1986’dan 2000’li yılların başına kadar olan süreçte, mafya gündelik hayatımızın değişmez figürlerinden biriydi.
O dönemde adliye muhabirliği yapan gazeteciler çok iyi bilir.
Yargıdaki aksaklıklar nedeniyle bir türlü sonuçlanmayan davaların dosyaları arşiv odalarına sığmaz olmuş, adliye koridorlarında üst üste yığılmıştı…
***
Piyasalarda nakit sıkıntısı vardı. Kredi alımında zorluklar yaşanıyordu. Esnaf zararına satışlar yapıyordu. Karşılıksız çek ve protestolu senetlerin tahsili, ev sahibi-kiracı davaları, yargının zayıflığı nedeni ile çetelere fırsat vermişti. Tehditle, şantajla, baskıyla çıkar elde eden çeteler, iş dünyasının ve vatandaşın korkulu rüyası haline gelmişti…
***
Mafya gündelik hayatımızın tam içindeydi.
O yıllar, Türkiye’de bu işleri yapan çetelerin büyüdüğü zamandır. Devlet içinden bazı kimseler tarafından da desteklenen bu kişiler, işleri öyle bir hale getirmişti ki sorunu olan hiç kimse avukat, mahkeme, kısaca adalet gibi mekanizmalara başvurma gereği duymuyordu.
Gün geçmiyor, cinayete kurban giden bir iş adamı veya bir kaçırılma haberi duyulmasın.
Ayaklara kurşun sıkma, kol ya da bacak kırma, kulak kesme olayları duyulmuyordu bile…
***
1988’de Bugün Gazetesi'ndeyim.
Mafyanın tahsilat yapma konusu ile ilgili özel bir haber yapmak istiyorum.
Ama biraz meşakkatli bir iş.
Maddiyata ve insan gücüne ihtiyaç var...
***
Servis müdürümüz rahmetli Behiç Kılıç’a konuyu açıyorum.
Kahkahayı basıyor;
“Hayatım, nereden geliyor aklına böyle şeyler. Git lan başımdan…” diyor.
O meşhur, ‘dal….ak’ küfrünü sallıyor yüzüme.
Küs küs çıkıp gidiyorum odasından...
***
Biraz sonra beni tekrar çağırıyor.
Oturtuyor karşısına;
“Anlat bakalım şunun detaylarını” diyor.
Aklına yatmış anlaşılan.
Anlatıyorum...
İçi lüks düşenmiş bir büro açacağım. Sekreterim, şoförüm ve birkaç çalışanım olacak. Kapıda da son model bir araç.
Tahsilat işi yapacağım...
***
O tatlı gülümsemesi ile bakıyor bana önce. Sonra koca göbeğini hoplatarak gür kahkahasını patlatıyor.
“Tamam” diyor.
“Harika bir haber olur. Sekreter, şoför ve diğer adamlar işini ben hallederim. Mobilya ve araç işini de bir şekilde çözeriz. Sen git şimdi kiralayacağın bir yer bul.”
***
Heyecanla araştırmalara başlıyorum.
Ümraniye tarafında ana cadde üstünde, yapacağım işe uygun bir yer buluyorum. Üç aylık kirasını peşin ödeme şartı ile yeri tutuyorum. Bir ayını peşin veriyorum. Kalan iki ayını iş yerimi açtıktan on beş gün sonra ödeyeceğim. Gerekli yerlere müracaatımı yapıp çalışma ruhsatımı alıyorum. Behiç Kılıç, tanıdığı bir mobilya şirketine gönderiyor beni. Emanet olarak aldığımız mobilyaları getirip, üç bölümden oluşan büroya diziyorlar. Ön bölüm sekretarya. İkinci bölüm babanın (!) oturacağı genişçe bir yer. Mafya babalarının odalarında ne varsa odamızda var. Üçüncü bölüm dinlenme ve özel görüşme yeri…
***
Adliye muhabiri arkadaşım Mehmet Kaya ile iki ortağız.
