ALTIN
 3.022,60
DOLAR
 34,3205
STERLİN
44,5531
EURO
 37,4161

KADERİNE TERK EDİLMİŞ

ELAZIĞ/ KEBAN- DENİZLİ KÖYÜ

KERVANSARAYI( Makıt Han )

Malatya'dan yol arkadaşım emekli eğitimçi yazar Adil Aktaş ile birlikte Yazıhan - Arguvan Keban'a doğru yol alıyoruz. iki-üç güvenlik noktasını aşıp koştura koştura yol alan arabamızla, bir Türk alevi köyü olan Denizli Köyü’ne doğru gidiyoruz. Doğa sararmış, Topsöğüt, Dilek, Topraktepe, Sütlüce köylerinden geçip Tohma köprüsünden sonra benzinlikte arabımıza mazot takviyesi yaptık. Yol boyu Yazıhan yol ayırımına kadar ağaçların yaprakları  sarı, kızıl, kahverengi renkleri ile görsel şovu devam ediyordu. Alabildiğine ağaçsız bozkırda hozan tarlalarında  yol boyunca gözümüze çarpan Afgan çobanların nahırları, koyun sürüleriydi. Bazen durup bu doğal ortamın fotoğraflarını kadrajıma aldım. Çobanlarla sohbet ettik. Özbek Türkleri olduklarını söylediler. Arapgir, Kemaliye, Ağın, Keban kara yolunun yol ayrımında  doğuya dönüp Keban istikametinde  yaklaşık 4 km. sonra  Denizli köyü Makıt Han kahverengi yol tabelası yolun solunda sapıp köy yoluna giriyoruz. 

Nihayet çıplak bir dağın yamacına konuşlanm9ış köy 1 km den sonra görüş alanımıza giriyor.  Köye doğru hafif kıvrımla ilerleyen yol, köyün giriş kısmında yamaç da bulunan mezarlığın önünden uzanıp gidiyor.Ana yoldan köye girişin iki  yolun arasında karşılıklı olarak bulunan köy mezarlığı, kuş-bakışı köy manzaralı.  Badem ağaçlarının, akasyaların arasından yavaş yavaş ilerliyoruz. Yol üzerinde evlerin önünde  tavuklar, köpekler ... Köy konağının bahçe kapısında duruyoruz. Bahçede bulunan kadın erkek herkes hoş geldiniz, diyor. Hoş geldiniz derken de kendilerini tanıtıyorlar.Köy konağı kapının girişinde Lokman Baba Türbesi var.

Mezar taşında Arap harfleri ile Esmaül Hüsna'dan Allahını isimlerinden " Ya Gaffar" anlamı( O tektir o teki sever)Lokman Baba Haz. R. Fatiha . Doğum Ölüm Tarihi yok. Bu zat hakkında da bilgi edinmek için çalışma yapacağım. Alevi erkanına göre, "R. Fatiha ve Arapça Hüvel Bakî" yazıları Alevi canların mezar taşlarına yazılmadığını, son zamanlarda mezarlıklarda alevi canların mezar taşlarına da bu kalıpta yazıldığını söylediler. Muhtarlık, misafir odası, taziye evi, köy kahvesi ,kütüphanesinden oluşmaktadır. Bahçede Atatürk büstü  dikkatimizi çekti. Geçmişte burası ortaokul binasının yeri imiş. Sonra köylüler burayı yeniden yaparak Köy Konağı olarak kullanmaya başlamışlar. Büstte okuldan hatıra kalmış. Bakımlı etrafı çiçeklerle bezenmiş. Ağaçlardan gazeller dökülsede güz gülleri açmıştı.

Sabah kahvaltısını Bahçedeki piknik masasına kahvaltı sepetinden çıkardığımız sofra bezini serip yaptık. Köyün kahvesinden bize çay ikram ettiler.Okuma oranı yüksek, okumaya meraklı, meslek sahibi, kariyerli insanı bol olan aydınlık bir Türk Alevi köyü.

Daracık sokakta yürüyoruz . Kadın erkek herkes hoş geldiniz, diyor. Sohbet esnasında Makıt hanı görmeye geldiğimizi gezgin öğretmen olarak gazeteye bir gezi yazısı daha yazacağımı, üç yıl önce yine geldiğimi Makıt Han yazısını medyada dile getirdiğimiz söyledim. Köylüler daha çok yakınlık gösterdiler. Misafirlere karşı olağanüstü  konukseverler.çay içirmeden, yemek yedirmeden" misafir"göndermek ayıp sayıyorlar.

