Geçen hafta, Kernek Aile Göl Gazinosunu anlattığım yazımdan sonra Kerneğin bozulmadan önceki halini yani su cenneti olduğu dönemleri, bilenlerin hatırlaması, bilmeyenlerin de öğrenmesi için Kerneği anlatmak gereği hasıl oldu.
Kerneğin betonlaştırılmasının yanlışlığından defalarca bahsetmemize rağmen kernek suyunu betonla hapsedenlere “bu suyu hapsetmeniz mümkün değil, bu su fırsatını bulduğunda tekrar çıkar” yani eski tabiriyle “kernek suyunun patlamasına” engel olamazsınız, dememize rağmen bu müstesna yeri beton yığını haline getirdiler.
PEKİ SONUÇ NE OLDU:
Geçen yıl “Kernek suyu” bitişik inşaatın temelinden “gümbür gümbür patladı”.
Neyse biz, Kerneği anlatmaya devam edelim:
“Anom anom Kernekli misin,
Kerneğe gelmeye yeminli misin." -
Adına, şiirler yazılmış, türküler, şarkılar bestelenmiş insan hikayeleri kulaktan kulağa yayılmış, Malatya'nın en eski ve en müstesna semtlerinden biriydi Kernek.
Kernek deyince akla gelen ilk sözcük her zaman “su” olmuştur. Kerneğin bu günkü beton yığınına bakıp, Kerneğin bir su fukarası olduğunu düşünmenizi istemem.
1960 lı yıllarda Kernek, tabanından tatlı ve temiz suların fışkırdığı bir mesire yeriydi.
Kerneğin bir bölümünde mahallemizin kadınlarının, halı, kilim, çamaşır vs yıkadıkları bir bölüm vardı. Çamaşırlar şimdiki gençlerin bilmediği köpüç dediğimiz tahta bir kütle! ile çamaşırları dövmek suretiyle yapılırdı.
Mahallenin kadınları, hem çamaşırlarını yıkar, hem sohbetlerini eder, hem de kadınların sosyal ihtiyaçlarından olan dedikodularını yaparlardı!
Diğer bir bölüm ise araba yıkanan bölümdü.
Oto yıkama diye bir olgunun bilinmediği günlerde herkes kendi arabasını yıkar, temizlerdi. Bu söyleyeceğim belki garip gelebilir ama, Malatya'da ki otomobil sayısı belki bir elin parmakları kadardı. İşte bu yüzden yıkamaya gelenlerin büyük çoğunluğu at arabası veya faytonlar olurdu. Önce koşumdan atlar çözülür, atlar etrafta otlanırken, faytonlar tertemiz yıkanır, kurulanır, Malatya tabiri ile cıncık gibi edilirdi.
Başka bir bölüm Kernek Baba adlı yatırın olduğu bölümdü. Buraya gelenlerin yüzde doksanbeşi kadındı. Kadınlar buraya gelir, mum isinden simsiyah olmuş taşların üzerinde mumlar yakar, çaput bağlar ne dilekleri varsa olacağı inancıyla evlerinin yolunu tutarlardı. Biz de mum yakmanın, bir Hıristiyan geleneği olduğunu, Allah'tan başkasından birşey istemenin de şirk olduğunu çok sonra öğrenecektik.
Diğer bir bölümde Malatya'nın bıçkın delikanlılarının ağaçların gölgesinde oturup sohbet ettiği bölümdü. Bu ağaç altları hiç boş kalmaz sürekli birilerini misafir ederdi.
Bir diğer bölüm de biz çocukların olduğu bölümdü. Akşama kadar(yerler mühürlendi eve gelin derlerdi biz çocuklar inanır akşam ezanı ile eve koşardık) çimmekten tutunda her türlü çocukça aktiviteyi yapardık. -
Şimdi lütfen gözlerinizi kapayın ve anlatmaya çalışacağım ortamı tahayyül edin:
Bir yanda köpüçlerle döve döve çamaşır yıkayan ve aynı anda da dedikodu yapan kadınlar, bir yanda Kernek Babaya çaput bağlayıp mum yakanlar, bir yanda arabalarını yıkayanlar, bir yanda çocuksu güzellikleriyle cıvıl cıvıl oynayan çocuklar, diğer yanda ağaç altında sohbet eden mahallenin namusunun onlardan sorulduğu "ağır abiler".
Ne güzel bir ortam değil mi?
Kernek yalnız bunlarla mı sınırlıydı?
Tabi ki hayır.
