ALTIN
 3.022,60
DOLAR
 34,3205
STERLİN
44,5531
EURO
 37,4161

Değerli canlar, bu yazımda bir kaç yıl önce gördüğüm ' muhteşem bir açık hava müzesi İstanbul'da bir ünlüler mezarlığı ve

Şeyh Bedreddin'in mezarının hikayesi hakkında edindiğim bilgileri paylaşacağım.

İSTANBUL'DA BİR ÜNLÜLER MEZARLIĞI

Sultanahmet'e inen Divanyolu üzerindeki

Türk Ocağı Derneği'nin bahçesindeki

türbede Osmanlı sultanları II. Mahmut, Abdulaziz ve II. Abdülhamit'in mezarları var. Haziresinde ise paşalar, sadrazamlar, kaptan-ı deryalar ve Osmanlı hanedanı mensuplarına ait yaklaşık 150 mezar yer alıyor.

Türbe aynı zamanda açık bir hat müzesidir. Mezarlar önemli şahsiyetlerin şanına layık olsun diye en mâhir ustalara yaptırılmış

kitabeler, devrin en meşhur hattatlarına yazdırılmıştır.

Osmanlı taş işçiliğini yansıtan, hat ve tarih yönünden önemli mermer lahit ve mezar taşı bulunmaktadır.

Mezar taşları ve türbeler gerçek birer sanat eserleridir. Burada dünya görüşleri birbirinden çok farklı, muhalif, hayatta bir araya gelemeyen isimler de yatıyor.İttihat ve Terakki'nin ünlü sadrazamı Said Halim Paşa ve ideoloğu Ziya Gökalp'ın,ilk basın şehidi, devletin katlettiği ilk gazeteci Hasan Fehmi'nin mezarları da buradadır.

Ünlüler mezarlığının asıl ilginç yanı,

Simavne Kadısı'nın oğlunu padişahların yanına gömmek fikri, 27 Mayıs'tan sonra doğuyor.

23.10.1961 tarih ve 5/1840 sa­ yılı Bakanlar Kurulu kararı ile, Bedred­din’in kemiklerinin Sultan Mahmud Türbesi’ne gömülmesi kararlaştırılır.

Yetkililerden oluşan bir heyet eşliğin­ de, 29.11.1961 günü defin işlemi gerçek­ leştirilir.

Sanki padişahlara ‘‘atanıza ve iktidarınıza isyan etmiş olan şeyhle yanyana yatın bakalım!’’ diye nispet yaparcasına...

Topraktan bir karışık yükseklikte gelişigüzel sıralanmış eni bir karışık mermer bantla çevrilmiş. mezara yığılan birkaç kürek toprak! Kırmızı açmış canlı bir çiçek. Mütavazi bir mezar.

Mezar taşının başına dikdörtgen bir mermer kesilmiş üzerine Simavna Kadısıoğlu, Şeyh Bedreddin ( K.S) Doğum H:760 ( 1359)İdamı H.820 (1418) Ruhuna Fatiha. Bu mekana nakli 29.11.1961

Ama ne yazık ki Osmanlı Padişahların, paşaların, bürokratların hepsi birer sanat eserleri mermer mezarlar içinde Şeyh Bedreddin'in mezarı 60 yıldır sahipsiz bakımsız kalmış . Şimdiye kadar bir mezar yapılması ve yazıt dikilmesi lazımdı.(...)

Hakkın­da yurtdışında yurt içinde onlarca araştırma yapı­lan, sanat eserleri yazılan bu önemli tari­hi kimlik, şaşalı mezarlar içinde neden belirsiz bir “mezarda” gömülü? Tarihe meraklı insanlarımız yabancı ziya­retçiler, Bedreddin’in mezarını görmek isterlerse nereyi göstereceğiz? Bunlar ve benzeri soruların cevabı yok. Veya bu cevabı sadece yetkililer biliyor..."

Bedreddin’in anısını onun üzerine araştırma yapan düşün ve bilim adamlarının, sanatçıların yüzyıllar öncesindeki sosyal isyanın hikâyesini bugünlere taşıyan, sa­dece bu eserler değil. Halk da unutmu­yor. Yüzyılların ötesinden bugünlere ge­len “ben dehalümce Bedreddinem” atalar deyimi, halkın da unutmadığının kanıtı..."

