Atilla Kantarcı
Kültür Yaşam Derneği Bşk
Mahallede birbirlerine aile kadar yakın olan komşuların en önemli özelliği farklı ekonomik, sosyal ve kültürel özelliklere sahip olmalarıydı. Zengin fakir ayrımı söz konusu olmaz herkes bir potada eritilirdi…
Şimdi ise sosyal ve kültürel özellikler ikinci plana atılarak aynı veya yakın ekonomik sınıf bir bölgede (orta ve üst düzey gelir gurubu), daha düşük gelir gurubu bir başka bölgede yaşamaya başlayınca ayrışmalar başladı ve mahalle kavramı, komşuluk, güven ve yardımlaşma kavramlarının köküne dinamit koyulmuş oldu.
Mahalle deyince hepimizin aklına komşuluk ilişkileri gelirdi…
Bizim çocukluk yıllarımızın, kimin zengin kimin fakir, kimin alevi kimin sünni, kimin Türk kimin Kürt olduğunun öneminin olmadığı yalnız insanlığın önemli olduğu yılları bir hatırlayalım mı? Ne dersiniz…
Komşuluk paylaşmaydı, komşuluk yardımlaşmaydı, komşuluk güvenmeydi, komşuluk sevgi ve saygıydı…
Komşu demek dost demekti. Dertlerini dökeceğin sırdaş demekti. Akşam kapısını teklifsiz çalacağın misafirliğe gideceğin yoldaş demekti. Sabah işe giderken kapıda gördüğünde selamlaştığın, ayak üstü hasbihal edip içini döktüğün arkadaş demekti. Tıp fakültelerinde psikiyatri bölümünün henüz rağbet görmediği psikologların üç büyük şehirde olduğu yıllardı!!!… Zira derdinizi dökebileceğiniz, sorun ve sıkıntılarınızı içtenlikle dinleyen, çözüm yolları gösterip psikolojinizi düzelten komşuluklar, dostluklar vardı.
Eskiden mahallenin çağaları bahçede, sokakta, mahallede birlikte oynar hep birlikte kardeşçe büyürlerdi. Birinin annesi bilik yapsa diğer çocuklar da payını alırdı. Üç silahşörlerin “Birimiz hepimiz hepimiz birimiz için” sloganı geçerliydi o yıllarda. Bu sloganı özümseyen çocuklar, paylaşmayı şimdiki çocuklar gibi sosyal medyada değil pratikte gönülden vererek öğrenirdi.
Saygı sevgi had safhadaydı. Komşuda cenaze olsa üç öyün yemek verilir, üç gün ziyaret edilir, radyo ve müzik açılmazdı.
“İnsanların gönülleri gibi kapılar da açıktı” fakat hırsızlık nedir bilinmezdi. Yazları kapı açık yatılırdı.
Pencereler demirsiz, kapılar kilitsizdi…
Herkes mahallenin doğal bekçisiydi o yıllarda çünkü mahalle senin, benim, onun değil hepimizindi…
Mahallesini sahiplenen hiç kimse mahallede bir olay olsa evinde oturup çayını yudumlayıp bana ne demezdi. Karı-koca arasında kavga varsa “aman bize ne, karı koca arasına girilmez” denmez ve mutlaka arabuluculuk yapılır araları bulunurdu. Mahallenin namusu kavramı çok önemliydi. Mahallenin kızları herkesin bacısıydı. Mahalleden kafası yukarılarda, aylak aylak geçen yabancılara “birini mi arıyorsun kardeş” deyip gözdağı veren mahallenin ağır abileri vardı.
Kimse birbirine bağırıp çağırmazdı. Mahallenin çocukları kavga edip gelse büyükler müdahil olmaz, “sarılın bakalım birbirinize” deyip barıştırılırdı. Kimse küs kalmazdı o zamanlarda.
Komşuda biraz fazla ses olunca hemen rahatsız olunmaz, hele hele telefon açılarak rahatsız olduk hiç denmezdi!
