19 Şubat 2021 İstanbul
Ayasofya: Kutsal Bilgelik
Malatya'dan İstanbula geleli yaklaşık iki ay oldu. İstanbul'da kendimi gezdiriyorum... Bugün, yıllar önce müze olarak ziyaret ettiğim Tarih ve Kültür zenginliğimiz mekanımız Ayasofya camii...
Oğlum Oğuzhan'ın Üsküdar Zeynep Kamil semtindeki evinden saat on birde çıktım. Hava çok soğuk... Vapurla Üsküdar'dan Eminönü'ye geçtim. Ayasofya meydanına doğru yürüdüm.
Bir martı çığlığı, bir vapur sesi, bir deniz dalgası, insan kalabalığı, trafik hengamesi yahut ezanı İstanbul’un...
Ezana yirmi, yirmi beş beş dakika vardı ki Ayasofya'nın camisinin önündeydim.
Ayasofya'da da Cami içinde namaz öncesi verilen Türkçe vaazda, vaizin sesi hoparlörden çevreye yayılıyor. Trafik gürültüsü, insan sesleri arasında...
İslam tarihi içinde ancak, şunu belirtmekte de yarar vardır. Minare ve ezan zaman içinde İslam diniyle bütünleşmiştir. Başka memleketlere gittiğimizde namaz kılmak için bir cami aradığımızda gözlerimiz önce bir minare arar. Arapça ezan da bir "parola "hükmüne girmiştir. Dünyanın neresinde olursanız olunuz, Arapça ezan okunduğu zaman, namaz vaktinin girdiğini anlarsınız. Sözün özü minare ve ezan, İslam dininin kutsalları olmamakla birlikte, işlevleri açısından dinin birer sembolleri haline dönüşmüşlerdir. Gerektiği zaman minarelerden toplumsal amaçlı mesajların verilmesinde de dinen hiçbir sakınca yoktur…
Minarelerden, "Koronavirüs tehlikesi henüz bitmedi, evlerde kalın", "Cuma namazı için seccadenizle gelin" gibi uyarı ve bilgilendirmeler yapıldı.
15 Temmuz'da silahlı terör örgütü FETÖ kalkışmasında da camilerden selalar okunmuştu.
Ayasofya'nın büyük kubbesinin üstünden, minarelerin şerefelerinin üstüne takılan hoparlörlerden çıkan ezan sesi yeri göğü titrediyor.
Yurdumuzda camilerin minarelerin şerefelerin dört bir yanına monte edilen hoparlörler minerelerin zarif dantel gibi işlenmiş estetik görünümü bozuyor. Buna bir çare düşünülemez mi?
Meydan sokaklar insanlarla dolmuştu. İğne atsan yere düşmez. Ayasofanın
meydanda seccadeler serili. Koronavirüs salgınına rağmen açılışta olduğu gibi yurtiçinden yurt dışından binlerce kadın erkek cuma namazı kılmak için akın akın geliyor... Caminin etrafında turist kafileleri geziyor. Adım başı polis güvenlik önlemleri alınmış.
Cuma namazı sonrası Ayasofya'ya
görkemli bir kapıdan girip eşikten adım attıktan sonra dünya dışarda kaldı. 1500 yıl önce zaman tünelindeyim.
Son zamanlarda heryerde devlet protokollarında bile kullanılan yerli milli turkuaz renkle döşenmiş halının üstünde yürüyerek farklı bir maneviyatla ziyaret ettiğim Ayasofya, camii. Işıl ışıl aydınlatılmış caminin içinde her milletten insanlar vardı ziyaretçi olarak. Duvarlardaki ayetler dikkat çekiyordu.
Mimarlık tarihinin günümüze kadar ayakta kalmış en önemli anıtları arasında yer alan Ayasofya'nın tarihine, iç ve dış mekanlarına ait bazı bilgileri paylaşmak için derledim...
