ALTIN
 3.022,60
DOLAR
 34,3205
STERLİN
44,5531
EURO
 37,4161

Adana Ol!

Adıyaman Ol!

Diyarbakır Ol!

Gaziantep Ol

Kilis Ol!

Osmaniye Ol!

Şanlıurfa Ol!

Hatay Ol!

Kahramanmaraş Ol!

Elazığ Ol!

Hayat Ol! Sloganlarıyla başladı 26 Mayıs 2023 günü Ankara Ticaret Odası tarafından düzenlenen “AFETLER ÖNCESİ MÜHENDİSLİK HİZMETLERİ ÇALIŞTAYI”

Açılış konuşmalarının ardından ilk söz hakkı Prof.Dr.Naci Görür’e verildi.

“Ülkemiz depreme hiç de yabancı değil. Osmanlı dönemini saymazsak Cumhuriyet döneminde 1939 yılından bu yana birçok deprem yaşadık. On binlece insanımızı kaybettik.Daha bundan yüz dokuz gün önce resmi rakamlara göre elli binin üzerinde insanımızı bir gecede toprağa gömdük. Onların acısını unuttuk mu bilemiyorum, onlara karşı sorumluluklarımızı yerine getirdik mi ondan da emin değilim. Devletimizin zaman kaybetmeden bu deprem sorununu çözmesi gerekir. Deprem sorunu çözülmediği sürece ne siyasi ne de ekeonomik bağımsızlığımızı sürdürmenin imkanı yoktur. Gerçek anlamda beka meselesi budur.

Sakın depremlerin bitmesini istemeyin, depremlerin bitmesi demek dünyamızın yok olması demektir. Depremler dünyamızın yaşdığının göstergesidir. Bu yüzden depremler milyonlarca yıl önce de vardı, milyonlarca yıl sonra da olacak.

Asıl sorun şurada yatıyor: Biz ne yaptık ki veya ne yapmadık ki bu elli altmış bin insanımızı bir gecede kaybettik. Bir belediye başkanının dediği gibi azdığımız için mi bu deprem felaketi başımıza geldi? Hayır! Azdığımız için değil, deprem dirençli zeminlere yapı yapmadığımız için kaybettik o kadar insanımızı. Bunun hesabını kimse vermedi, vermeyecek de! Allah’a şükür bir seçim derdine düştük de depremi bile unuttuk. Depremle yüzleşmemiz gerek. Deprem hatlarında olan hatalarımızı bilmeden, yüzleşmeden ülkeyi depreme hazırlayamayız. Yüzleşme dediğim bu hatalarımızı bilip onun üzerine gitmektir. Neyi yaptık? Neyi yapmadık? Ya da neden yapmadık? Budur yüzleşme dediğim. Depremi durduramayacağımıza, depremler milyonlarca sene daha devam edeceğine göre depremde hayatta kalmanın yollarını bulmalı, deprem dirençli alanlar üzerine depreme dayanıklı konutlar yapmalıyız.”dedi Prof.Dr.Naci Görür...

Çalıştayın öğleden önceki birinci oturumunda konuşan Jeoloji Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Alan, konuşmasında bir çok konuya değindikten sonra Malatya özelinde de özetle:

“2018 Yılında Malatya’da düzenlenen “Malatya Büyükşehir Belediyesinin Yer Bilimleri Çalışmaları” konulu panelin 1.oturumunda ilk olarak söz alan Malatya Büyük Şehir Belediye Başkanı Ahmet Çakır’ın deprem konusunda yaptığı konuşmada ‘Büyükşehir statüsünün daha sağlıklı bir kent için büyük bir fırsat olduğu; Malatya’nın büyükşehir olmasından sonra, uzun vadede stratejik planlar yaparak Malatya’nın 50-60 yıllık hedefini ortaya koyarak çalışmalarını yürütme fırsatı yakaladıklarını; dünyanın bir gerçeği olan ve büyük kayıpların yaşandığı 1999 depreminden sonra bir takım yasal düzenlemelere gidildiği; şu anda geldiğimiz nokta çok iyi; yaptığımız çalışmalarla yerellerde bir ilkiz, biz sadece merkezde değil ilçelerimizi de içine alan, jeolojik çalışmalarımızı hızla devam ettiriyoruz; sağlıklı yerleşim yerlerinin yapılması, sağlıklı yerleşim yerlerinin tespiti, konut alanlarının yapılması, yeraltı sularının tespit edilmesi önemli’ gibi cümleler sarfettiğini anlatttıktan sonra aynı oturumda söz alan Prof.Dr. Orhan Tatar’ın da, tamamen Malatya özelinde çalışılan “Malatya’nın depremselliği ve Yüzey Patlaması” konulu sunumunda Malatya’nın deprem tehikesi ve fay hatları ile ilgili bilgiler verdikten sonra ‘Malatya’da tarih boyunca büyük boyutta 6 depremin olduğunu, ilk büyük depremin 490 yılında, son büyük depremin ise 1905 yılında olduğunu, son yüzyılda 5 adet büyük deprem meydana geldiğini kaydeden Tatar’ın, bunların en büyüğünün 1964 yılında 6.0 büyüklüğünde meydana geldiğini, gelecekte ise 7.0 büyüklüğünde bir deprem olasılığının bulunduğunu, bu çerçevede gerekli önlemlerin alınmasının zorunlu olduğunu’ belirterek kendisinin de sunum yapmak üzere katılımcı olarak orada bulunduğunu belirti.

