ALTIN
 3.022,60
DOLAR
 34,3205
STERLİN
44,5531
EURO
 37,4161

Malatya- Pütürge Süryani Kadim Mor Barsaum 

Manastırına Gezi

   Barsaum Manastırı

Adıyaman Gerger- Vank  köyünden İstanbul'da öğretmen olarak görev yapan  Süryani   Araştırmacı Tarihçi yazar  Muzaffer İris'le geçen yıl İstanbul'da tanışmıştım. Muzaffer beyle  bir gün İstanbul'da buluşup   sohbet ederken yazın Pütürge Uzuntaş Köyü ( Peraş)  Barsaum Manastırına gideceğini söylemişti. 

Adıyaman ve Çevre İlleri  Süryani Metropolit Ğriğoriyos Melki Ürek ile Adıyaman  Süryani  Petrus ve Mor Pavlus  kilisesinde geçen yıl yaptığımız bir sohbette 2010 yılında Metropolit Yuhanna İbrahim'in teşviki ile bir heyet halinde Mor Barsaum  manastırına  zorlu bir patikadan çıktıklarını anlatmıştı. O günden beri o manastıra gitme fikri aklıma yer etmişti. 

Metropolit Melki Ürek beyin  bu  manastır hakkında bilgi vermesi ile haberim olduğunu söyledim. Yazın  Malatya'da kaldığımı,  manastıra birlikte gidebileceğimi söylemiştim.

Süryani Metropolit Ğriğoriyos Melki Ürek ben ve oğlum Hasan, Oğuzhan  Demirtaş'ın 

belgesel çekiminden

 

Mardin Süryani Kadim Ortodoks Deyrulzafaran  Manastırı Deyro Dkurkmo

Süryani din adamı D.Gabriel Gawo   yaptığımız watsap yazışmalarında 

"Hocam Süryani Kadim manastırlarımıza araştırmacılar yazılarında Türkiye'de hep kale diyorlar .  Bize ait ne varsa Romalılara yada Rumlar’a  ve yahut Ermenilere mal ediyorlar bunu anlamış değilim….."diye stmde  bulunmuştu... örnek  Barsaum  Manastırı demeyip " Dilber kalesi" dedikleri gibi.

Gerçekten de  Kültür ve Turizm Bakanlığı Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun tescil karar yazısında' Dilber Kalesi' yazıyordu.

Muzaffer yaz  tatili için Adıyaman'a  gelmişti. Bir kaç gün önce tlf'la görüştük.  15 Ağustos 2021 pazar günü  manastıra gitmeye karar vermiştik. Ben   yanıma iki arkadaşımı alarak  sabah erkenden  Malatya'dan yola çıktım. Muzaffer beyde  Manastırın olduğu  Peraş köyüne Gerger Vank köyünden bir araba tutmuş yola çıkmıştı...

 Hayırlı gitmeler dileğiyle yolculuğa başladık. Biz arkadaşlarla İstasyon Garı önünde sözleştiğimiz yerde erken  saatte buluştuk. Pütürge yollarında yol arkadaşım, Kültür Bakanlığından emekli eğitimci Akçadağlı Adil Aktaş, diğeri Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığından emekli eğitimci Kuluncak'lı Celal Yıldırım. Yapacağınız gezilerde  neşeli, samimi arkadaşlarla üç beş kişilik bir kafile oldunuz mu, gezintinin tadına büsbütün doyum olmaz.

 Malatya İnönü   mahallesinden şehirler arası çevre yola çıkınca   karşımızda  Beydağ'ı sabahın ilk ışıklarıyla pırıl pırıl yanıyordu.   Malatya - Elazığ yolu üzerinde İnönü Üniversitesinde sonra çiftlik köyünü geçtikten sonra sağa dönerek Pütürge - Nemrut yoldan devam ettik. Kayısı  bahçelerin arasından kıvrıla kıvrıla Yaygın köyünden itibaren  yokuş tırmanmaya başladık. Yokuş tırmanırken işaret levhasında 'seküler' köyü adı dikkatimizi çekti, yukarıdaki köy girişinde ise levhada Sekiler yazılı idi. "Seküler" yanlış yazmış olduğunu konuştuk.  Çıplak dağların taşkın yamaçlarından kıvrıla kıvrıla  çıkılan yolla kubbe dağına vardık.

Yol levhasında Rakım 1930 yazıyordu. Kışın geçit vermeyen türkülere, hikayelere konu olan kubbe dağı yolu genişletilmiş çok güzel olmuş. Artık eski püskü yolların yıllarca süren derdi tükendi. Eski Pütürge yollarında  küçük tepeleri bile aşmağa güç yetmezmiş de çevresinden dolanıp gidilirmiş. Ve dağ başlarında insanların donduğu, kurtlara yem olduğu çağlar. Yerli halkın araba görmediği, motor sesi duymadığı çağlar.

 Malatya'dan Pütürge' ye  İki günde gidilen yeri şimdi 1,5 saatte gitmek. Uygarlık ve Cumhuriyetin gücü.Daha100 yıl öncesinde katırla, eşekle, atla ve  yayan gidilen yerler. O günün insanının çileli yolculuklarında düşündükçe benim de yüreğim sızlıyor. Asfaltın uygarlık anlamına geldiğini en iyi  Pütürge  yollarında öğrendik.  cilalı kara şerit, güneş vurunca ayna gibi parıldıyor. Allah devletimize zeval vermesin. Emeği geçenlere helal olsun.

