeltsin lütfen.
Yaz ayları boyunca sığır eti kesilmezdi. Sığır eti ağır olur, denirdi. Sığır kesmek için kış aylarını beklemek gerekiyordu.
Şimdilerde maşallah, ağustos sıcağında bile sığır etleri dolduruyor vitrinleri. Bir gelenek yok edilmiş...
Ayrıca bahar ayları boyunca gebe hayvan ile süt kuzusu kesilmezdi. Kuzuyu mezbahaya gönderebilmek için hayvancık yaşını doldurmuş olmalıydı.
Kadim zamanlarda kasap dükkânlarında buzdolabı hemen hemen hiç yoktu. Bizim çocukluk yıllarımızda, kasap esnafı arasında buzdolabı olan sayılıydı. Buzdolabının yerine etler ıslak hilatlara (hılalara) sarılır; teldolapta saklanırdı.
1960 sonrasında buzdolabı olan dükkân sayısı arttı. Sanırım yetmişli yıllara gelindiğinde, her dükkânda buzdolabı vardı artık.
Buzdolabı sayısı artmıştı ana, Malatya'da onarımcı sayısı tekti. Mustafa Başsoy adında bir onarımcı, hemen her dükkânın çağrısına koşardı. Malatya'nın sıcaklarında bu buzdolapları daha mı fazla bozulurdu? Belki de... Elektrik kesintileri de sıkça yaşanırdı sanki...
Dükkânlarda akan su Yeni Cami'den borularla gelirdi. Hiç durmaz, sürekli akar, küçük, beton arklarla tahliye olurdu. Bu su için ücret ödenmezdi.
Sonradan o camiden gelen suyu kestiler. Turgut Temelli zamanında mıydı; sanırım evet... Yerine şehir şebeke suyu bağlandı. Sayaç takıldı her dükkâna. Kullanılan suya fatura kesildi.
Toplam sayısı yirmi sekiz olan dükkânlar için malatya Belediyesi'ne yıllık kira ücreti ödenirdi. Bir sıra dükkân sırtını Pamukhan'a vermişti. Bir sıra da, kilisenin duvarına yaslanmıştı.
Şark Sineması da günün her saatinde ayrı renk katardı Kasaplar Çarşısı'na. Bir kez sürekli müzik yayını yapılırdı. Merhum Kasap Rifat Kalay (Yayla Kasabı) sinemadan kendi dükkânına bir kablo çektirmiş, aynı müzik onun dükkanından da yayınlanıyordu çevreye. Rahmetli keyif ehli biriydi. Kravat takan ender kasaplardan biriydi. Keza fötr şapka takar... Pantolonu ütülüdür. İstanbul Türkçesiyle konuşur... Gece yaşamına düşkünlüğü de bilinirdi.
Salı günleri Şark Sineması kadınlara metine oynatırdı. Bazen şık giyimli, gösterişle hatunlar sinemaya gelirdi. Merhum Rıfat ağabey, hanımları görünce dayanamaz, et satıyormuş gibi yaparak laf dokundururdu: "Yayla kuzusu bunlar, yaylada yayılmışlar..."
Kadınlar rahatsız olmaz, onu et reklamı yapıyor sanarak geçip giderlerdi.
Benim için dükkân okuma yeri gibiydi. Bütün gün dergi ve gazete okurdum dükkânın önünde. Bu dergi ve gazeteler kiloyla satın alınırdı. Et sarmak için. Bütün gazeteleri, dergi sayfalarını elden geçirirdim.
Gün gelecek, o dergilerin, gazetelerin yazar ve çizerleriyle tanışacak, kimileriyle dost olacaktık Babıali'de!
Kasap Pazarı'nda hemen her dükkânda, Atatürk'ün ya da İsmet Paşa'nın, Fevzi Çakmak'ın resimleri asılı olurdu. Politikayla uzak yakın ilgisi olan insanlardı. Gazete okuyan, radyo haberlerini kaçırmak istemeyen insanlar vardı. Malatya Hükümet Meydanı'nda yapılan mitingileri kaçırmayanlar... Ama kimileri de politik görüşlerini kendine saklayan iddiasız insanlardı.
Dindar esnaf, dini inancını sermaye yapmazdı doğrusu. Namazında, orucunda ve kendi halinde yaşayıp giderdi kasaplar. Sesi güzel olanlar dükkânında ilahi okur, müezzinlik eder, ama başkasının inancına karışmazlardı.
Celeplik yapan Tunceli kökenli hemşerilerimiz bu çarşıda hayvan ticaretini ellerinde tutarlardı. Kasaplarla iç içeydiler. Onlar Aleviydi. Gelgelelim, hiçbir Sünni esnafla aralarında bu konular konuşulmazdı. Alevi Sünniye, Sünni Alevi'ye karşı saygılıydı. Çünkü bu çarşıda asıl saygınlık dürüst kalarak elde edilirdi.
Kasap Pazarı'nın bende yaşayan çok anıları var. Onları zaman zaman yazmak istiyorum. Ancak bugünlük burada nokta konuyu noktalıyorum.