*****

TÜRKİYE TURING ve OTOMOBİL KURUMU( Alıntı. Nisan- Mayıs 1964 )

SİMAVNA KADISI OĞLU ŞEYH BEDREDDİN

Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin

Yirmi sene Topkapı Sarayı Müzesi depoların­ da bir çinko kutu içinde toprakla kanşık olarak muhafaza edilen büyük Türk mütefekkirlerinden Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedrettin’e ait kemik­ ler 1961 yılının son aylarmda Sultan Mahmut Türbesi haziresine defnedilmişti. Zamanla unu­ tulmaması ve aslında Serez’deki türbesinden alı­narak getirilmiş olması dolâyısile bir mezar ya­pılması ve kitabe dikilmesi lâzımdı. Turing ve Otomobil Kurumunun kıymetli Başkanı Sayın Reşit Saffet Atabinen’in alâka, gayret ve him metleri ile bugün bu da başarı yoluna girmiş bu­ lunmaktadır. Vilâyetin, Turing ve Otomobil Ku- rumunun ve Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü­ nün müşterek çalışmalarile haziredeki diğer me­ zarların ahengini bozmayacak, baş ve ayak taş­ larının da devrinin karakterine uyacak tarzda bir mezar meydana getirileceğinden emin bulun­ maktayız.

Bu kemiklerin toprağa gömülüşüne kadar ge­ çirdiği epiy uzun bir macerası vardır. Bu cihetleri biraz olsun açıklamamız lâzımdır.

Aslında îranlı bir molla olan Sait Haydar Herevi’nin fetvası üzerine 1417 yılında Serez’de idam edilen Şeyh Bedrettin’in naaşı hâlâ orada muhafaza edilmekte olan türbesinde idi. Tabiî olarak aradan geçen yüzyıllar zarfında ceset ta­ mamen kemik haline inkilâp etmiş, hatta kemik­ ler bile ufalmış ve çürümeye yüz tutmuştu. İşte İstanbula nakledilen bu kemiklerdir. Millî Müca­ deleyi müteakip, Lozan Muahedesinden sonra yapılan mübadelede müslümanlarm ayrılması ile gayrimüslimlerin ayakları altında kalır, tecavuze uğrar diye, 1924 de mübadeleye tabi tutu­lan Daltaban Mustafa Paşa(l) ahfadından Os­man Bey (2) tarafından Yunan Hükümetinin ma­lûmatı tahtında türbesindeki mezardan almarak İstanbula getirilmişti. Bu nakil keyfiyeti Mebanii Hayriye Müdürü olup bu müdürlüğün lağvinden sonra İzmir ve Edine'de uzun müddet Vakıflar Müdürlüğü yapan Serezii Esat Bey(3) tarafından da aynen kabul ve teyit edilmişti. Hakikat bu merkezde iken bazı zevat kemiklerin Balkan Harbi esnasıfta getirildiğini ifade etmişlerdir ki yukarıda izah ettiğimiz veçhile bu cihet tama­men hakikata aykırıdır (4).

İstanbul’a getirilen bu kemikler bilâhare mü­ nasip bir yere gömülmek üzere bir çinko kutu içine toprağıle karışık olarak yerleştirilerek mu­ vakkaten Sultanahmet Camii mahfilinde muha­ faza altına alınmıştı. Bir aralık Çapa’daki Ce-

malettin İshaki’nin türbesine defnedilmesi düşü­ nülmüş ise de sonradan vazgeçilmiştir. Daha uzun müddet camide durması mahzurlu görülen bu kemikler aradan onsekiz sene geçtikten son­ra 1942 yılında Vakıfiar Genel Müdürlüğü ile Millî Eğitim Bakanlığı arasında yapılan yazış­malar sonunda Sultanahmet Camiinden ileride Türk büyükleri için ayrılacak bir yere defnedil­mek üzere çinko mahfazası ve gerekli izahatı gösteren levhası ile Topkapı Sarayı Müzesi Mü­dürlüğüne nakil ve teslim edilmişti. Bütün bu ci­hetler o zaman bazı yersiz dedikodulara yol açar mülâhazasile mümkün mertebe gizli tutulmağa çalışılmıştı.