 Arabamız yavaş yavaş virajları alırken dağları, tepeleri, bayırları hep ağaçsız, hep çıplak  gördük. Ama Pütürge Şiro çayına doğru inerken yolların iki tarafı meşe ve orman  ağaçları ile kaplanmıştı. Pütürge yolu deyince aklımıza dağlara kıvrıla kıvrıla çıkan, dağlara döne döne dolanan inilen yollar gelir. Dağlara virajsız çıkılmıyor ki...

Dağdan inişe geçince sağda arıcılar çadırlarını kurmuşlar, solda Karayolları 81.yol bakımevini geçtikten sonra biraz ilerisinde kıl çadırlı çobanlar yerleşkesi vardı. Davarlar için mavi brandalardan portatif çadırlar yapılmış. Yol  levhasında Malatya 40 yazıyordu. 

Kubbe dağının en yüksek yerlerinde güneşin ilk  ışıkları parıldarken, tepelerde sarı örtüler  beliriyor. Vadiler yavaş yavaş aydınlanıyordu...2150 metre, yükseklikteki Nemrut Dağı’nın zirvesi Pütürge'nin her tepesinden görülüyor, kutup yıldızı gibi.

 Yollar gıcır gıcır asfalt. Kubbe Dağı'nın sabah havasını ciğerlerimize doldura doldura gittik. İlk molamızı Kubbe dağını inerken yolun sağında Karamurad'ın benzinliğinde verdik. Arabamıza yakıt alırken ,bakkaldan Karpuz,  pet şişelerde su alırken içimde bir ferahlık duyuyorum. Şehrin gürültüsünden ,insan kalabalığından ,yaşantımızın o bin türlü kaygısından uzak her şeyi unutmuş olmak ne iyi. Yolculuk ne güzel...Şiro çayı yatağı uzaktan görünüyordu. 

 Kahverengi yol levhalarında tarihi turistik yerlerini adı ve km. yazılı. Beyaz levhalarda köy yolları, köy adları kaç km oldukları yazılı. Yol üzerinde Kahverengi levha olarak yalnız  Nemrut vardı. Barşauma manastırının / Dilber kalesinin kahverengi yol levhası yoktu. nedense. Demek ki Kahverengi levhası daha yazılmamış.

Pütürge belediye Başkanı yol boyunca onlarca panoya kendi fotoğrafını ve çalışmalarının afişini yaptırmış.  Ama bir tane Pütürge'nin tarihi turistik yerlerini gösteren bir pano göremedik.

Tepehan merkez köy yol üzerinde Sağlık ocağı, Jandarma karakolu, alış veriş merkezi mevcut. Aliçeri, Ferikan yol ayrımında Nemrut 25 yazıyordu. Uzuntaş, Kayadere yoluna döndük yol asfalt.  Arabanın klimasını kapattım. Doğal klimadan faydalanmak için camı hafifçe açtım .  Dışarı soğuktu.

Yol üzerinde Jandarma karakolunda uzun bayrak direği. Yerden mavi göklere doğru dikine yükselen  bu direğin başındaki ay yıldızlı bayrağımın dalgalanışı yurdumuzun her tarafında dalgalanan bayraklarını Pütürge dağlarının selamlarını gönderir gibi. 

Yol üzerinde ana yoldan ayrılan köy adları ile uzaklık rakamları yazıyordu. Dikkatimizi çekenleri okuyabildiğimiz kadar isimlerini Celal hoca not aldı. Hamiştan, Gürşan, Broje, Hojen vb. İnişe yakın yerde sağda Çayköy dağınık serpme evlerle kurulmuş köy gördük.

Pütürge'de  halkın okuma oranı yüzde 90'ların üstünde. Anadili Kürtçe , Türkçe ...Pütürgeli bir öğretmen yazar öğretmen arkadaşla watsapla yaptığımız görüşmede...

"Kürtçe dediğin Farsçanın ta kendisi. Orta Asya'dan çıkıp yüzyıllarca Afganistan ve Acemistan coğrafyasında kona göçe, at sürülerini, koyun sürülerini yaydıra yaydıra, Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanmış Anadolu topraklarına ulaşan kimi Türkler kendi dillerini unutup, geldikleri yerlerin egemen dilini konuşmayı, hatta bu dilde şiirler yazmayı öğrendiler. (Mevlana onlardan biri.)
Afganistan'da yaşayan Türkler de, bizim Pütürgeli Kürtler de aynı dili, aynı şiveyle konuşuyor nedense!
Bu durum biz Kürtleri biraz düşünmeye çağırıyor bana sorarsan.
Pütürgeli bir babanın evladı olarak Kürtçedeki hangi sözcüğü araştırdıysam, kökeninin Farsça olduğu ortaya çıktı. Bu kuşkumu, okuduğum bazı kitaplardaki başka bilgilerin desteklediğini gördüm.

Ahmet Taner Kışlalı da öldürülmeden önce bu konuda yazılar yayımlıyordu Cumhuriyet'te. Ne kötü ki, o yazıları yayımladıktan bir süre sonra öldürüldü!" açıklamasını yapmıştı...

