Şimdi yerinde yeller esen, tarihin tozlu raflarına kaldırdığımız, Malatya’nın can damarı bir mekandı. “GANERE”
Kanara veya Kanare, TDK na göre, hayvan kesilen yer (mezbaha) anlamına geliyor.
Malatya’lıların “Ganere” diye telafuz ettikleri bu yer, Cezmi Kartay caddesiyle, tüccar pazarının kesiştiği noktadaydı.
Bizde daha çok sebze, meyve ve yağ, peynir satıcılarının icrayı sanat ettikleri bu bölgede çok önceki tarihlerde hayvan kesimi yapıldığı tahmin ediliyor.
Ganere, adı konulamayan, kendine has kuralları olan bir yerdi. Ahilik kültürünün tüm öğretileri sanki burada hayat bulurdu. Ben siftahımı yaptım, komşum siftah etmedi, ondan alış veriş yapın diyen, birbirlerine samimiyetlerini pekiştiren latifeler yapan güler yüzlü esnafların olduğu müstesna bir yerdi...
Yemenici Mecit Efendinin, ayakkabıcı pazarında sabah duasını yapmasından sonra, esnaflardan Hasan Bilaloğlu’nun davudi sesi Ganere’de yankılanırdı;
“Sabahlar hayrola,
Hayırlar feth ola
Şerler def ola” diye başlayan ve Yüce Allah dualarımızı dergahı izzetinde kabul eyleye, hepimize hayırlı işler vere deyip, el Fatiha diyerek bitirdiği sabah duasından sonra esnaflar Bismillah deyip dükkanlarını açarlardı.
Her biri ayrı başlık altında anlatılmayı hak eden esnaflar vardı burada.
Anlatmaya, sebze ve meyve satıcılarından Üşügün Bayram (Bayram Kır) ile başlayalım. Beyaz eşeğine binerek, bir Don Kişot edasıyla Ganereye gelen Üşügün Bayram, gideceği yere de yaya gidemez, sürekli eşek sırtında gezerdi. Arkadaşları “Oğlum Bayram, anan seni eşşegin sırtında doğurdu ellaham” diye takılırlardı.
Üşügün Bayram’ın dükkanının yanında Gocik Memet ve Hikmet (Kocaoğlu) kardeşlerin dükkanı vardı. Onun yanındaki dükkan Bekiro (Bekir Soğancı) nun dükkanıydı.
Daha sonra sırayla, Hasan Kıraç, Ganı gırmızı Memet, Tecdeli olmasına rağmen ne hikmetse Çerkez denilen, Çerkez Mehmet’in dükkanı, tuz satıcısı Muzuroğlu’nun, Gırığın Osman’ın, Kara Hacı’nın, dükkanları, kibarlığıyla tanınan, “ bir yandan alalım, bir yandan çalalım” tekerlemesini sürekli tekrarlayan Mehmet Efendi’nin dükkanı, oğlunun Kore’ye gidip gazi ünvanıyla dönmesinin verdiği gururla etrafa hava atan Abdullah Samanlıoğlu’nun dükkanı, Kör Ziya’nın oğlu Kürt Ahmet’in dükkanı, fötr şapkasıyla esnaftan çok bir memuru andıran Hüseyin Özer’in dükkanı, bir süvari edasıyla gelip, atını Nalbant Bekir’in hanına bağlayan, Fadıl’ların Yusuf’un dükkanı, yine fötr şapkası ve kibarlığıyla hatırlanan Goçan Hacı, Muhammed’in dükkanı ve içkisiz günü geçmeyen, Memey’in dükkanı.
Memey, yine içkili olduğu bir ayakkabıcıdan bir ayakkabı beğenir. Fakat beğendiği ayakkabı kadın ayakkabısıdır. Ayakkabıcı, Memey’i ikna etmek için çok uğraşır;
“ Memey dayı bu avrat ayakkabısı bu sana olmaz, aha bunlar tam sana göre” deyip erkek ayakkabılarını gösterdiyse de,
“Ver ulan sen ne anlarsın” diyerek sarhoş kafayla beğendiği kadın ayakkabısını alıp, çarşıda dolaşınca tüm esnafın diline düşen enteresan bir kişilikti.