Ayasofya, İstanbul’un en önemli tarihi simgelerinden biri. 1500 yıl boyunca ayakta kalmayı başaran bu başyapıt, görenleri büyülemeyi, hatta geçmişe götürmeyi başarıyor.
Ayasofya 1500 yıllık tarihi boyunca hem kilise, hem cami hem de müze oldu. Birçok farklı ırka ve iki ayrı dine İslamiyet ve Hristiyanlığa ev sahipliği yaptı. Böylece Ayasofya tarihi ve ihtişamı ile herkesi büyülemeyi başardı.
Ayasofya’nın mermer kaplı duvarları dışındaki tüm yüzeyler birbirinden güzel mozaiklerle süslenmiştir.
Ayasofya, Justinianus tarafından tam anlamıyla bir ihtişam ve gösteriş için inşa edilmiştir. Bu ihtişam ve gösteriş, Bizans’tan Osmanlı’ya miras kalmıştır.
Yeryüzü mabetleri katedrali, bazilika, kilise, manastır, camii, mescid, sinagok , tapınaklar birbirleri ile yarışmışlar ...
İstanbul'da Cumhuriyet döneminde Büyük Çamlıca Camisi, resmi açılışının gerçekleştirildiği 3 Mayıs 2019'da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
***
AYASOFYA'NIN OSMANLILAR DÖNEMİNDE TARİHİ
Ayasofya, 537-1453 arasında kilise, 1453-1934 arasında cami, 1934 - 2020 müze olarak kullanıldı. 1918 - 1923 1.Dünya savaşı İstanbul'un İngilizler tarafından işgali . Dolayısıyla yaklaşık 916 yıl kilise, 481 yıl ise cami, 86 yıl müze olarak hizmet veren Ayasofya, toplamda yaklaşık 1500 yıllık, Hıristiyan-Müslüman ve Bizans-Osmanlı “ortak kültür mirası” durumundadır.
Fatih Sultan Mehmet, 29 Mayıs 1453'te İstanbul'un fethinden sonra “fethin sembolü” ve “kılıç hakkı” mantığıyla ve cami ihtiyacını karşılamak için Ayasofya'yı kiliseden camiye çevirmişti.1 Haziran1453 - Ayasofya'da ilk cuma namazı Akşemseddin tarafından kıldırıldı.
Caminin ilk minaresi Fatih Sultan Mehmet döneminde tuğla kullanılarak yapıldı. Diğer bir minareyi ise II. Bayezid yaptırdı. Kanuni Sultan Süleyman ise 16. yüzyılda fethetmiş olduğu Macaristan’dan iki dev kandil getirdi. bu kandiller mihrabın iki yanında durmaktadır.
Ayasofya tarihi boyunca sayısız onarım ve restorasyon çalışmaları gördü. II. Selim döneminde (1566–1574) cami yapısal olarak dayanıksız bir hal aldı. O yıllarda dünyanın ilk deprem mühendislerinden biri sayılan Osmanlı baş mimarı Mimar Sinan, camiye dış istinat yapıları (payanda) ekledi ve sağlamlaştırdı. Mimar Sinan ayrıca, kubbeyi sağlam bir hale getirdi ve hünkar mahfili ile birlikte binanın batı kısmına iki geniş minare yaptı. 1577 yılında ise güneydoğu kısmına II. Selim’in türbesini ekledi.
Ayasofya’ya Osmanlı döneminde müezzin mahfili, mermerden minber, vaaz kürsüsü ve hünkar mahfiline açılan bir galeri eklendi. I. Mahmud’un emriyle 1739’da bina restore edildi. Bu restorasyon ile birlikte bir kütüphane ile binanın bahçesine bir imarethane, bir medrese ve bir şadırvan ekletti. Aynı dönemde bunlara ek olarak yeni bir mihrap ve yeni bir sultan galerisi yapıldı.