Böylece kemikler yirmi sene de Topkapı Sa­ rayı Müzesinin bir deposunda kalmıştır. İleride kime ait olduğu unutulur diye ya Serez’de halen mevcut bulunan türbesine iade edilmesi veya İs­ tanbul’da her hangi bir hazireye gömülerek bir kitabe dikilmesi için 1961 yılında Müze Müdür­ lüğü tarafından Millî Eğitim Bakanlığına müra­ caat olunmuştu. Bakanlık Çenberlitaş’daki Sul­tan Mahmut Türbesi haziresine gömülmesini mu­vafık bulmuş, fakat Bakanlar Kurulu karan ol­madan şehir içindeki her hangi bir türbe hazire­ sine gömülmesinin imkânsızlığı karşısında du­rum Başbakanlığa arzedilmişti. Nihayet bu ke­mikler Bakanlar Kurulu kararile(5) Sultan Mah­mut Türbesi haziresine gömülmesi sağlanarak 29. 11. 1961 günü üsulüne uygun bir şekilde, ihti­ramla Topkapı Sarayı Müzesinden nakil ve def­nedilmek suretile otuz sekiz sene sonra toprağa kavuşmuştu (6). Bu nakil ve defin keyfiyeti il­ gililerden müteşekkil bir heyet tarafından yapıl­ mış ve bir zabıt verakası ile tevsik edilerek du­rum Millî Eğitim Bakanlığına bildirilmişti (7).

Oldukça uzun bir macera geçiren bu kemikler kime aitti, sahibi kimdi? Şimdi bu ciheti gözden geçirecek ve kısa da olsa Şeyh Bedrettin’i anlat­ mağa çalışacağız.

Şeyh Bedrettin Türk-Osmanlı ve umumiyetle batı müslüman tarihinde unutulmayacak tam manasile nevi şahsına münhasır yüksek bir âlim tipidir. Yaşadığı devrin çok üstüne çıkmış ve ge­ niş kitleyi de aynı yüksekliğe çıkarmağa uğraş­ mış, en geniş bir bilgi ile en sağlam bir iradeyi kuvvetli bir pota haline getirdiği nefsinde kay­ natıp birleştirmek istemiş bir şahsiyettir. Bu gü­zide şahsiyetinin çeşitli yönlere malik olduğu mu­hakkaktı. Bunları âlim, filozof, sofi, inkılâpçı ve mütefekkir Bedrettin diye tavsif ederek her yön­den ele almak mümkündür. Şeyhin bu çeşitli va­ sıflarını ele alarak yazılmış bir çok türkçe ve ya­ bancı dillerde neşriyatın varlığım işaret etmek kendisinin yüksek hüviyyeti hakkında kısa da olsa bir fikir verecek mahiyettedir.

Şeyhin doğum yeri hakkında ihtilâflar var­ dır. Bir çok ecnebi kaynaklarda Kütahya'nın ka­zası olan Simav’a izafeten Simavî diye kayitlidir. Halbuki Şeyh Bedrettin Edirne’nin şimalinde, Eskizağra-Kızanlık yolu üzerinde Simavna kasa­ basında doğmuştur. Binaenaleyh Simavi değil Simavnevi, yanı Simavnalı demek lâzımdır. Bu da doğru değildir. Babası Simavna’nın fatihi ve ka­dısı olduğu için Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedrettin demek lâzımdır. Şeyh bu kasabada 1371 yılında dünyaya gelmiştir. Babası Kadı İsrail bu kasabanın hem fatihi, hem de kadısıdır. Aslında Anadolu Türklerinden olan İs­rail Türklük ve Müslümanlığı yaymak için gö­nüllü olarak Rumelü’ye geçmiş ve Osmanlı Or­dusu erkânı arasına karışarak büyük yararlıklar göstermişti. Simavna kalesi’nin zabtında büyük gayret sarfedib sonunda muvaffak olduğundan Birinci Sultan Murat tarafından kendisine bu kasabanın mülkî, idari ve ilmi amirliği verilmiş­ ti. İsrail bu kasabada düzeni yoluna koyarak Kadı olarak yerleşti. Böylece sükuna kavuşarak oğlu Mahmut Bedrettin’i ciddî bir tahsile tabi tuttu. Evvela kendi okuttu, sonra devrin en ta­ nınmış iki alimini oğluna hoca olarak getirtti. Mahmut Bedrettin böylece o zamanki bütün im­ kânlardan faydalanarak ilmini artırdıktan sonra seyahate çıktı ve Mısır’a kadar gitti. Orada İslâm dünyasının en kudretli Ulemasını bularak onlardan ders aldı. Bu arada Seyyit Şerif Cürca- ni ile Mübarekşah Mantiki gibi tanınmış muta­ savvıflarla görüşerek onlardan faydalandı. Bir ara Mekke’ye giderek oradaki ülema ile tanıştı ve onlardan da feyz aldı. Mekke’den dönüşünde aslen Bayburt Türklerinden olup ilmile İslam âlemine büyük bir ün salan Şeyh Mahmut Ek- melettin’e intisap etti. Artık tam manasile olgun­laşmış ve hakikî bir alim mertebesine yükselmiş olduğundan, halk ve hükümet nezdinde şöhreti; artmıştı. Bu şöhret Mısır Hükümdarı Seyfettin Berkok'un kendisini oğlu Ferec’e hoca tayin etmesile büsbütün yayılmıştı.