 Pütürgenin 62 köyün dört'ü Kürtçe konuşan Alevi . Bu köyler Bölükkaya, Gündeğer, Karşıyaka,Örmeli köyleridir.Diğer köyler köyler Sünni  Hanif'i Kürt. Pütürge merkez Sünni Türk olduğunu söylediler. Tarihte vatanımızda Türk, Kürt, Zaza Ermeni, Süryani, Rum, birlikte uzun yıllar yaşamışlar.

 Pütürge de terör olayları hiç olmamış. Pütürgeliler vatanına , Devletine ,milletine ,bayrağına bağlı insanlar. 1.Dünya Savaşında, Kurtuluş Savaşında, Kıbrıs harbinde  şehit vermiş, Gazi olmuşlar. Atalarının hatıraları, hikayeleri ile bugünlere gelmişler.

***

Yol üzerlerinde yamaçlarda  meşe ağaçları ile çevrelenmiş küçük köyler  var. Hortikan, Baldıran, Bozkıran  köy levhasını okuduk. Pazarcık köyü sağlık ocağı yol üzerinde idi. Yol levhası Tepehan 18 km Nemrut 48 km. yazıyordu. Biraz ilerde yol ikiye ayrılıyor sol tarafta Pütürge,   Doğan yol levhası var. Tepehan, Arğuça ayrımında orman meşeden, çama döndü. Hiltop tesisleri Malatya Büyük Şehir Belediyesine ait levha vardı.

Dağ sayfiye İrtifa yüksek, Hava hem temiz hem serin; Bol bol akan sular, bağlar, meyve bahçeleri huzur,  sükun ve inziva...  Batıdaki büyük şehrin  yazlıklarından hiçte aşağı değil. Dünyayı unutup , dünyanın kayıtsızlığını duymak; dünya bir yana biz bir yana olmak. İşte Anadolu'da böyle  yerlerin sırrı...

   

Uzuntaş Mahallesi (köyü)/ Peraş     

Bir gün öncesinden Muzaffer İris Uzuntaş muhtarı ile tlf'la görüşmüş.  Muhtara manastıra  kaç  kişi gideceği bilgisini vererek, köyden  bize mihmandarlık yapacak bir adam ayarlamasını söylemiş.

Muhtarda bizim  manastıra gitmek için geleceğimizi Jandarma komutanlığına , korucular  3 kişi Malatya'dan 2 kişi Adıyaman Gerger Vank köyünden gelerek, köyden bir kılavuz öncülüğünde Mor Barsauma manastırına  çıkıp fotoğraf çekeceğimiz söylemiş. Muhtar aracılığıyla manastıra çıkmak için izin olayı almış olduk. 

Dar virajı yollardan Peraş'a vardık. Köyün Camisinin önünde durduk. Köy yolları çok dar. Yol ayrımına kadar asfalt sonrası köyün içine kadar stabilize yol. Köy 100- 150 hane köyün çoğu tepede yamaçta  sırtını Dilber kalesine vermiş. Evlerin bir kısmı  yol kenarında bir kısmında  vadide bahçelerin içinde. 

Malatya'dan gelen grupla , Gerger'den gelen arkadaşlarla köyün camisinin önünde buluştuk. Muzaffer bey tlf'la muhtarı arayarak köye geldiğimizi bildirdi.  Onlardan köy muhtarını  sorduk . Muhtarın evinin yer tarifini aldık. Muhtar köyün girişinde yolun alt kısmında imiş evi. Köyün çıkışında yolda bizi bekleyen Muhtar Bayramla tanıştık, ayak üstü sohbet ettik. 

Köyden birkaç gençle Celal bey,  Adil bey sohbet ediyorlardı.  Köy hakkında bilgi almak istedik muhalif oldukları için Büyükşehir olsun ilçe belediyesi olsun yeterli hizmet alamadıklarını, köy yollarının asfalt olmadığını söylediler. Köy arazisi yetersiz olduğunu çoğunluk gurbete gittiklerini, yazın bir kısım köylü kısa süreliğine olsa  köye geldiğini. Bağlarında bahçelerinde  çalışıp kış hazırlıklarını yaptıklarını öğrendik. Köyde okul var, cami var. Ama köyde yeterli öğrenci olmadığından taşımalı eğitimle öğrenciler Tepehan'daki okula gidiyormuş. 

                                  Uzuntaş / Peraş     

 Dağların adını sorduğumuzda Güneyindeki Dilbarsan kalesi batı ucunda  manastırın olduğu kale doğu batı doğrultusunda yaşanmış mağaralar yeraltı şehrinin olduğu depremlerin tahrip ettiğini söylediler. Batıda uzakta görünen Girepo ,Çelikhan'la sınır. Kuzeyde Hirağer (büyük cam) dağı Pütürge yönünde. 

Bizle sohbet eden köy hakkında bilgi aldığımız çeşitli yaş grubundaki 5- 6 genç traktöre binerek mısır salaşı dermeye gittiler.  İşte köyde çocuklar kız- oğlan daha üç dört yaşlarında iken ailenin iş hayatına karışır. Kuzu gütmekten başlayarak  ekim dikim işlerine kadar  her alanda vazife görür . Bu sırada  bir çok bilgiler ve kabiliyetler kazanırlarmış . Çalışkandır, dayanıklıdır, cesurdur, fedakar ve alçak gönüllü ve alçak kalplidir. Yanlış hareketlerinin cezasını önce tabiattan görür. Bunun için vazifesini  bilir ve sever.  