Soyadlarımızdan yola çıkarak şirketimizin adını koyuyoruz.
“KAYALAR TİCARET”
Işıklı tabelamızı asıyoruz kapı dışına…
Büro camına yaptığımız iş ile ilgi başka sloganlarda yazdırıyoruz.
“Çek ve senetleriniz tahsil edilir”
“Her türlü alacağınız anında tahsil edilir”
“Ev sahibi-kiracı sorunları çözülür”
İşi abartıyoruz iyice.
Buna benzer birçok slogan daha.
Ruhsatımızda ‘Alım satım’ yazsa da, yapacağımız iş illegal...
***
Özel görüşme odamıza astığımız bir iş tarifemiz bile var.
Talep edilen işe göre müşterilerimizi bu odaya alıp tarifeyi okumalarını sağlayacağız.
Araştırmışız, o dönemde mafyanın uyguladığı gerçek rakamlar bunlar.
O zamanın parası ile tabi…
İŞ TARİFESİ
Çek senet tahsil etme: Yüzde 50
İhale kazandırma: Yüzde 50
Kiracı çıkartma: 3 milyon TL.
Adam dövdürme: 3 milyon TL.
Bacak kırma: 7 milyon TL.
Parmak, kol kırma: 5 milyon TL.
Mekân dağıtma: 5 milyon Tl.
Bıçakla yaralama: 5 milyon TL.
Adam öldürme de var. Yazmamışız onun fiyatını.
İş bitirme süremiz, on beş gün ile bir ay arası…
***
Behiç abi, yanımıza gazeteden iki güzel bayan arkadaş veriyor. Biri asistan diğeri çay, kahve ikramı gibi işlerimize bakacak.
Güvendiği gerçek bir ‘baba’ya gönderiyor bizi. Ona gidip durumu izah ediyoruz. Adamlarından filinta gibi, bıçkın beş genci veriyor yanımıza. Faaliyetimiz süresince korumalığımızı yapacaklar.
Araç kiralama şirketlerinden birinden lüks bir Jeep, birde korumalar için küçük bir araç kiralıyoruz. Gazetenin ulaştırma servisinden yanımıza iki de şoför veriliyor.
Ohhh, olduk mu mafya babası…
***
Mehmet Kaya ile birlikte ‘Bismillah’ deyip iş yerimizi açıyoruz.
İlk gün çevre esnafından birkaçı ‘hayırlı olsun’ a geliyor. Korumalarımız ve asistanımız saygılı davranışlar içinde odamıza getirip tanıştırıyorlar.
Esas ‘baba’ Mehmet Kaya. Sert mizaçlı, esmer, bıyıklı. Tam bir Anadolu delikanlısı.
Ben onun yardımcısıyım.
Gelenler ile tanışıp hoş-beş ediyoruz. Tam olarak yapacağımız işi anlamamışlar.
Anlatıyoruz…
Bir sorunları varsa çözüm bulacağımızı ekliyoruz falan.
Caddeden geçenler “KAYALAR TİCARET” tabelamıza, cama yazılı sloganlarımıza durup durup bakıyor.
Sabahları dokuz, on gibi lüks aracımızla havalı bir şekilde geliyoruz büromuza. Arkamızda korumalarımız.
Adamlar tam işinin ehli. Saygılı ve etrafı gözleyen davranışlarla karşılıyor bizi.
Giderken aynı tantana ile uğurlanıyoruz.
Bayağı alışıyoruz bu duruma.
‘Gazeteciliği bırakıp bu işi mi yapsak’ acaba diye Mehmet’le takılıyoruz bazen birbirimize.
Gülüyoruz halimize…
***
Birkaç gün sonra esnaftan biri görüşmek istiyor.
‘Gelsin’ diyoruz.
Koruma eşliğinde asistanımız alıyor yanımıza.
Özel görüşme odamıza alıyoruz. Çok sıfırlı bir senet çıkarıyor cebinden.
