Yaz sıcaklarının yaşandığı şu günlerde eski yazları anımsamamak mümkün değil...
Altmışlı yıllara kadar Malatya'da her şey doğal koşullar içinde yaşanırdı. Şimdiki gibi öyle her evde buzdolabı yoktu. Pek pek çarşıdan bir kalıp buz alınıp ipe takılarak ve damla damla suları akarak eve kadar taşınır, içilecek sular, şerbetler soğutulurdu. Her evde kuyu vardı. Birçok evin avlusunda, suları patır patır akan artezyen ya da havuz vardı. Yemekleri serin yerde tutmak gerektiğinde, bir sepetle kuyuya sarkıtılırdı.
Kasaplar Çarşısında da öyle her dükkânda buzdolabı yoktu. Etler ıslak bezlere sarılıp serin tutulurdu.
Yazdan alınan kışlık peynirler, bol tuzla küpe basılır; o küp de avludaki havuzun içinde tutulurdu. Serin günler çıkıp gelinceye kadar. Üzerine temiz bir bez örtülür; bezin ucu havuzdaki suya değip ıslanırdı ki, güneş etkisinden korunsun.
Akşam yemekleri avluda, ayvanda yenilirdi, geceye orada girilirdi. Ayvan, eski bağdadi evlerin ayrılmaz bir uzantısıydı. Parmaklıkla çevrili geniş avyanlarda yemek yenir, konuk ağırlanır, akşam serinliğinde radyodan yayımlanan türküler dinlenir, bütün aile, çoluk çocuk söyleşilir; daha sonra yataklar serilip yatılırdı. Sabahleyin de kalkıp güneş ortalığı ısıtmadan kahvaltı edilirdi.
Genellikle dal budak gölge veren ağaçların sağladığı serinlik avluları keyifli bir yaşam alanına çevirirdi.
Basiretsiz yerel yöneticiler yüzünden zamanla köküne kibrit suyu ekilen o bağdadi evlerin kalın kerpiç duvarlarına ne kışın soğuğu, ne de yaz sıcakları diş geçirebilirdi! Evlerimiz kışın sıcak, yazın serin olurdu.
Kimi sokaklardan sürekli arklar, dereler akardı. Yaz ayları boyunca arkların suyuyla kapı önleri sulanır, hem toprak serinletilir, hep de toz kalkması engellenmiş olurdu.
Malatya bir su cennetiydi eskiden! Bunu inkâr edecek kimse çıkamaz. Taş zeminli avlularımız sık sık sulanır, süpürülür, temiz tutulurdu.
Bağda, bahçede, avluda, kimileyin sokak kapısı önünde, dere kıyılarında gümrah ağaçlar yetişirdi ki yemyeşil! O ağaçların dallarında cıvıl cıvıl kuşlar ötüşürdü. Kargalar, saksağanlar, serçeler bütün yaz ve bütün kış, yaşamın içinde yer alırlardı.
Bağlarda yetişkin ceviz ağaçları mutlaka olurdu ve ağacın üstünde bir deyin yuvası da bulunurdu. Yetişen cevizlerin doğal ortağıydı deyinler.
Yaz akşamları yıkanıp serinletilmiş avlunun bir yanında kışlık buğday ayıklanır, çekirdek kırılırdı. Benim kuşağımın insanları şimdi çok iyi anımsayacaktır; anaların, ablaların, yengelerin gözetiminde, çocuklar da mutlaka bu çalışmaya katılır, buğday ya da çekirdek ayıklarlardı.
Bilenler bilir; bilmeyenler için söyleyelim: Kayısı çekirdeğinin kabuğu, kışın yakacak olarak kullanılırdı.
Yaz demek, bir anlamda kışa hazırlanmak demekti eski yaşantımızda. Şimdiki gibi her şey marketlerden hazır alınmazdı. Çarşı hazır almak biraz da ayıp sayılırdı. Tersine, kış ayları boyunca tüketilecek hemen her şey, annelerimizin o öpülesi, o hakkı ödenmez ellerinin ürünüydü. Turşu kurulur, domates salçası kotarılır, bulgur kaynatılıp değirmene kalkılır, dutlar silkelenip pekmez kaynatılır, Banazı'dan üzüm yaprağı ısmarlanıp tevek basılır, peynir basılır, türlü türlü reçeller kaynatılır... Kısacası, insanlarımız tıpkı karıncalar gibi yazdan kışa hazırlanırdı. Damlarda dut ya da üzüm bastığı yapılır, denekelere basılırdı. Çağalar kışın yesin diye, tenekeler dolusu ceviz tedarik edilirdi.
Yok bu kadarla kalınmazdı elbet: Kışlık çorap, papak, kazak, hırka da örülürdü.
Yaz demek, üreten Malatya insanı için tatil demek değildi! Ne deniz sefası bilinirdi, ne dinlence...
Yazdan hazırlanıp kilere, mutfağa, hıznaya (hazineye), kış damına doldurulmuş erzak, biricik mutluluk kaynağıydı insanımızın!
Yerleri cennet, yattıkları topraklar nurdan olsun!
Hakları ödenmez büyüklerimiz!