Kırsal Yerleşme

İlçe, arazi olarak engebeli ve sarptır. Düz arazi yok denecek kadar azdır. İlçe toprakları Fırat Nehri’ne dökülen Şiro Çayı’nın geniş vadisinin tabanı ile bu vadi etrafında bulunan dağlık kesimlerden oluşur. Yerleşim yerleri dağlık ve tepelik alanlarda yoğunlaşmıştır. Bunun için tarıma elverişli arazileri dağ ve tepelerin yamaçlarında bulunmaktadır. İlçeye bağlı köylerin tamamında tarım ve hayvancılık yapılmaktadır. Bölge halkı gelenek ve göreneklerine bağlıdır.

Genellikle Cumhuriyetten sonra her köye bir okul projesi ile  cami ve okul birlikte devleti temsil eden kurumlardı. Köyün toplumsal ve  ekonomik merkeziydi. Seyyar satıcılar ve çerçiler, okulun caminin önüne tezgah açar, okulda toplanıp  istişare ederlerdi.

Memleketin coğrafi tezatları ve siyasi ekonomik kararlar,  nüfus artışı, eğitim, sağlık  gibi nedenler köyden, kente göçü tetikledi. Yolların yapılması ulaşımın daha iyi olması bile  bu göçü durduramadı. Köylerde okullar birer birer kapatıldı. Çareyi taşımalı eğitimle çözmeye çalışıldı.  Artık okulların bayrak direklerinin gönderinde bayrak  dalgalanmıyor,  artık çocuk çığlıkları duyulmuyor.

Köy okulları harabe halindedir. Bu durumdaki okullar mutlaka köy müzesi, köy evi olarak yeniden dizayn edilebilir. Köylerde 5- 6 cemaati belki daha az olan camiler açık. İmamlar görevli. Hiç olmasa ilkokullar yeniden açılmalıdır.  Köylerde  camiler  göğe yükselen minareleri ile yalnız kaldı. 

Dağlarda, iklimin güvenlik kaygısından daha büyük rolü olduğundan, köy evleri ahşap olarak ya da duvar örülerek inşa edilmiş. Karın birikmesini önlemek için  damlara eğim verilmiş saç örtü yapılmış. Uzaktan güneş vurunca parlıyor . Güneş alsın diye evlerin cephesi güneye bakıyordu. Evler birbirine çok yakın yapılmışlardı. Evlerin arasında sokaklar vardı. Köy mezarlıkları arazi dağlık olduğundan  genellikle köy girişlerinde yol kenarlarında sırtlara tepelere yapılmış.

 

Ülkemizde  yerleşim yerlerinin isimlerinin değiştirilmesi "  Tarihi hafızayı silmekte ve  karışıklıklara sebebiyet vermektedir. Yüzlerce yıldır yerleşim yeri olarak kullanılan tapuda, nüfusta, sağlıkta, vergide yazılan,  isimler nedense değiştirilmekte yörenin anadiline kültürüne coğrafyasına uygun olmayan yeni isimler verilmekte.  Bu durum bazı sıkıntılara sebebiyet vermekte. Hatta yazılış şeklide yanlış yazılmaktadır.

Birliğimizi, bütünlüğümüzü, hareket noktası soy sop din tefrikasında aramaktansa hangi coğrafyanın ve iklimin insanları olduğumuzu öğrenmeliyiz. Bizim insanımız kimsin diye değil, daha önce nerelisin diye sorar. Vatan, yaşadığımız coğrafya her şeyden önce gelirmiş meğer. Herkesin inancı kendine. Saygı duymak lazım. Bize lazım olan da bu gerçeği sahiplenebilmektedir!

Ulaşım ve teknolojinin gelişmesi ile  köylerde yaşayanlar ya da gurbete gidenler. Ekonomik durumu iyi olanlar köy yolunun kenarlarına ,bahçelerine villalar 3-4 katlı binalar yapmaya başlamışlar. Mevsim itibarıyla köylerine  bağlarına bahçelerine dönen köylülerin evlerinin önünde çok güzel  arabalar vardı. Tabii çoğu İstanbul plakalı. Her gün  bir otobüs Pütürge' den İstanbul'a sefer yaparmış.

 

Barsaum Manastırı

 

Muhtarın görevlendirdiği rehberi Cemal Çeberi  Kayadere köyünün yol ayrımında aldık.  

Kayadere köyü 1550 rakımdı. Rehberimiz  Dilber kalesine güney yönden çıkmamız önerdi. Yol üzerinde arabayı bırakıp dağa tırmanmaya geçtik. Şoför arabaların yanında kaldı. 

 

Rehber önde  tek sıra halinde sırtımızda çantalarımız bir süre orman işletmesinin paletli kepçe ile açtığı yoldan çıktık. Yaşlı meşe ağaçlarını kesmek için açmışlar. Çevrenin bitki örtüsü  küçük, büyük meşe palamutları ile  yeşilleniyor. Köylüler  mazı toplayıp satıyorlarmış ilaç sanayide kullanıldığını rehberimiz söyledi. Meşe, Sumak,  melengiç / sakız  ağaçları ile solmaya yüz tutmuş otsu bitkiler vardı.  

Uzuntaş( Peraş)

Sırt çantalarımızdan çıkardığımız pet şişelerden buzlu suyumuzu içtik. Biraz ferahladık.  Muzaffer bey çantasından kaymaklı bisküvi ikram etti. Birer ikişer aldık. Bu esnada benimle gelen arkadaşlarla tanışıp  sohbet edildi. Yine tazeleyen kuvvetimizle yola devam ettik.