Sultan Abdülmecit, Ayasofya’yı 1847 ile 1849 yılları arasında Gaspare Fossati ve kardeşi Giuseppe Fossati’ye restore ettirdi. Başlangıçta sütunlar, kubbe ve tonoz sağlamlaştırıldı. Daha iç ve dış dekorasyon yenilendi.
Ayasofya’da, Sultan Abdülmecid Dönemi’nde Hattat Kadıasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılan 7.5 m. çapındaki 8 adet hat levhası ana mekânın duvarlarına yerleştirilmiştir. “Allah, Hz. Muhammed, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin” yazılı bu levhalar İslam âleminin en büyük hat levhaları olarak bilinmektedir. Aynı hattat kubbenin ortasına ise Nur Suresi’nin 35. ayetini yazmıştır
Daha birçok yenileme işlemi yapıldıktan sonra minarelerin boyları eşitlendi. Çalışmalar bittikten sonra Ayasofya Camii 13 Temmuz 1849’da halka açıldı. Ayasofya tarihi boyunca yapılan restorasyon çalışmalarının en etkili ve güzel olanları Osmanlı döneminde yapıldı.
Ayasofya Külliyesinin Osmanlı dönemindeki diğer yapıları arasında sıbyan mektebi, şehzadeler türbesi, sebil, Sultan Mustafa ve Sultan İbrahim türbesi (önceden vaftizhane) ve hazine dairesi sayılabilir.
*****
1. Dünya savaşı sonrası İstanbul İşgal yıllarında Ayasofya
"13 Kasım 1918 tarihinde Osmanlı'nın payitahtı (başkenti) İstanbul fiili olarak işgal edilmişti.
16 Mart 1920'de İngilizler, İstanbul'u resmen işgal ettiler. 1923 sonlarına kadar devam eden o işgal sırasında
yani 467 yıldır Türk şehri olan İstanbul artık haçlıların eline geçmiş ve İstanbul bizzat padişah ve halife tarafından düşmana teslim edilmişti.
İstanbul işgal edildikten sonra yurt içinde ve dışında Hristiyan din adamları İstanbul'daki işgal kuvvetlerine telgraflar göndererek kutlamalarda bulunmuşlar ve kati surette İstanbul'u terk etmemelerini istemişlerdi. Ayrıca Ayasofya'nın da derhal kilise yapılması hususunda talepleri vardı. Dolayısıyla İstanbul'un terk edilmesi kati surette düşünülmüyor, işgalin kalıcı olacağı planlanıyordu.
İşgal sırasında Ayasofya'da şöyle bir olay meydana gelmiştir: İşgal kuvvetleri Ayasofya'yı ele geçirmek için Ayasofya Camii'nin önüne geldi, ancak burada nöbet tutan askerler onları camiye yaklaştırmadı. İstanbul'un işgali üzerine Ayasofya Camii'ni korumak için İstanbul II. Muhafız alayından Binbaşı Tevfik Bey komutasındaki bir tabur asker buraya yerleştirildi. İşgalciler Ayasofya'yı bir Fransız birliği ile işgal etmek istediler. Ancak buradaki askerler onları engelledi.
Fransız birliğinin ısrarı üzerine Tevfik Bey onlara; zorla girmeye kalkarlarsa ağır makinelilerle karşılık verileceğini, bunlar yeterli olmazsa caminin her tarafına kâfi miktarda yerleştirilen patlayıcıların infilak ettirileceğini söyleyerek Ayasofya'yı hiçbir durumda onlara teslim etmeyeceğini bildirdi. Bunun üzerine işgalciler hükümete baskı yaparak daha sonra Ayasofya'yı teslim alabildiler ve minarelerine makineli tüfek yerleştirdiler.
Birinci Dünya Savaşı sonunda maalesef savaşı kaybettiğimiz için 13 Kasım 1918 itibariyle İstanbul düşman tarafından işgal altına alınmıştı."