Başka bir esnaftan alacaklıymış. Ödemeye yanaşmıyormuş. Mahkemeye başvursa, yıllarca sürecek dava, ne karar çıkacak belli değil.
Döküyor içini bize…
Kırk yıllık mafya babası pozlarında, adama ‘hiç merak etmemesini’ söylüyoruz.
- O iş artık bizde…
İş ahlakı olarak ‘tarifemizi’ söylüyoruz.
‘Tamam’ diyor. Senedi bırakıp gidiyor.
Aldık ilk işimizi…
***
On beş gün kadar sürdürüyoruz bu oyunu…
Bu arada irili ufaklı birkaç iş daha geliyor.
Racona belki ters ama elli milyonluk bir çek işinde yüzde kırk anlaşıyoruz.
Kiracısını çıkarmak isteyen bir ev sahibi ile pazarlık sonucu beş yüz indirim yapıyoruz.
On ve yirmi milyon miktarında iki tanede senet var.
İşleri bitirirsek Allaha şükür, bu ay nafaka çıkıyor…
***
İki defa da başka misafirlerimiz geliyor.
İlki, bölgede iş yapan bilmem ne ‘baba’nın dört adamı.
Paldır-küldür dalıyorlar içeriye.
“Biz kimiz lan?”
“Bir çöplükte iki horuz öter mi?”
“Bu işi burada size yaptırmayız”
“Boşaltın burayı, size beş gün mühlet”
Tarzında kibar ve çok güzel bir sohbet geçiyor aramızda…
Alttan alıyoruz tabi.
Aynı sertlikte konuşsak, maazallah kabzalarını gösterdikleri silahları konuşacak.
Bizde zaten silah yok…
***
İkincisinde;
Emniyetten bir ekip arabası geliyor kapıya.
Biri komiser, üç memur arkadaş ‘selamünaleyküm’ deyip giriyorlar büromuza.
Bizim kızların maşallahı var. Hizmet servislerine diyecek yok. Anında çay kahveler geliyor.
Memur arkadaşlarla aramızda şu tarzda konuşmalar geçiyor.
- Ne iş yapıyorsunuz burada?
Duvarda kapı gibi ruhsatımız asılı.
- Arazi, arsa, ev, 2.el araç falan. Alım-satım işi işte.
- Şu cama yazılı diğer işler ne?
- Vatandaşa hizmet.
- Olmaz… Uluorta böyle işler olmaz…
Olmaz tabi...
Neyse.
Bir şekilde ikna edip, tekrar gelmelerini buyur ederek gönderiyoruz memur arkadaşları…
***
Artık bu işi tadında bırakmanın zamanı geliyor.
Yaptığımız işle ilgili her aşamayı fotoğraflamışız.
Müşteri görüşmelerimizde de aynı işlem yapılmış.
Haber için malzeme bol elimizde…
Adamların çek ve senetlerini gönderip geri veriyoruz.
Emanet mobilyalar ve aksesuarlar yerine iade ediliyor.
Büro kirasını bir aylık peşin vermişiz, on beş, yirmi gün kadar kalmışız. Sahibi birazda korkmuş bizden galiba. Geri kalan iki aylık parasını istemeden alıyor anahtarını.
Korumalarımıza ayrı ayrı teşekkür edip gönderiyoruz.
Gerçek ‘Baba’ya da selamlarımızı yolluyoruz.
Haydi, eyvallah.
Çalıştığımız gazetenin yolunu tutuyoruz…
***
Genel Yayın Yönetmenimiz Rahmi Turan tarafından, haber gazetenin birinci sayfası manşetine konulunca epey ses getiriyor.
Fakat Mehmet Kaya ile ben, uzun süre arkadaşlarımızın dilinden kurtulamadık.
Kiminle karşılaşsak;
“Naber len! Çakma mafya babası?” diye horlandık…
‘Mafya babası’ değil de başındaki o ‘çakma’ çok koydu bize, çok…