Muzaffer öğretmenin bir  ara tansiyonu çıktı. İstiğfar ,kusmaya başladı. Boncuk boncuk terledi. Adil bey esas mesleğinin Sağlık ve İlk yardım öğretmeni olduğunu , okullarda yıllarca ilk yardım dersi verdiğini söylemişti. Ben gelmesi için seslendim hemen gelerek   ilk yardımda bulundu. Muzaffer beyin çantasında  tedbir olarak buzlu pet su ve ilaçlar varmış. Yüzünü yıkadı, Buzlu Pet şişeyi ensesine tampon yaptı.  

Barsaum Manastırı

Manastıra çıkarken öğlen saati güneş tepemizde yanımızda yükselen yalçın kayalar güneş altında kızmışlar bize ateş altında püskürüyorlar. Yer yer kırık taşlar  üstünde yürüdükçe  hareket edip aşağıya doğru yuvarlanıyorlar. Meşe ağacı altında ilk molamızı verdik. Her taraf keven bitkisi. Sararmış kurumuş.   Terlemeye başlamışız. Nefes nefese kaldık. 

 Muzaffer İris manastıra doğru yürürken birden aklına  Hristiyanların Üzüm Bayramı , Meryem ananın göğe yükseldiği gün manastırda dağıtmak için aldığı üzümü evde unuttuğunu söyledi.  Bu konuşmayı bitirdikten biraz sonra bir mucize oldu sanki, karşımıza yamaçta yabani üzüm asmaları görünce hepimiz nasıl sevindik.  Hemen teveklerin arasını baktık. Muzaffer öğretmen daha tam olmamış( koruk)  bir kundak üzüm buldu.   Sırt çantasına koydu.   

   Doğal yoldan tahrip olan yollardan manastırın olduğu yere vardık. Harabeyi gezdik. Manastır dağın zirvesinde Arabanın gittiği yerden en az bir saat yürünüyor. Tahribatı ağır. Manastırın, sadece birkaç duvarı kalmış ve gerisi yıkık durumda.  Defineciler sıkı çalışmış. 

Kayadere( Şalyan)

Manastırdan aşağıya kuşbakışı  bakınca geniş bir panorama   her taraf ayağımızın altında. Şalyan vadisi, vahşi dağ manzaraları. Dağların güneye bakan yamaçlarında irili ufaklı köyler serpilmiş. Manastırın harabelerinin, kalenin   tuğla, seramik ve küp parçaları objelerinin fotoğrafını çektik.

Mor Baraum Manastırından objeler

Manastır yalçın kayalar üzerinde kale surları devam etmekte  , manastır kartal yuvası gibi kayaları üzerine yapılmış. Aşağısı uçurum. Pütürge gerçekten müthiş dağlık, ulaşımı zor, muhteşem manzaraları dolu bir memleket. Yangın, deprem , doğal aşınma , daha fazlası defineciler tarafından köstebek yuvası gibi her taşın altı kazınmış . Daha büyük zararı bu tarihe düşman tez elden zengin olmak isteyen defineciler  tarafından zarar verilmiştir.  

Manastırın tepesinde  olduğumuz yerde rehberimizle dolaşıyor, bilgi alıyorduk. Güneşte gökte daha çok yükselmiş, daha çok patlamış, bizi daha çok ısıtmaya başlamıştı. Böyle günlük -  güneşlik bir günde bu kalenin manastırın  harbeleri arasında hepsi birer tarih, birer efsane olmuş olayları  bir Süryani tarihçisi Muzaffer İrisin ağzından dinlemek ... Mistik bir hal doluyor içimize. 

 Barsaum Manastırı

"Süryanilerin anadili dünyanın en eski dillerinden biri olan Aramice'dir. Kutsal kitapların bir çok bölümü bu dille yazılmıştır. Peygamber Daniyel'in peygamberliği. Kutsal incil'in Matta bölümü... gibi Hıristiyanlık tarihinde ilk Ayin'in Kudüs'te Süryanice yapılması, Rab İsa Mesih, öğrencileri ve Meryem Ana'nın bu dili kullanması, onun diğer tüm dillerden üstün olduğunu görmek açısından yeterli olsa gerek.

Süryaniler Mezopotamya'da bu ilklerin milleti olmanın haklı gururunu taşıyor. Dünyanın kitlesel olarak Hıristiyanlığı benimseyen ilk toplumudur. Dünyanın ilk Üniversitesi olan Harran Üniversitesi'ni Süryani bilginler kurmuştur. Dönemin Yunan filozof ve bilginleri ile Arap bilginleri arasındaki köprüyü kuran Süryani bilim adamlarıdır. Yakın tarihe geldiğimizde ise, Güneydoğuya ilk matbaayı getirenler yine Süryanilerdir." Zeki Demir

 

                                        Mor Barsaum Manastırı

                    Soldan İtibaren Celal Yıldırım. Muzaffer İris, Adil  Aktaş, Cemal Çeper ( Mihmandar), Fikri Demirtaş Öz çekim yapan

 

Mor Barsaum Manastırı, yaklaşık 300 yıl Süryaniler Patriklik makamı olarak kullanılmıştır. Daha sonra Ermeniler kilise olarak kullanmıştır. Manastır alanı defineciler yüzünden delik deşik edilmiştir. Bölge, 2010 yılında 1. derecede arkeolojik sit alanı ilan edilmiş ancak halen sahipsiz, korumasız olarak bulunmaktadır. Büyük Süryani Mihael'in mezar yeri de halen burada sahipsiz durumdadır. 