Hanlıoğlu Nureddin’in babası Mahmut dayının kasap dükkanı ve yanında “mor balcan, yeşil biber, gırmızı gınalı tamates” diye satış yapan manav Ali’nin dükkanı ve son olarak Dede Mamo’nun dükkanı vardı.
Dede Mamo’nun bir ortağı vardır adı Ali’dir, fakat Ganerede herkes Alo demektedir.
Telefonun şehrimize yeni geldiği günlerdir o günler, telefon çalınca Mamo açar, santraldaki bayan memur, Mersin arıyor deyince Mamo heyecanlanır. Karşı tarafın sesi duyulur;
“Alo, Alo,”
“Gardaş, Alo degil ben Mamo”
“Sesin gelmiyor alo, alo”
“Gardaş Alo haste, bögün işe gelmedi, ben ortağı Mamo baa de ne diyeceğisen”...
Daha sonraki yıllarda açılan ve çok uzun süre faaliyet gösteren Palulu Zeki’nin manav dükkanı ve Lezzet lokantasının tam karşısında ki Hacıoğlu bakkaliyesi adıyla tanınan Nevzat Kutsal’ın dükkanı hala hafızalarımızdadır.
Ganerenin karşı sırasında da yağ peynir satıcıları ve bir lokanta vardı.
Alt baştan başlarsak ilk dükkan, Şüküroğlu Muhammed (Mehmet Güven)in dükkanıydı. Yanında, Kasap Hüseyin ve onun yanında da muhteşem bir lezzet olan “Gelleli” kebabının mucidi Hüseyin Aslantürk’ün çalıştırdığı Lezzet lokantası vardı.
Lezzet lokantasından yayılan mis gibi tere yağı kokusu bütün Ganere’yi kaplardı.
Daha sonra Etyemezlerin Vahap Çavuş’un (Candaş) dükkanı, sonra
Ekmekçi Hasen’in fırını (Hasan Van), sonra yağcı Recep(Toy) ve Dersim’li Hasan’ın dükkanı vardı.
Ayrıca Boynik Tahir’in zalatacı dükkanı da buradaydı.
Bu yağ ve peynir satan esnafların dükkanlarının arkası tahta sıra ve tahta masalardan oluşan bir aşevi görüntüsündeydi.
İnsanlar, Ekmekçi Hasen’in fırınından aldıkları sıcak ekmekle, buradaki yağı, peyniri, üzümü katık eder ve karınlarını doyururlardı.
Ayrıca farklı bir iş kolunda ticaret yapan, helva ve şekerleme, lokum satan, daha sonraları şehrimizin en büyük gıda toptancısı olacak olan Kabasakal’ların (Gazi, Mehmet, Hamdi Kabasakal Kardeşler) dükkanı vardı.
Özellikle Ramazan aylarında ganere meydanında, öğlen başlayıp iftara yakın saatlere kadar başlarının üzerinde taşıdıkları kalburlarda, üstü tertemiz beyaz örtülerle örtülü “yassı gadayııııff” diye bağıran, yassı kadayıf satıcılarını ve bu satıcılardan Babılo lakaplı Sabri Türkcan’ı da anmadan geçmeyelim.
Ganere döneminden kalan yağcılardan Vahap Çavuş’un oğlu Salih Candaş ve yağcı Receb’in oğlu yağcı Hikmet (Toy) hala bu bölgede baba mesleklerini icra etmektedirler. Yağcı Hikmet (Toy) ganere günlerini yaşayan bölgenin en eski esnafıdır.
Anılarda kalan bir bölgemizi hatırlatmaya çalıştım.
Unuttuklarım varsa affola...
Ahirete göçenlere rahmet, kalanlara sağlıklı bir ömür diliyorum...
Selam olsun Malatya ‘mın güzel insanlarına...