Bedrettin’in yaşadığı yüzyıllarda tasavvufun, inanışlara dayanan dinî ve İçtimaî doktrinlerin geniş kitle üzerinde büyük önemi vardı. Zira çe­ şitli istilâlar ve millî, İçtimaî sebeblerle adeta post kavgası haline gelen Hükümetlerin birbir- lerile olan devamlı mücadeleleri ve bunlarm sebebiyet verdiği buhranlar geniş kitleyi şaşkın bir hale getirmişti. Böylece milyonlarca insan­ ları şeyhin İçtimaî bünyeyi istikrara kavuştura­ cak sofiyâne fikirlerine inandırmıştı. Bedrettin bu sırada Mısır, Suriye ve Anadolu’da en büyük .bir nüfuz sahibi bulunan, din âlimliği ile şeyhliği şahsında mezcetmiş Şeyh Hüseyin Ahlati’ye in­tisap etmişti. Bedrettin bu sırada bazı keramet­ ler de gösterdiğinden, şöhreti üstün bir dereceye vasıl oldu. Esasen yazmış olduğu «Mükaşefat» adlı eserinde bunun hepsini haber veriyor, dinî ve İçtimaî hayatta yeni bir ufuk açıyordu. Bu arada felsefede ileri hamlelere ulaşmış, eşyanın hakikatini görmek için derin düşüncelere dalmış, mürakabe ve müşahedelerini kendi nefsinde de­ nemişti. Bu hailenle geniş ölçüde dikkati çekmiş, devrinin sofileri arasında en üstün bir şahsiyet olmuştu. Artık yerinde duramıyor, seyahatlar yaparak sofiyâne düşüncelerini daha geniş ve çeşitli ülkeler görmek suretile yaymak ve insan­ lığa maletmek istiyordu. Bütün İsrarlara rağ­ men Mısır’dan ayrıldı. Suriye ve Şarkî Anadolu’­ yu dolaştıktan sonra Tebrize geldi. Orada Timur ile görüştü. Timur Şeyhe çok hürmet ve iltifatta bulundu. Buna rağmen Timur’un yanında fazla kalmadı. Erzurum, Van, Bitlis ve havalisini d