 

                                    Barsaum Manastırı

 

Süryani Patrik Mor Mihael Rabo Süryani Kilisesi'nin en önemli isimlerinden birisidir. "Süryani Mihael" meşhur kroniğinde dünya tarihini yazmıştır. Bu eser halen bilimsel çalışmalarda döneminin en önemli referans kaynaklarından biri sayılıyor. Patrik Mor Mihael, yaptığı büyük hizmet ve çalışmalardan sonra 73 yaşında vefat ederek 7 Kasım 1199'da inşa ettirdiği Mor Barsaum Manastırı'ndaki kilisede defnedildi. Mor Barsaum Manastırı'nın yeri uzun bir süre boyunca unutuldu. Tuhaf bir şekilde bu yeri araştıran, bulup ziyaret eden olmadı. 1953 yılında André Maricq (1925-1960) isimli Belçika'lı araştırmacı, Komagenne topraklarına (Adıyaman/Malatya) yaptığı seyahati sırasında tespit ettiği bulguları Polonyalı Bizans tarihi uzmanı Ernest Honigmann (1892-1954) ile paylaştı. Honigmann, Maricq'in bulgularına göre unutulmuş ve yeri bilinmeyen Mor Barşauma Manastırı ile ilgili bir kitap yayınladı. Fakat bu kitap dar bir bilim çevresi dışında Manastıra yönelik ilgiyi gene de canlandıramadı.

  

 

Mor Barsaum Manastırı   Tarihçi yazar Muzaffer İris 

 

Bu gün Katolik ve Ortodoks Hristiyanlıktaki en büyük bayramlardan biri olan Meryem’in Göğe Alınışı Bayramı, kilise geleneklerine göre, 15 Ağustos günü veya ona en yakın Pazar günü kutlanır.  Bu bayram, İsa Mesih İmanlılarının ölümden sonra Tanrı’yla birlikte göğe alınacakları ve sonsuz yaşama kavuşacakları inancının da göstergesi ve örneği olarak kabul edilir.

      

 

             Uzuntaş Köyünün bağ üzümü (alıntı)

 

Kilise geleneğine göre Meryem Ana, öldükten sonra İsa Mesih annesinin bedeninin çürümesini istememiş ve yeryüzüne inerek onu göğe yükseltmiştir. Bu nedenle Meryem Ana’nın ölüm yıldönümü, bir anma töreni olarak değil, oğluna kavuşması ve göğe yükselmesi nedeniyle bayram olarak kutlanmaktadır." 

 

Muzaffer İris 15 Ağustos üzüm gününe ait  dini açıklamalar yaptı.  Meryem ana adına ayinler yapılarak üzüm dağıtıldığını söyledi. Muzaffer beyde bu kutsal günde manastırın yamacında bulduğu üzümü çantasından çıkardı . Bir kundak üzümü aramızda pay etti.

 Manastırın zirvesinde üzümü yedik. Hepimizin unutamayacağı bir anısı oldu. 

 

 

 

 Anadoluda nice Medeniyetler, devletler kurulmuş yıkılmış. Yunus Emre ne güzel demiş

" - Mal sahibi, mülk sahibi, 

Hani bunun ilk sahibi. 

Mal da yalan, mülkte yalan, 

Var biraz da sen oyalan. 

Milletlerde böyle oyalanmış bu topraklarda. Bu coğrafyanın ilk sahibi acaba kim?

 Anadolu acılı bir coğrafya...                       

     Manastırın inişinde bir mola verdik. Oysa çıkışta beş mola vermek zorunda kalmıştık. O çevik dağ keçileri manastırdan inerken araba yolunun kenarındaki asırlık çınar ağacının altından meşeliklere doğru kaçtı. Fotoğraf çekmeye bir fırsatımız bile olmadı. Rehberimiz "köylüler dağ keçilerini koruyorlar zarar veren kimse yok. Bu dağlarda gruplar halinde yüzlerce dağ keçisi var " dedi.

 Yola inince ayrılma vakti gelmişti.  Helallaşıp ayrıldık. Muzaffer İris kendine getiren arabaya bindi.  Gerger'e Vank'a döndü. Bizde rehberimizi Kayadere köyüne bırakıp yolumuza devem ettik.

    Yol arkadaşımız Celal bey Nemrut'u görmediği için buraya kadar gelmişken birde onun için  gittik.UNESCO Dünya Kültür Miras Listesinde yer alan, "güneşin doğuşu ve batışının dünyada en güzel izlendiği yer" olarak nitelendirilen Nemrut Dağı'nı giden ziyaretçileri Kommagene Krallığı'na ait 50 metre yüksekliğinde, 150 metre çapında Tümülüs ve dev heykeller karşılıyor.

    Her ne kadar güneşin doğuşu veya batışına denk gelemediysek bile öğlen güneşinde de Nemrut bir harika.