Köylülerin ortak görüşü"  yıllardır muhtarlık olarak da, sosyal medyada bu tarihi hanın restorasyon çalışmasını yapılmasını istiyoruz ama sesimizi duyan olmadı. Göz göre göre kervansaray harabeye dönüyor" dediler . Köyde kanalizasyon sistemi var. Evlerde su, elektrik, banyo, tuvalet, televizyon, telefon, İnternet bağlantısı var. Evlerin çoğu tek katlı betondan, çatılı bahçeli.Köyün iklimi, karasal iklimi etki alanı içerisindedir. Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalı bağlı bahçeli güzel bir köymüş. Hayvancılık bitmiş.17 bin dönüm susuz arazilerinde arpa, buğday ekilmekte.Üzüm ve badem yetiştirilmektedir. Keban barajı 7 km.olmasına rağmen sulama suyu yoktur , hatta içme suyu sıkıntısı çekmektedirler.

Köyde, ilköğretim okulu vardır ancak yeterli öğrenci olmadığından köylerde  taşımalı eğitimle öğrenciler  ilçeye veya uygun olan bölgeye gönderiliyor. Okullar harabe halde, bayrak direğinde gönderde bayrağımız dalgalanmıyor. Yanlış politikalar yüzünden ülkemizde köyler boşaldı. Tarım hayvancılık bitti.Köylerde bir kaç yaşlıdan başka kimse kalmadı. Köyümüzden İstanbula , batıda kentlere göç edildi. Köylerimize yazlık oldu. 

Alevi - Türk yerleşimi bu köy de yanındaki Bayındır köyü gibi Bayındır boyundan gelmiştir. İki köyde 1240'ta buraya yerleşmiş Oğuz Türkleri tarafından kurulmuştur ve yazılı secereleri vardır. Köyde tam 780 yıldır ''ot kurbanı'' kesilir. Ot kurbanı, köylünün her ilkbaharın son haftası ot ve yağmur için kurban kesmesidir. Alevilerin  her köyünde, bugünkü söylemle mahallesinde bir türbe vardır. Ve halk dilinde bu türbelere aynı zamanda ‘Ziyaretlik’ denir. Oralara gidilir, dua, niyaz edilir, çerağlar uyandırılır, istekler, talepler olur ve manevi güç alınarak ayrılınır. Kurbanlarını kesiyor, lokmalarını hazırlıyor ve orada bulunanlarla paylaşıyorlar. Kalan lokmalar ihtiyaç duyulan şekilde dağıtılıyor. Denizli köyünde de Geyik Baba , Lokman baba türbeleri vardır. Cemi eskiden salonu geniş olan bir evde yapılıyordu."

       Köyün Camisi

 1970 yıllarda devlet tarafından yapılan  caminin yerine  yeniden 1999 yılında taş yapılı, saç çatılı  cami Denizli Köy tüzel kişiliği tarafından yapılmış. Cemaati olmayan köyümüzde cami de imam da var. Ama Cemevimiz , okulumuz yok. Köy muhtarları ve yurttaşlar ise köylerine cami yapılması gibi bir taleplerinin olmadığını, yapılan camiye kimsenin gitmediğini belirttiler. İmam hafta bir gün Cuma günü camiye geliyormuş. Köylülerle yaptığım sohbette köylüler   "Asimilasyon için alevi köylerine cami yapıp Sünnileştirmek  isteniyor.  Köyde bir iş yapılacaksa bizleri ararlardı. Ama cami yapılırken sorma gereği bile duymadılar. " dediler. 

Köylülerinden Hasan amca, Alevi köylerine  cami projesinin amacının köyün Alevi dokusunu bozmak olduğuna vurgu yaptı. Keşke yıllar önce cami yaptıracaklarına atalarımızın emaneti kervansarayı restorasyon  yapsalardı. Ziyarete gelenler burada namazda kılırdı. Hatta Cemde yapılırdı." diye görüşünü söyledi. 

Denizli köyü iç yolu üzerinde bulunan köy konağını geçilerek çeşmenin bulunduğu köşede  Makıt Han yazan kahverengi  yön levhası istikametinde köy evlerinin önünden geçip mahalle içindeki Makıt Hana yürüyerek gittik.Hanın etrafı evlerle çevrili, damında otlar, bitmiş. 

Hanın taş duvarlar muhteşem görünüyordu. Sabah güneşi hanın yıkık olan yerlerinden içeriye sızmış. Taş duvarlar bal sarısı rengini almıştı. İçeri çok serindi. Sabah yeli ney çalar   gibi ses çıkarıyordu. Emekli öğretmen mihmandarımız la bir yandan da Han ile ilgili sohbet ediyorduk. Bir taraftan da fotoğraf çekiyordum.

MAKIT HAN

    Kahverengi levhalı "Denizli Kervansarayı,   Selçuklu Kervansarayı Makıt Han Denizli Köyü’nün içerisinde, K41A19B pafta 199 ada 3 numaralı parselde kayıtlı ve mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait bir yapıdır . Yapı, tarihi İpek  Yolu üzerinde bulunmaktadır . Eser yalnızca plan  özellikleriyle kapalı  kısmı olan kervansaray  plan tipindedir. Yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte planı ve yapım tekniği itibariyle  13. yüzyılın sonu ile 14. yüzyılın başlarında inşa edilmiştir . 