laşarak Kahire’ye döndü. Bu suretle ufku ve İç­ timaî görüşü daha fazla genişlemişti. Mısır’a döndüğü zaman Şeyh Hüseyin Ahlatî son günle­ rini yaşıyordu. Bu ünlü Şeyhin ölümünden sonra bütün taraftarları Bedrettin’in bu makama otur­ masını arzu ettiler. Fakat Bedrettin bu ünlü ma­ kamı kabul etmedi. Çünkü son seyahatinde Ana­ dolu’da kopmak üzere bulunan siyasî fırtınayı yakinen hissetmiş, Timur’un saldırılarile Osman­ lI ülkesinin kanlara boyanacağını sezmişti. Bina­ enaleyh Kahire’deki bu yüksek mevkiden ve par­ lak hülyadan vazgeçmesi lâzımdı. Bütün İsrarla­ ra rağmen durmadı ve yine Suriye yolu ile Cenu­ bî Anadolu’ya ve oradan da Konya’ya ulaştı. Konya’dan Ege bölgesine geçti ve İlmî, dinî ve sosyal olgunluğunun verdiği inançla bu havalide gizli ve esrarengiz dolaşmalar ve temaslar yap­tı. Nihayet Trakya’ya geçerek Osmanlı Saltana­ tının merkezi Edirne’de yerleşmek istedi. Bu sı­ralarda olanlar olmuş, Ankara meydan muhare- besile Timur Yıldırım Beyazit’i mağlup etmişti. Osmanlı ülkesi fetret devri yaşıyor ve Şehzade' kardeşlerin taht kavgası devam ediyordu. Edir­ne’de büyük kardeşi Süleyman Çelebi’yi mağlup ederek hükümran olan Musa Çelebi vardı. Musa Çelebi Şeyh Bedrettin’i büyük bir ihtiramla kar­şıladı, ve hemen kendisine en büyük İlmî makam olan Kadıasker’lik rütbesini verdi. Bedrettin bu makamdan faydalanarak geniş mikyasta taraf­ tar kazandı ve Ege mıntıkasında muvaffak oldu­ ğu gizli çalışmalarında devam etti . Böylece gizli tertibat almak ve teşkilât kurmak fırsatını ele geçirmişti. Musa Çelebi taht kavgasına düştü­ ğünden, bunların farkına varamıyor ve farkında olmıyarak şeyhe büyük fırsatlar veriyordu. Fa­ kat Mehmet Çelebi Edirne’yi de ele geçirip birli­ği temin edince Şeyhin durumu birdenbire değiş­mişti. Evvela Kadıasker’lik mevkiini, sonra da İznik’e sürgün gönderilmek şuretile serbestisini kaybetti. Şeyh, belki İçtimaî nazariyelerini kur­duğu gizli teşkilâtla bir müddet daha olgunlaş­ tıracak ve zaman da kazanacaktı. Fakat bu sür­ günlük programının değişmesine sebep oldu. Kendisinden ziyade taraftarları adeta «daha ne bekliyoruz, ne duruyoruz» diyorlardı. İzmir ha­valisi ve adaların gayrimüslim sakinlerini dahi geniş ölçüde Şeyhin sosyal fikirlerine sıkı sıkıya bağlamış olan Börkülceli Mustafa Karaburun’da ilk isyan bayrağı çekmiş ve halkı Şeyh Bedrettin namına yeni bir sosyal mezhebe davet ederek kitleler halinde tam bir inanışla kendisine katı lanlardan bir ordu teşkil etmişti. Börkülceli Mustafa, Şeyhin Kadıaskerliği sırasında kâhyası

Seres’de Kara Hanya Orta Mezarlık Camii ve Şeyh Bedreddin Türbesi Ruines de la Mosquée de Kara Hanya et de la Tombe du Cheikh Bedreddin à Sérès (Grèce)

idi. Onun her türlü fikir ve inanışlarını yakinen öğrenmişti. Şeyh de bu imanlı ve heyecanlı ta­ raftarını ilk fırsatta harekete geçirecek şekilde hazırlamıştı. Börkülceli’nin Karaburun’da bay­ rak açtığı sırada yine şeyhin en hararetli taraf­ tarlarından, aslında bir Yahudi olan Torlak Ke­ mal de Manisa’da Şeyhin adına isyan etmişti. Bedrettin’in sosyal fikirleri din ve milliyet farkı gözetmediği için Ege mıntıkasındaki gayrimüs­ limleri de heyacana ve harekete katılmağa sev- kediyordu. Halkın Dedesultan adını verdiği Bör­ külceli Mustafa ile Torlak Kemal halka şu fikir­ leri aşılıyorlardı. Bu akideler Şeyhin sosyal mez­ hebinin özünü teşkil eder. «Bu dünyayı Allah insanların saadeti için yaratmıştır. Yer yüzün­ deki saadet ve servet yaradılışta müsavi olan insanlara müsavi olarak verilmelidir. Birinin zen­ gin, diğerinin fakir, birinin tok, diğerinin aç ol­ ması hali yaradılışa ve tabiata uygun değildir. Nikâhlı kadınlardan başka her şey insanlar ara­ sında müşterektir. İtaat edilecek kanunlar yara­ dılış ve tabiat kanunlarıdır. Bunlar akıl ve iz’an ile de idrak olunurlar. Fikir ve vicdanın ahengi tabiat icabıdır, zorla ve kanunla değildir. Bütün insanlar kardeştir. Müslüman, Mecusî, İsevî ve Musevî yoktur. Tagallübe dayanan hükümet meşru olamaz.» Bu fikirler ve telkinler büyük akisler yaratıyor, uzun zamandanberi devam eden muharebe ve istilâlar dolâyısile baskı altın­ da bulundurulan ve hiç bir emniyete sahıb olma­ yan geniş kitleyi tesir altında bırakıyor ve Şeyh adına bayrak açanların her türlü nüfuzunu gün geçtikçe artırıyordu. Bursa, Manisa, İzmir, Ay­ dın ve Konya havalilerinden binlerce insan işle