                                            Nemrut  

                                       Gezgin Öğretmen Fikri Demirtaş

Malatya'ya  dönüş daha rahattı.  İnişte Kayadere köyünde biraz dinlenip Kubbe dağına kadar durmadık. Yorulmuş acıkmıştık. Muhtarı mekanında nefis bir  kavurma, doğal domates, biber salatası yedik. Acılı ayranla birlikte iyi gitti. çaylarımızı içtikten sonra güneş dağlardan aşmaya başlarken yolumuza devam ettik. Yaygın köyüne  yaklaşınca Akşam güneşi vurmuştu Malatya ovasına ...

Tarihimizin ihtişamlı Uzuntaş ( Peraş ) Şalliyan daki Tarihi kale , Mor Barsaum Manastırı ve Büyük Mor Mihael'in mezarı sahip çıkılmayı bekliyor.

 Kubbe dağından Malatya'ya doğru inerken gün batımında  yüreğime  bir sızı düştü. 

Gün batarken ömrümüzden  bir gün daha gitti usul usul, sessizce kayıp gitti.

 

 

 

                      MALATYA /  PÜTÜRGE UZUNTAŞ (PERAŞ ),

                             BARSAUM  MANASTIRI TARİHİ

 Mar (Mor) Barsaum Manastırı, içinden geçilmesi imkansız dağların ortasında ücra bir yerde bulunmaktadır. Buna rağmen bu manastır Orta Çağ'da Kommagene 'de Hristiyanlık için  özel bir önem teşkil ediyordu.

11. ve 13. yüzyıllar arasında manastır, belirli aralıklarla Süryani Ortodoks kilisesi Patrikliği’nin merkeziydi. Süryani Hıristiyan cemaatinin önemli şahsiyetlerinden, Hıristiyan bir yazar olan patrik Süryani Michael, 1199 yılında ölümüne kadar burada yaşamış ve çalışmıştım.  

Bulunduğu konumun uzaklığından dolayı manastırın bulunduğu alanı az sayıda gezgin ziyaret etmiştir. Bugüne  kadar alanda herhangi bir arkeolojik araştırma yürütülmemiştir.

Barsaum  Manastırı’nın kilisesi.

     Ulaşım: Manastır, Malatya İl'ine bağlı Uzuntaş (önceden Peraş olarak bilinen) köyünün yakınında yer almaktadır. Koçhisar'dan (Eski tahta /Arsameia) başlayan, bir yol (yerel halk tarafından “Eski Malatya Yolu" olarak bilinen) tahta (ayı vadisini takip eder ve  yaklaşık 30 kilometre sonra Uzuntaş Köyü’ne ulaşır. Bir zamanlar yoğun olarak tahkim edilen manastırın kalıntıları köyün güneydoğusunda, 1600 metre yükseklikte büyük  bir dağ  sırtının en  uzak çıkıntısı üzerinde  yükselmektedir. 

 Tanrıların Tahtları: Kommagene Torosları

Mar (Mor)  Barsaum Manastırı, içinden geçilmesimkãnsiz dağların ortasında ücra bir yerde bulunmaktadır Buna rağmen, bu  manastır Ortaçağ’da Kommagene’de Hristiyanhk izin õzel bir önem teşkil ediyordu.

Manastıra ait kilise yoldan görülebilmektedir.  Dağ sırtına giden dik yokuş Uzuntaş'a giden yolun virajında başlamaktadır. Manastıra ulaşım yaklaşık 1 saatlik bir yürüyüş ve fiziksel olarak formda olmayı gerektirmektedir.

 Tarihçe: Ne erken yerleşimler ne de Uzuntaş'ı çevreleyen dağlık alanın altyapısı ile ilgili herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Bölge, henüz tam anlamıyla keşfedilmemiştir. Ancak, Arsameia’dan Melìtene (Malatya)'ya giden olası güzergâhlar buraya yakın geçmekteydi. Ayrıca buradan Gerger'e bir bağlantı olmalıydı. Mevcut kaynaklarda Manastırdan ilk defa  18. yüzyılda bahsedilmektedir. Manastırın uzak ve savunulabilir  bir konumda olması, sürekli savaşlar ve iç mücadeleler ile geçen bir dönemde manastırın güvenliğini sağlayacaktı. Manastır, 12. yüzyılda Süryani Michael' ın Süryani - Ortodoks kilisesinin başrahipliğini, sonra da patrikliğini yaptığı sırada refah dönemini yaşadı. Süryani Michael, 1199 yılında ölene kadar bu manastırda yaşamıştır. Yazılarında ,özellikle  günlük  kayıtlarında  manastırın tarihi ve planı ile ilgili önemli bilgiler vermektedir. Geniş çapta onarım ve genişleme çalışmalarının yapılmasını bizzat kendisi emretmiştir. Hem Selçuklular ve Haçlılar arasındaki savaşlar hem de Hıristiyan ve Müslüman aşiretler arasındaki rekabet ile nitelenen 12. yüzyıl     boyunca manastır Süryani Başpiskoposluğunun merkezi olarak stratejik önemini korumuştur. Ancak, manastır ) 3. yüzyılda önemini kaybetmeye başlamıştır. ) 285 yılında ise meydana gelen bir deprem de manastırın önemli bir kısmı yıkılmıştır. Daha sonradan da, Kürt çeteler tarafından yağmalanmıştır. Yine de 18. yüzyıla kadar sürekli bir nüfusun burada yerleşik olduğu belgelenmiştir. Zincirli ören yerinin de arkeolojik kazı çalışmalarını yapan Felix von Luschan, ilk batılı gezgin olarak, alanı 1884 yılında alanı ziyaret ettiğinde bile Manastır uzun zaman önce terk edilmiş durumdadır. Günümüze kadar çok az sayıda araştırmacı alanla ilgilenmiştir.