Milli mücadele neticesinde Türk orduları yani TBMM Orduları 2 Ekim'de 1923’de Türk, İngiliz, Fransız ve İtalyan Birliklerinin hazır olduğu Dolmabahçe Sarayı önünde düzenlenen bir törenle İtilaf Birlikleri kumandanları ile birlikte Türk Alay Sancağı’nı selamlayarak İstanbul’u terk etmişlerdir. 5 Ekim 1923’te şehrin Anadolu yakasına gelen Türk Ordusu, 3.5 yıllık Milli Mücadele’den sonra 6 Ekim 1923’de Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3. Kolordu’nun coşkun bir bayram havası içinde, sevinç gözyaşları arasında ve çiçek yağmuru altında İstanbul’a girmiştir. 4 yıl 10 ay 23 gün süren işgal sona ermiş ve 470 yıl sonra yeniden ele geçirilmiştir. Ancak, Mustafa Kemal Paşa’nın sabırlı ve sağduyulu politikası sayesinde, İstanbul’un 2’nci fetih silahsız ve savaşsız elde edilmiştir.
İstanbul, İtilaf Devletleri’nin 13 Kasım 1918’de fiili işgaline kadar 465 yıl Türk toprağı olarak kalmıştır. Tarih boyunca Türkiye’nin göz bebeği olan 5 yıl kan ağlayan güzel İstanbul kurtulmuştur.
Yani İngiliz işgali son buldu ve İstanbul yeniden asıl sahiplerine geri döndü. Bunu sağlayan liderin adı Mustafa Kemal Atatürk'tür. Bu süreçte Lozan anlaşması imzalanmış ve Ankara'da onaylanmış, böylece İstanbul'un düşmanlar tarafından terk edilmesi sağlanmıştı.
24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması sayesinde İstanbul ve Ayasofya tekrar Türklerin yani Müslümanların olmuştur.
Atatürk'ün başkomutanlığında Milli Mücadele'nin kazanılmasıyla Ayasofya'nın kilise olması önlendi.
Lozan Antlaşması'nın bir tarafında itilaf devletleri diğer tarafında ise Ankara hükümeti yani TBMM vardı. Osmanlı hükümeti yoktu! Çünkü Osmanlı hükümeti Sevr Antlaşması'nın tarafıydı ve bu anlaşmaya göre Osmanlı payitahtı yani İstanbul'u İngilizlere teslim etmişti. Ayasofya da İstanbul ile birlikte İtilaf devletlerine devredilmişti. İstanbulu 19 Mayıs 1453'de fetih eden Fatih Sultan Mehmet. Ayasofya'yı da İstanbul gibi düşmanın Haçlıların elinden kurtaran liderin adı Mustafa Kemal Atatürk'tür."
***
Şubat 1928 - İlk Türkçe hutbe Ayasofya Camii'nde okundu.
Ayasofya, 24 Kasım 1934 tarihinde
Mustafa Kemal Atatürk’ün emri ve Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye çevrilmiş ve 1 Şubat 1935’de müze olarak, yerli ve yabancı ziyaretçilere açılmıştır. 1936 tarihli tapu senedine göre, Ayasofya “57 pafta, 57 ada, 7. parselde Fatih Sultan Mehmed Vakfı adına Türbe, Akaret, Muvakkithane ve Medreseden oluşan Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi” adına tapuludur.
8 Ağustos 1980 - Ayasofya'nın Hünkâr Kasrı ibadete açıldı.
14 Eylül 1980 - İbadete açılan Hünkâr Kasrı 12 Eylül yönetimi tarafından restorasyon gerekçesi ile tekrar kapandı.
10 Şubat 1991 - Hünkâr Kasrı tekrar ibadete açıldı.
Ayasofya’nın bir bölümü 1994 yılından beri ibadete açık ve 5 vakit ezan okunuyor.