lerini bırakarak kitleler halinde Dedesul- tan adile şöhret kazanan Börkülceli Mustafa ve Torlak Kemal’e iltihak ediyorlardı. İş bu hali al­ mışken Bedrettin artık İznik’te kalamazdı. Der­ hal kaçtı, Karadeniz sahillerine çıktı ve oradan da Kefe yolu ile Eflâk ve Deliormana geç­ti. Zora bu mıntıkada Batiniliğe yol açan fikirlerinin iyice filizlendiğini seziyordu. Böylece geniş çapta taraftar toplıyarak ya­ yılmağa devam etti. Fakat Çelebi Sultan Mehmet de uyumuyor, adeta adım adım Şeyhi ve adamlarını takip ediyordu. İlk önce Börkül­celi Mustafa üzerine kuvvet şevketti ise de iyice kuvvetlenmiş olan Dedesultan bu kuvvetleri ilk karşılaşmada mağlup etti. Çelebi daha kuvvetli ikinci bir ordu gönderdi. Bedrettin’in bu imanlı ve kuvvetli vekili onu da perişan etti. Çelebi Sul­tan Mehmet tehlikeyi adam akülı sezip saltana­ tın elden gideceğini anladığından bütün kuvveti ile Mustafa’nın üzerine yürüdü. Bu kuvvetli or­duya İstanbul Fatihi Sultan Mehmet’in babası veliaht ikinci Sultan Murat kumanda ediyordu. Genç ve cengâver veliaht şiddet kullanmağa mecbur oldu. Önüne geleni öldürttü. Bigünah ve masum insan kanları sel gibi akmağa başlamıştı. İş ciddileşmiş, Padişah’m tahtı ile memleket ço­ ğunluğunun kanı karşı karşıya gelmişti. Bu kuv­ vetli ordu Dedesultan ile karşılaşınca zorlu ve kanlı bir muharebe başladı. Neticede Dedesultan yenilmiş ve esir düşmüştü. Taraftarlarının pek çoğu kılıçtan geçirilmiş ve kendisi en müdhiş iş­ kencelere maruz bırakılmıştı. Bütün bunlara rağmen Dedesultan katiyen Bedrettin’in sosyal fikirlerinden dönmüyor, hatta onu Peygamber olarak tanıdığını söylüyordu. Bütün işkencelere rağmen bu fikrinde İsrar ettiğinden çarmıha ge­ rilişinden sonra, halâ mevcut kalan taraftarları fikirlerine hayatları pahasına bağlı olduklarım ifade ederek «yetiş ya Dedesultan» imdadı ile han­çerlerini kalplerine sokarak intihar ediyorlar ve oluk oluk kan akıtıyorlardı. Bu kanlı zaferden sonra Yahudi Torlak Kemal de Manisa önünde Şehzade’nin ordusu tarafından çevrilmiş ve üç- bin taraftarile birlikte tamamen kılıçtan geçiril­ mek suretile imha edilmişti. Sıra Şeyhe gelmişti. Şehzade Murat takviye ettiği ordusu ile Rume liye geçerek ilerilemiş ve Şeyhin ordusu ile Serez önünde karşılaşmıştı. Kısa bir çarpışmadan sonra Şehzade ele geçirmeğe muvaffak olduğu Şeyhi götürüp babasına teslim etti. Çelebi Sul­tan Mehmet Hükümet aleyhine ve İslam dini akidelerine karşı çok kanlı bir ihtilâle liderlik et­miş olan şeyhi Dedesultan Mustafa ve Torlak

