Okuldaşım, ilk gençlik yıllarımın renkli kişilerinden Mehmet Engin, nam-ı diğer Cango Mehmet, evvelsi gün Kumkapı'da, biz arkadaşlarına bir şölen verdi.
Hava yağışlı, ara ara keskinleşen buz gibi bir poyraz insanın elini, yüzünü donduruyor! Meteoroloji günlerdir uyarıda bulunuyordu; kar geliyor diye... Akşam saatlerinde başlayan yağış, giderek kara dönüşür oldu.
Ne olumsuz hava koşulları, ne üstümüze yıkılmakta olan akşam karanlığı, ne de artık yabancısı olduğumuz Kumkapı'nın dolambaçlı sokakları bizi, Mehmet Engin'in dostlar sofrasından alıkoyamaz.
Kumkapı Çarşısında Akvaryum Restoran'ı aranırken bir telefon geliyor: "Hadi, gel artık!"
Bu ses Cango'nun sesi değil; ama yabancım da değil... Ta, Kubilay Ortaokulu yıllarımızdan uzanıp gelen bir ses! Aynı zamanda meslektaşım olan Orhan Apaydın'ın sesi...
Bir akşam yemeği buluşması olduğu kadar, biz üçümüz için özlem giderme buluşması olacak bu! Şimdi daha bir şevkle adımlıyorum restoran ışıklarının aydınlattığı ıslak yolları.
Orhan ile Mehmet aynı sınıftaydı Kubilay'da. Orhan ağırbaşlı bir kalem efendisi olmaya aday, Türkçe dersinde sınıfının birincisi, dolayısıyla Türkçe öğretmenimiz Fatma Layık'ın da gözdesi bir öğrenciydi. Mehmet ise sesinin güzelliğiyle hem biz arkadaşlarının, hem de öğretmenlerinin gönlünde yer tutmuş bir öğrenciydi. Dilbazdı, girişkendi, oyuncuydu, şakacıydı, sahne adamıydı. Orhan onun menajeri gibiydi. Hiç ayrılmazlardı birbirlerinden... Mehmet'in hayallerini gerçekleştirme uğruna her türlü özveride bulunabilirdi Orhan. O günlerden bugünlere uzanan arkadaşlıklarının tek yapıştırıcı öğesi vardı, vefa duygusu!
Çocukluğunda ve ilk gençlik yıllarında yoksunluklar, yoksulluklar görmüştü. El bebek gül bebek büyüyenlerden olmamıştı. İş bulunca çalışan bir marangoz babanın oğluydu. Bütün hayali şarkıcı olup sahne ışıkları altında parlak giysilerle görünmek ve kendisini kuşatan yoksulluğun sırtını yere vurmaktı... Bu hayallerini gerçekleştirebileceği tek yer, altmışlı yılların Malatya çay bahçeleriydi. Yaz geceleri parklarda kurulan sahnelerdi. İşte oralarda dahi sevgili Orhan Apaydın, arkadaşının hep yanındaydı.
Gün gelecek, Mehmet Engin ekmeğini arama yolunda Malatya toprağını, aile ocağını terk ederek büyük kent İstanbul'un, hatta Almanya'nın kapılarını zorlayacaktı; ama iki dost asla birbirinden kopmayacaktı. Vefa adamı Mehmet, çok uzaklardayken bile içinden çıktığı ailesine elini uzatacaktı. Onunla da yetinmeyip memleketindeki yoksul çocuklara burs verecekti.
Kumkapı'da, Akvaryum Restoranda, o kış gecesinin olanca soğuğuna inat, dostluk ve arkadaşlık sıcaklığıyla yüreğimiz ısınıyordu.
Yalnızca ben değil, Orhan Apaydın değil, Dişçi Ahmet Akkirman, Terzi Ayhan Apaydın, Kapalıçarşı Başkanı Dr. Hasan Fırat, Makine Mühendisi Selçuk Ilgaz, Makine Mühendisi Ümit Varol, (Milliyet muhabiri olan Muzaffer Bal'ın yeğeni), Gülcihan Karataş, Mine Köksal, Ebru Köksal da vardı, Cango Mehmet'in sofrasında.
Mehmet, Malatyalı dostlarını ağırlarken işi şansa bırakmıyordu. Malatya peyniri, elceğiziyle yaptığı patates öfelemesi, yine bizzat yoğurup yuvarladığı et köftesi emre amadeydi.
Bütün bunlardan daha önemlisi, repertuvarını yine bizzat hazırladığı Malatya havasını tamamlayan müzikler gönüllerin fitilini ateşliyordu! Dişçi Ahmet Akkirman güzel sesiyle geceye renk katıyordu.
Bize de tüm lezzetler için, sevgili okul arkadaşım Mehmet Engin'e teşekkür etmek kalıyordu.