    Anıtlar: Bir zamanların ünlü manastır kompleksin den sadece sınırlı sayıda kalıntılar günümüze ulaşmıştır. Bunlar arasında en iyi korunanı (ana) kilise binasıdır. Süryani Michael'ın günlük kayıtlarında rapor ettiği gibi kendi yönetimi sırasında1180- 1193 yılları arasında, kilise tamamen yeniden inşa edilmiştir. 1199 yılında öldüğünde kendi kilisesine gömülmüştür. Michael, eski Kahta yakınlarında bulunan  bir pagan tapınağının kesme yapı taşlarının  bu yeni binada kullanılmak üzere manastıra taşındığını iddia etmiştir.
  

Taşları aldığı yerin antik Arsameia yerleşimi olduğuna inanılmaktadır. Ancak, antik kesme yapı taşları ne kilisede nede başka yapılarda halen mevcuttur. Bununla birlikte mevcut kilisenin Süryani Michael'ln anlattığı ile ne ölçüde aynı olduğu belirsizliğini korumaktadır. Sık meydana gelen tahribatlar nedeniyle özgün plan oldukça değişmiştir. Bu soruları cevaplamak için alanda kapsamlı bir mimarî araştırma şarttır.

Kilise, bayırın yukarısında dik bir yamaç üzerine inşa edilmiş, güçlü temellerle desteklenmiştir. Yalın bir zemin planına sahiptir. Büyük olasılıkla bir zamanlar üç bölümden oluşan bir sahanlık absidiyoller  ile  çevrelenmiş olan apsid ile son buluyordu. Duvarlar kaba kesilmiş taş ve harç özlü yüzeylerden oluşmaktaydı. Süryani Michael'ın bahsettiği kemerler, çatı ve kubbe tuğladan yapılmış  olmalıydı.  Sahanlığın  yıkıntıları  arasında çok sayıda tuğla görülmektedir. Kilisenin sahanlık bölümünde hazine avcıları tarafından katılmış çok sayıda çukur bulunmaktadır. İç mekan bezemelerine ait herhangi bir iz günümüze ulaşmamıştır. Giriş, batıda ön tarafa eklenmiş narteks benzeri bir koridorun bulunduğu bir merdiven ile sağlanıyordu. Buradaki büyük temel sonunda yıkılan bir tonozlu yeraltı odasından oluşmaktaydı.

   

 

Kilisenin yukarısındaki çıkıntının üzerinde çok daha fazla sayıda yapının temelleri görülmektedir. Ancak, mevcut durumda, bu yapıların özel kullanımlarına ait herhangi bir şey bilinmemektedir. 

     Manastırın savunma duvarları neredeyse tamamıyla yok olmuştur. Sadece dağın doğusundaki çıkıntıya hakim kayalık zirve üze- rinde duvar ve kulelerin kalıntıların önemli bir kısmı halen toprak yüzeyinde görülmektedir. Bunlar da kilise ile aynı teknikte inşa edilmiştir. Manastırın ana girişinin burada olduğu saptanmıştır.
Dağın sırtında bir ikinci manastırın ve bununla birlikte bir yerleşimin olduğu bilinmektedir, fakat henüz hiç bir ize rastlanılmamıştır.  

(Malatya Kültür Envanteri-2014)

( Alıntı Kommagene, Michael Blömer-Engelbert Winter. Homer kitabevi yayınları.)

DİLBER KALESİ  TESCİL  YAZISI

 

Kadim Mor Barsaum Manastırının olduğu yer Dilber Kalesi Kültür ve Turizm Bakanlığı Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 13. 01. 2010 Gün ve1551 sayı kararı ile

Tescili yapılmış

 Malatya İli, Pütürge İlçesi, Tepehan Beldesi, Uzuntaş Köyü (Mahallesi) içerisinde yer almaktadır. Tepehan Beldesine 12km uzaklıkta, Malatya Pütürge Yolunun 55. Kilometresinde Tepehen – Nemrut yolunun 30. Km. de yer alan Şalyan Mezrasında bulunmaktadır.

   Dilber Kalesi olarak bilinen alan mezra yerleşiminin kuzey – doğu yamacında, Şalyan Deresi’nin doğusunda yer almaktadır.

   Yaklaşık 300 metre yükseklikte olan kale doğu batı doğrultusunda uzanmakta olup oldukça geniş bir alanı kaplamaktadır. Kale Şalyan Vadisi ‘ne hâkim konumda olup savunma amaçlı kullanılan bir kaledir.

Sit Potansiyeli: Arkeolojik alanın tamamı 1. Derece 

Gözlemler: Kalenin tepe, kuzey ve güney yamaçlarında ve zirvesinde kilise olacak mimarı kalıntılara, kayaya oyulmuş basamaklar ve su sarnıçları vardır.  Manastır bölgesinde kale surlarında çok sayıda geniş izinsiz kazı çukurlarına rastladık. Kale, manastır  bugün korumasız olup her türlü tahribata açıktır.

Ekler:

 


 

 

 

 


                  

 

 Fotoğraf  Yazı: Fikri Demirtaş

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.