2009 - Ayasofya'daki
Beşi padişah 150'ye yakın hanedan mensubunun mezarını barındıran türbeleri restore edilip, ziyarete açıldı
10 Temmuz 2020 - Danıştay 10. Dairesi, 24 Kasım 1934 tarihli Ayasofya'yı müzeye çeviren kararnameyi iptal etti. Kararın açıklanmasından sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın imzaladığı kararnameyle Ayasofya, Fatih Sultan Mehmed'in vakıf amacı doğrultusunda hizmet vermesi için Diyanet İşleri Başkanlığı'na devredildi.
Böylece Ayasofya müzeye dönüştürülmesinden seksen altı yıl sonra, 24 Temmuz 2020 tarihinde kılınan cuma namazıyla ve Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi adıyla yeniden ibadete tamamı ile açılmış oldu.
*****
AYASOFYA'NIN TARİHİ
"Ayasofya Camii’ne Hristiyan bakış açısıyla irdeleyeceğiz. ( Kutsalkitap.org) alıntı.
Ayasofya (Hagia Sophia) dünya çapında üne sahip muhteşem bir mimari eser olarak bilinir. 916 yıl boyunca kilise, 482 yıl boyunca cami olan bu yapı, neden bu kadar ünlüdür? Her yıl milyonlarca turist tarafından ziyaret edilen bu yapının özellikleri nelerdir?
İstanbul Tarihi ve Ayasofya:
Ayasofya’nın tarihine bakabilmemiz için önce İstanbul tarihine, dolayısıyla Roma İmparatorluğu’na ve Roma İmparatorluğu’nun Hristiyanlaşma sürecine göz atmamız gerekiyor:
Roma İmparatorluğu’nun başkenti bilindiği üzere Roma’dadır. İsa Mesih’in çarmıha gerilip Romalılar tarafından öldürülmesi ve dirilmesi (MS.33) sonrasında, İsa Mesih’in öğrencileri özellikle Roma İmparatorluğu’nun şehirlerinde İsa Mesih’in müjdesini yaymaya başlarlar.
Roma İmparatorluğu’nun siyasi ve kültürel yapısına uymamasından dolayı, Hristiyanlık yasak bir din olarak kabul edilir. Hristiyanlar bu yasaktan dolayı 300 yıl boyunca farklı imparatorların elinde zulme uğrarlar. Bu zulmün doruk noktası M.S 284 – 305 tarihleri arasında İmparator olan Diocletian zamanında olur. Bugünkü İzmit bölgesinde yer alan Nicomedia adlı şehirde, yazlık sarayından Roma İmparatorluğunu yöneten Diocletian öldükten sonra taht kavgası başlar. Dört komutan kendi aralarında savaşa girişirler. Bu taht kavgasından Konstantin galip çıkar ve Roma İmparatorluğu’nun tahtına geçer. Konstantin, kendisini imparator yapacak son galibiyetinin öncesinde, bir rüyada, göklerde, “XP” işaretini görür. Bu işaret Antik Yunanca’da ”Χριστός” (Mesih) kelimesinden gelmektedir. Bu, onun Hristiyanlığa yakınlaşmasını sağlar ve Konstantin ile birlikte Hristiyanlar yaklaşık 300 yıl süren zulümden kurtulur.
Konstantin daha sonra İmparatorluğun başkentini Roma yerine Byzantium ilan eder. Byzantium bugün Sultanahmet ya da Tarihi Yarımada denilen bölgedir. Bu bölgenin seçilmesi stratejik olarak önemlidir. Bir yarımada olması dolayısıyla daha güçlü bir şekilde savunulabilir ve Doğu ile Batı arasında merkezi bir konuma sahiptir.
Konstantin M.S 330 yılında Roma İmparatorluğu’nun başkentini bu bölgeye taşır ve ismini Nova Roma, yani, Yeni Roma koyar. Konstantin’in ölümünden sonra insanlar şehre, Konstantin’in şehri anlamına gelen, Konstantinopolis ismini verirler.