Tüm mahalle bir ev küfleti gibiydi, ayrı gayrı olmazdı. Komşuda pişen bize de düşerdi. Kadınlı erkekli, çoluklu çocuklu, nineli dedeli hep birlikte gülüşügünen, üstü açık kamyonlara binerek Venk’e, Horata’ya, İnek Pınarına, Takaz’a pikniğe gidilir sosyalleşme tavan yapardı...
Mahallemize yeni bir komşu taşınacak olsa herkes yardımına koşar evi hep birlikte taşınırdı. Mahallenin yeni üyesi taşınma telaşıyla evde yemek pişiremez diye akşam mahalledeki komşulardan yemek gelirdi. Mahallede birisi temizlik yapsa, salça, bulgur, ekmek yapacak olsa komşular ona yardıma gider imece usulüyle işler halledilirdi. Mahalle sakinlerinden biri düğün yapacak olsa mahalleli birlik olur çeyizini hazırlamasına yardım ederdi.
Mahalleden biri işini kaybetse hep birlik olunur sıkıntısına çareler aranırdı. Düşene tekme atılmaz kolunda tutup kaldırılırdı. Merhametten maraz doğmayan müstesna yıllardı o yıllar… Akrabalarımızdan önce komşularımız yardımımıza yetişirdi. Anneler-babalar çocuklarını güvenle komşularına emanet ederdi. Herkes mahallede kim aç kim tok bilirdi. Kokacak bir yemek piştiğinde canı çekebilir diye bir tabakta komşuya gönderilirdi ve nezaketen tabak asla boş geri gönderilmezdi. Anadolu insanının engin vefa duygusunun tezahürüydü. Düşünceliydi. Vefalıydı. Yaptığı iyiliği unutur yapılan iyiliği asla unutmazdı.
Hangimiz komşumuzun külüne muhtaç olmadık ki…!
Sevgi vardı insanların yüreklerinde. Çocukları görünce başlarını okşayan, bakkaldan kaynana şekerlerinden alıp çocuklara dağıtan o güzel insanların düsturu “Yaratılanı sev yaratandan ötürü” idi…
Geçen ömürlerimiz birbirimize saygıyla geçip gitti. Sabır vardı bizim dönemin insanında. Beklemenin, sahip olmanın bir anlamı vardı.
Şimdiki gençlerimize her şeyi verdik ama yukarıda saydığım o güzel hasletleri veremedik maalesef. Şimdi de o gençten saygı bekliyoruz, otobüste yaşlı, hamile, çocuklu kadına yer vermesini bekliyoruz.
Çok bekleriz…
###
Mahalleler bize atalarımızın mirasıydı. Uzun yılların birikimi yatardı mahallede. Mahalle sakinleri, doğumu, ölümü, neşeyi, sevinci, kederi, düğün derneği, topluca pikniğe gitmeyi, Ramazan'ı, Bayramı, birlikte yaşar, birlikte ekmek yapar, birlikte şare (şehriye)döker, birlikte salça yapar, birlikte küfte, erişte yapardı… Herkes bir dayanışma halindeydi ve kimse kendini yalnız hissetmezdi…
Oysa şimdi öyle mi?
İnsanlar yüzlerce kişilik sitelerde yapayalnız!
Hasıl-ı kelam mahallece komşuluk adına her şeyi özledik. Şimdilerde eleştirilen “mahalle baskısı” nı bile arar olduk.
Bu güzellikleri, sabaha kadar sayabilirim. Ama bu saydığım mahalle hayatı ve komşuluklar "eski dünya" ya ait bir kavramdı. "Günümüzün dünyası" mahallemi yerle bir etti, dağıttı. Komşularımın her birini bir yere savurdu.
O ahşap bahçeli evler, dutlar, elmalar, kirazlar yok oldu gitti.
Sülü deynekler, birdir birler, hombekler, hollikler, yedi tuğlalar, seksekler, develeme çevirmeler, bilya oynamalar, hayfene kurmalar, vs hepsi mahallemle birlikte yok oldu gitti.
Yalnız bunlar mı yok oldu sanıyorsunuz.
O kadar çok şeyi kaybettik ki...
Hangi birini sayayım...
Selam olsun Malatya’mın güzel insanlarına...