Yukarıdan aşağı bir şelale güzelliğinde akan ve bir yılan gibi kıvrılarak kilometrelerce uzağa sulama suyunu taşıyan ve bu görevini yaparken de geçtiği yere hayat ve güzellikler veren, sağına ve soluna müstakil evlerin sıralandığı, benim de doğup büyüdüğüm, kanal boyuna ismini veren Derme suyu, Kerneğin en önemli simgesi idi.
Bu konuyu bitirmeden biz çocukların en sevdiği, gelmesini istediği gün Hıdırellez günüydü. 6 mayısa denk gelen bu günde, yine özellikle kadınlar ve kızlar dileklerini bir kağıda yazar, kanalın baş tarafından suya atar, böylece dileklerinin olacağına inanırlardı. Bizler de bizim evin önünde suya girer, bu kağıtlardan toplayabildiklerimizi toplardık. Aman Allah'ım, ne dilekler çıkardı, günlerce bunu konuşur, gülerdik.
Şimdiki neslin anlayamayacağı bir diğer olay da kanal boyunun plaj olduğu gerçeğidir!
Malatya tabiri ile dere, tam bizim evin önüne denk gelen bir noktadan şişirilirdi. (Madonun önü) Şişen dere, yükselir, boyun hizamıza gelirdi. Bizde o derede çimer, asvalta yatarak güneşlenirdik.
Dere şişirmek de ne demek dediğinizi duyar gibiyim.
Kanala bizim nesil dere derdi, kanalın belli bir yerine bentler koyarak, önünün kapatılması, dolayısıyla suyun yükselmesine de derenin şişmesi derdik. Asvaltta güneşlenmeye gelince, caddede araba yoktu ki, bize engel olsun, belki saatte bir araba ya geçiyor, ya geçmiyordu.
Çimme işi bitince sıra donların kurutulmasına gelirdi. Her yer renk renk, desen desen çocuk tumanından geçilmezdi.
Kanalboyundaki şimdiki hengameyi görenler bu anlattıklarıma bir anlam veremeyebilirler. Dahasını söyleyeyim, Kanal boyunda taştan kaleler kurup "altı da haftaym oniki de biten" çift kale maç yapardık üstüne üstlük.
Ya o hala unutamadığım komşuluklara ne demeli. Bunun için sayfalarca yazı yazmak gerekir diye düşünüyorum.
Analarımızın sıcak yaz akşamlarında, Turfanda’ların, Tosun’ların bir de Kazancı’ların evlerinin önünde oturup, çekirdek çitledikleri, sohbet ettikleri, bizlerin de gece yarılarına kadar oyunlar oynadığımız geceler.
Of, ooof, of ki of...
O yıllar Kerneğin etrafı yemyeşildi.
Dağdan inen derme suyunun sağ tarafı büyükçe yeşil alandı, bir tek Kernek camisi vardı bu alanda. Yemyeşil ve şirin bir ortamdı vesselam.
Geçmiş yöneticilerimiz kusura bakmasın ama, müzeydi, kütüphaneydi, derken bu beton yığınlarını koyacak başka yer yok muydu da Kerneğe koydunuz diye düşünmeden edemiyor insan.
Kernek bir süre sonra su özelliğinden dolayı bir büyük bir küçük havuzla gazino, daha sonra çay bahçesi, daha sonra yel değirmeni şimdi de betonla anılır oldu.
Kernek sadece bir yerleşim birimi miydi?
Kesinlikle hayır!
Bizim gençliğimizde Kernek ve Kerneklilik bir kültürdü.
“Kerneklilik eşitlikti, kardeşlikti, mertlikti, yiğitlikti, dürüstlüktü, vefaydı, sevgiydi ve de saygıydı. Kerneklilik, “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” düsturundan hareket etmekti. Kerneklilik diğer mahalleye horhoba gitmekti, horhorda yıkanmak, derede çimmekti. Kerneklilik, taşlarının yara bere içerisinde bıraktığı tarlada top oynamaktı.
Hayata dair birçok şeyi, büyüğe saygıyı, küçüğü korumayı, sevmeyi, mahallenin kızlarına bacımız gözüyle bakmayı, mahallenin namusu kavramını, Beşiktaşlı olmayı, sportmenliği, mahalleden kafası yukarılarda ikinci defa geçen birine;
"Hemşehrim seni buralarda bir daha görmeyelim eğer görürsek... demeyi",
kısaca şu anda arayıp bulamadığımız "mahalle"adına herşeyi Kernekli abilerimizden öğrendik.
Mahallenin güzelliklerini yeni anlamaya başladık,
Fakat, mahalleleri kaybettik.
Biz niye böyle bir toplum olduk,
Her şeyin değerini kaybettikten sonra mı anlayacağız?
Selam olsun Malatya'mın güzel insanlarına...