Kemal gibi birdenbire bertaraf etmek istemiyor­ du. Devrin en kudretli âlimlerinden müteşekkil bir meclis toplayarak Şeyh’in muhakeme ve fi­ kirlerinin münakaşa edilmesini emretti. Heyeti teşkil eden hocalar müzakere ve münakaşa neti­ cesinde Bedrettin’in fikirlerini kabul etmemekle beraber cezalandırümasına dair bir hükme vara­ madılar. Şeyh ilim, tasavvuf ve İçtimaî fikirler bakımından çok kudretli olduğundan, ilmi usul­ lerle ikna edilemiyor ve ölümüne fetva verilemi­ yordu. Nihayet aslan Türk olmayan bir hoca, İranlı Molla Sait Haydar’ın fetvasile idamı cihe­ tine gidildi. Şeyh Bedrettin hayatı pahasına olan bu fetvaya büyük bir soğuk kanlılıkla boyun eğ­ di ve şahsiyetine uygun olarak Acem Mollanın fetvasını imzaladı.

Uzun yıllardanberi büyük bir emek mahsulü elde ettiği ünine, irfanına ve beşeriyetin müsa­vatına inanan fikirlerine bile bile kurban olmak istiyordu. Böylece 1417 de Serez’de idam edildi. Halk bu hadiselerden son derece üzgündü. Der­ hal mezarının üzerine bir türbe yapıldı ve etrafı kütüpane, medrese ve vakıflarile genişletildi. İş­ te bu yazımıza konu teşkil eden kemikler 1924 de bu türbeden İstanbula getirilmişti. Türbe bu­ gün Serez’de halâ ayakta durmakta ve tarihe mal olmuş bir bina hüviyeti arzetmektedir.

Yazımızın başında naklettiğimiz kemiklerinin macerası sonunda aradan altı asra yakın bir za­man geçtiği halde bu bakiyelerin tekrar bir tür­beye iade edilmesinin de münasip olacağı kanaa­ tinde bulunduğumuzu belirtmek isteriz.

İşte, Simavna Kalesi fatihi ve kadısı İsrail’in oğlu Şeyh Bedrettin’in kırk sene evvel İstanbula nakledilen kemiklerinin ve kısaca hayatının hi­ kâyesi budur. Osman SÜMER 1 2 3 4 5 * 7

(1) Onikin’ci Hicri asrın başlarında eyalet valilikle­ rinde ve sadrazamlıkta bulunmuş, Merzifonlu Kara Mus­ tafa Paşa maiyetinde yetişmiş, istrancalı Mustafa Paşa.

(2) İstanbul Belediyesinde uzun müddet Mezat Dai­resi Müdürlüğü yapan Osman Timur.

(3) Dinî müesseseler hakkında büyük bir vukuf sahi­ bi olan ve yakın zamanlarda vefat ederek Fatih Camii heziresine defnedilen Esat Serezli.

(4) Tamamen yanlış olan Balkan Harbinde nakledil­ me rivayeti resmî muhaberatta da görülmektedir.

(5) Bakanlar Kurulu Kararının tarihi 23. 10. 1961, sa­ yısı 5/1840 dır.

(6ı Bu türbenin giriş kapısı sırasında «İsviçre’de bir ameliyatı cerrahiye neticesinde on sekiz yaşında vefat eden Süleyman Beyin» parmaklıklı mezarı yanındaki baş köşededir.

(7) Bu heyete Topkapı Sarayı Müzesi idarecilerde İs­ tanbul Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü Kontrolörü ve Sultan Mahmud Türbesinin baş bekçisi dahil olmuştur.

Fotoğraf: Şeyh Bedreddln’în şehri Seres’de Gazi JEvrenos Camii

La Mosquée Evrenos à Serès (Grèce)

*****

Sonuç olarak

"... Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Mahmud günümüzde Yunanistan topraklarında bulunan, Edirne yakınlarındaki Simavna kasabasında doğmuştur.