Ayasofya’nın Tarihi:
Ayasofya yapılmadan önce, aynı yerde yapılmış olan iki farklı kilise vardır. Bunlardan ilki Konstantin’in oğlu olan Konstantius tarafından 360 yılında yapılmış olan kilisedir. Bu kiliseye Megale Eklesia, yani, Büyük Kilise ismi verilir. İmparator Arkadius zamanında, M.S. 404 yılında çıkan isyanlar sırasında yanar. Arkadios’tan sonra tahta çıkan 2. Teodosius, yıkılan bu kilisenin yerine yeni bir kilise yaptırır. Bu ikinci kilise M.S. 532’ye kadar ayakta kalır.
M.S. 532 yılında İmparator Justinianus zamanında şehir halkı, huzursuzluk dolayısıyla büyük bir isyana başlar. Tarihte Nika Ayaklanması olarak geçen bu ayaklanma, neredeyse tüm şehrin büyük hasar görmesine neden olur. Justinianus bu isyanı bastırır, ancak şehrin yeniden kurması gerektiğini anlar. Bu Justinianus için bir fırsattır ve şehri yeniden inşa etmek için hazırlıklara başlar. Konstantin nasıl Yeni Roma’yı kurmak istediyse, Justinianus’un de buna benzer bir amacı vardır. Ancak bu sefer Yeni Roma yerine Yeni Yeruşalim’i, yani Yeni Kudüs’ü kurmayı amaçlar.
Bilindiği gibi Yeruşalim, yani Kudüs, bütün ilahi dinler için çok önemli ve kutsal bir şehirdi. Bunun en önemli nedeni de orada önce Süleyman tarafından yapılmış olan ve M.Ö. 6. yy’da yıkıldıktan sonra tekrar inşa edilen Kudüs Tapınağı’dır. Bu tapınak Tanrı’nın halkıyla buluştuğu yerdi. Dolayısıyla en kutsal yer olarak kabul ediliyordu. İşte Justinianus de Yeni Yeruşalim’in inşa ederken, bir yandan Yeni Tapınağı inşa etmek istiyordu. Dolayısıyla Ayasofya mimarisine bakarken, Kudüs’teki Süleyman Tapınağı mimarisi ışığında bakacağız.
Justinianus dönemin en önemli iki mimarını huzuruna çağırır ve planından bahseder. Bu mimarlar Trallesli Antemius ve Miletli İsidoros’tur. Antemius ve İsidorus plana bakarak bu binanın yapılmasının imkansız olduğu konusundaki görüşlerini belirtirler; ancak Justinianus kararlıdır. Bu kilisenin yapılması gerekmektedir. İnşaat 23 Şubat 532 tarihinde başlar ve kilise 27 Aralık 537 tarihinde ibadete açılır.
Ayasofya inşa edildiğinde, piramitler dışında dünya üzerindeki en büyük binaydı ve yaklaşık 1000 yıl boyunca böyle kaldı. Kubbesi 1000 yıl boyunca en geniş ve yüksek kubbe olarak kabul edildi.
Kiliselerde sunağın olduğu yere, Apsis, denir ve kilisenin en kutsal bölgesidir. Bu bölge Katolik, Ortodoks, Anglikan kiliselerinde doğuyu gösterir. Ayasofya ise tamamen farklıdır. Ayasofya’nın Apsis’i güneye dönüktür. Bunun nedeni, Yeni Yeruşalim’in Yeni Tapınağı olması dolayısıyla Kudüs’e dönük olmasıdır.
Meryem ve çocuk İsa
Kayıtlara göre 27 Aralık 537 tarihinde Justinien, kilisenin açılış ibadetinde görkemli binanın İmparatorluk kapısında durur ve şöyle der: “Ey Süleyman! Seni geçtim!” Bu cümlede Justinianus’un Kral Süleyman ile Yeni Tapınak olan Ayasofya’nın Eski Tapınak olan Süleyman Tapınağı’yla olan yarışını görebilirisiniz.
Fotoğraf yazı : Fikri Demirtaş