Keban’ın; bakır, krom ve çinko madenlerine  yakın oluşu sebebiyle Osmanlı’nın son dönemlerine kadar faal olduğu bilinmektedir. Bu hareketlilik beraberinde konaklama ihtiyacının doğmasına neden olmuştur. Yapının ağırlıklı olarak bu işleve karşılık geldiği belirtilebilir. Eserin bulunduğu çevreye yakın ayakta kalan başka kervansarayın olmaması, araştırmaya konu olan hanı daha da önemli kılmaktadır."( Alıntı -Dr. Öğretim üyesi Korkmaz ŞEN Fırat Üniversitesi )

Peki, Malazgirt Zaferi ile Anadolu'nun kapılarını Türklere açan Selçukluların  bıraktığı kültür mirası  binlerce eserlerden biri Makit Han içler acısı durumuna ne demeli? Gerçekten böylesine kıymetli tarihi bir yapıya sahip olduğumuzun tam anlamıyla farkında mıydık acaba? Tarihi kervansaray ziyaretçiye hasret. Bir an önce restorasyon yapılmasını bekliyor. Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, arkeolojiye, eski eserlere ve müzelere özel bir ilgi duyuyordu. Hasta yatağında bile Türkiye’nin dört bir yanında sürdürülen arkeolojik kazıları yakından takip ediyordu. Arkeolojide bugün geldiğimiz noktada onun payı büyüktür. 

Türk varlığına karşı sınırlarımız dışında ki komşu devletlerin hoşgörüsüzlüğünü, tarihi eserlerimizi tahrip etme yarışlarını yanarak, içimiz kan ağlayarak anlatıyoruz da, kendi yurdumuzda, kendi tarihimize yaptığımız haksızlığı, değil haksızlığı vahşiliği niye dile getirmeyelim? Yoksa nankörce yok etmeye başladığımız kültürel değerlerimizin yanı sıra birer sanat ve uygarlık abideleri olan tarihi eserlerimize sahip çıkmak Türklüğün, insanlığın ta kendisi değil midir? Eğer kendi değerlerimizi böyle hoyratça yok edersek, elin Arap'ın, Yunan’ın, Bulgar'ın yaptığına ne demek düşer bize?

750 yıllık Kervansaray , restore edilip turizme kazandırılmayı bekliyor. Makıthan'a  biraz ilgi, biraz şefkat dilemek devlet büyüklerimizden çok şey mi istemek olur? Üç yıl önce Bu Makit Hanla ilgili Malatya Yerel Sonsöz gazetesinde bir yazı kaleme almıştım. "Makıt Hana Sahip Çıkalım." Kasım 2021 'de bir grup arkadaşla  Denizli köyüne gittik değişen bir şey yok. Yetkililerden ne gelen varmış nede soran. Köylüler Hanın yıkılan yerlerine kalaslarla destek vermişler, Han'ın içini süpürmüşler, açık olan yerleri taşlarla kapatmışlar hayvanla girip kirletmesin diye.

Kervansaray dış kapıdan girildiğinde  ortada büyük bir salon şeklinde sağda ve solda iki oda , 6 bölmeden oluşuyor. Daha önce Selçuklu Devletinin sembolü olan çift başlı kartal  bulunduğu taş blok  Keban barajı yapılırken çalındığı söyleniyor. Buranın restorasyonu yapılsa kültür evi, sığınak , depo olarak kullanılır, O yöreye ait  tarihi eserler, araç ,gereçler  sergilenir.  Ticaret amacıyla kullanılabilir. Köylü ürettikleri ürünleri gelen turistlere  burada satabilir.

Anadolu'nun gözden uzak yerlerinde  köylerinde, dağlarında, tepelerinde, ovalarında binlerce kahverengi levhası olmayan Türk , Süryani, Ermeni , Rum , eski medeniyetlere ait eserler  harabeler içinde  yok olmaya terk edilmiş.  Yoksa nankörce yok etmeye başladığımız kültürel değerlerimizin yanı sıra birer sanat ve uygarlık abideleri olan tarihi eserlerimize sahip çıkmak Türklüğün, insanlığın ta kendisi değil midir?

Bizden sonraki torunlarımıza; ABD. ’de olduğu gibi,  ancak son birkaç yüz yılda yapılan, o da eskisini bin kere arattıran eserlerle mi soylu, büyük geçmişimizi göstereceğiz? Haa! Bazıları  diyebilir, yahu o kadar çok eser var ki, nasıl olsa birkaç tanesi gelecek nesile kalabilir!? Evet doğrudur, bazı eserler sonsuza kadar yaşar, yaşamlarını sürdürürler.  Ama yeryüzünün gerçekten en büyük açık hava müzesi olan güzel yurdumuzun her karış toprağının bir hazineyi barındırması, onları çok devasa olmayan bütçelerle onarıp, koruyup, hem bugüne, hem geleceğe daha sağlıklı aktarmanın ne yükü var bize?  Yoksa gerçekten bazı uluslar gibi şuursuzlaştırılıyor muyuz bizde?

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.