(ö. 823/1420). Osmanlı fakih ve mutasavvıfı, önemli bir isyan ve ihtilâl hareketinin başlatıcısı ...

Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Osmanlı’nın fetret devrinde Yıldırım Bayezid’in oğlu Musa Çelebi’nin Kazaskerliğini yapan bir gönül eridir...

Osmanlı padişahı I. (Çelebi) Mehmed tarafından cırılçıplak idam edilen Şeyh Bedreddin, Serez'de toprağa verilmişti. Şeyh Bedreddin, Serez çarşısında idam edilirken bu sözü söyler; “ben öldükten sonra yaşayacağım!”

Şeyh Bedreddin adına Edirne’de bir zâviye, Konya’da da bir mescid inşa edilmiştir.

Şeyh Bedreddin İznik’ten kaçtıktan sonra Rumeli’de verdiği derslerden oluşan felsefî, tasavvufî, kelâmî ve diğer fikrî konulara dair en önemli eseri Vâridât olup hakkında yoğun tartışmaların yapılmasına yol açan da daha çok bu eserdeki düşüncelerdir.

Şeyhin kitaplarını çeviren okuyan araştıran ilim adamları Şeyhin Şiîlik ve Alevî-kızılbaşlıkla

hiç bir ilgisinin olmadığı söylesede. Türkmen Alevi- Kızılbaşlar tarafından her zaman desteklenmişler fikirlerini benimsemişlerdir.

Özellikle sol- sosyalist menşeili yazar düşünürler Şeyh Bedreddin, yeryüzündeki servetin eşit paylaşılmasını ve halkların kardeşliğini savunarak, felsefesi Şeyh "Yarin yanağından gayrı her yerde, her şeyde, hep beraber olabilmek. Üzümü, inciri, zeytini hep beraber yiyebilmek." fikri Şeyh Bedreddin İsyanı’nı Anadolu topraklarındaki eşitlikçi ve sosyal adaleti önceleyen bir eylem olarak değerlendiriyor.

Deliorman bölgesinde Alevi Türkmenlerin yoğun yaşadığı bölgelerdeki propaganda faaliyetleri yürütür.

Ayaklanmaya farklı inançlardan insanlar katılmıştır. Yalnız bir Alevi ayaklanması değildir. Çağına göre Sosyalist bir ayaklanmadır. Şeyh büyük bir devrimcidir." diye görüş bildiriyorlar. Şeyh Bedreddin kitaplarını yayınlıyorlar, adına romanlar ,şiirler, resimler, filimler , paneller yaparak onu dünyaya tanıtıyorlar...

Sağ muhafazakâr, dinci aydınlar ise Şeyh döneminin önemli bir İslâm bilgini olmasına rağmen,İslam'ın temel inançlarını materyalist düşünceye benzer bir bakış açısıyla yorumladığından bu isyanı devlete karşı gelme mülhitlik ve zındıklıktan ibaret olarak okumaktadır.

İşte, Simavna kalesi fâtihi ve kadısı İsrail’in oğlu Şeyh Bedreddîn’in artık mezarı buradan çıkartılıp halkın içine baba ocağı Edirne'ye, yada İstanbul'da uygun bir yere türbe yaptırılıp tüm insanlığın ziyaret etmesi sağlanamaz mı? Şanına uygun müze, kütüphane , felsefe okulu yapılmaz mı?

*****

" YAĞMUR CİSELİYOR

Yağmur çiseliyor,

Serez’in esnaf çarşısında,

bir bakırcı dükkânının karşısında

Bedreddin’im bir ağaca asılı.

Yağmur çiseliyor.

Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir.

Ve yağmurda ıslanan

yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin

çırılçıplak etidir.

Yağmur çiseliyor.

Serez çarşısı dilsiz,

Serez çarşısı kör.

Havada konuşmamanın,

görmemenin kahrolası hüznü

Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.

Yağmur çiseliyor.

Hep bir ağızdan türkü söyleyip

hep beraber sulardan çekmek ağı,

demiri oya gibi işleyip hep beraber,

hep beraber sürebilmek toprağı,

ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,

yarin yanağından gayrı her şeyde

her yerde

hep beraber!

diyebilmek için…"

Nazım Hikmet

  

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.