Bizim kuşağımız bahçeli evlerde büyüdü. Hemen her evin yanında, önünde, arkasında bir avuçluk da olsa bir bahçe olurdu. Bahçede ağaçlar, otlar yetişirdi. Ağaçların dallarına türlü kuşlar gelip konardı. Hele meyveli ağaçları pek severdi kuş milleti. Bahçelerimiz kuş cenneti gibiydi...
Bahçelerde görülen kuşlardan biri taraklıkuştu.
Kimi kuşlara aile büyüklerimiz sevgiyle bakar, onlara taş atmamamız için sıkılardı biz çocukları.
İşte o sevgiyle bakılan, sapan taşından esirgenen kuşlardan biri de taraklıkuştu.
Söylenceye göre taraklıkuş, kuş olmadan önce, çiçeği burnunda bir tazecik gelinmiş...
Taze gelin evde yalnız olduğu bir gün, su ısıtıp yıkanmak istemiş. Teştin içinde, yanında iki sitil su. Saçlarını tepesinde toplayıp tarakla tutturmuş...
Sabunu köpürtmüş yıkanırken kapı çalınmış!
Kapıyı hükümle çalan kişinin kayınbabası olduğu hemen anlamış gelin. Çıkıp kapıyı açsa, kayınbabası onu çıplak görecek; kapıyı açmasa hiç olmaz!
Böylesine zor bir durumda dehşetle düşünürken, içinden kuş olup oradan uçmak geçmiş...
Tanrı o anda tazecik gelinin içinden geçeni duymuş... O saniyede onu bir kuş yapmış!
Başındaki tarağıyla birlikte... Uçup gitmiş.
O gün bugün insanlardan kaçarmış taratlıkuş. Kimselere yakın olmak istemezmiş! Kendini hâlâ çıplak sanırmış da ondan...
Merhum validemden dinlediğim bu söylenceyi masal biçiminde kaleme almak da bize düşmüş...