Hüseyin Alan sözlerini, “Yıllar öncesinden geleceği haber verilen depremin mevcut belediye başkanı tarafından “devlette devamlılık esastır” ilkesinden uzaklaşarak yapılan uyarıları dikkate almadığı gibi yüzlerce can kaybına neden olan 6 Şubat’ta yaşanan depremi azgınlıkla ilişkilendirmesi oldukça düşündürücüdür.” diye tamamladı konuşmasını…

Konuşmacılardan biri yine Malatya özelinde yaptığı konuşmada “24 Ocak 2020 tarihinde Elazığ ilinde meydana gelen 6.5 büyüklüğündeki depremin ardından 6 Şubat günü saat 04.17 de meydana gelen Kahramanmaraş merkezli 7.8 büyüklüğündeki depremden sonra 9 saaat içerisinde en küçüğü 5.7 olmak üzere yedi farklı büyük ve orta ölçekte deprem gerçekleşmiş, aynı gün saat 13.24 de meydana gelen 7.6 büyüklüğündeki depremde de ayakta kalan birçok bina yıkılmıştır. 20 Şubat günü 6.4 büyüklüğündeki Hatay merkezli depremi de sayarsak Malatya’da ayakta kalan yapılar büyük oranda yorulmuştur. Halen ayakta olan yapıların böylesine ağır bir yorgunluk neticesinde olası bir depremde ayakta kalabilmesi ve dayanıklılığı tartışılmalıdır” dedi.

Depremin nedenini insanoğlunun azmasına bağlayan ve “Ben de bir bilim adamıyım” diyen Malatya Büyükşehir Belediye Başkanının asli görevinin bir ev toplantısında azgınlık fetvaları vermek olmadığı, asli görevinin, bilim adamlığı yönünü kullanarak belediye başkanı olduğu kentin depremler sonucu yorulan binalarının dayanıklılığı ve bu binalarda yaşamını sürdüren halkın can ve mal güvenliğini sağlamak yönünde ne gibi önlemler aldığı, olası bir deprem neticesinde yaşanacaklar konusunda ne düşündüğü merak konusu oldu.

İkinci oturum paneli, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof Dr. Lale Özgenel’in yaptığı açış konuşmasıyla başladı ve bu oturumda söz alan ODTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof Dr.Celal Abdi Güzer kürsüye gelerek, Kentleşme, Planlama,Tasarım, Yapım, Kentsel Dönüşüm ve Denetim başlıkları çerçevesinde konuşmasını.

Kentleşme başlığı altında: “Türkiye kentleri 1940’lardan bugüne ivmelenmiş göçün getirdiği baskı sonucunda hazırlıklı olmadığı hızlı, plansız ve denetimsiz yapılaşma ile karşı karşıya kalmış, her şeyden çok radikal farklılıklar içeren eklektik (seçmeci) bir yapılaşma yığını haline gelmiştir. Kentler öncelikli olarak mevcut merkezlerin organik biçimde yayılmasına, dokuların birbirlerine tesadüfi olarak eklenmesine açık büyüme göstermiş, dönemsel ve bölgesel uygulama farklılıkları kent içinde deprem güvenliğine yönelik olarak çeşitlenen standartlar getirmiştir. Altyapı ve planlamanın büyüme hızının gerisinde kalması bölgesel yığılmalar ve çok kez artırılan yoğunluk ve yüksekliklerle sonuçlanmış, hız ve maliyet kaygıları yapı nitelikleri üzerinde etkili olmuştur. İstanbul gibi büyük metropollerin aşırı yüklenmeleri sadece bölgesel sorunları artırmakla kalmamış, diğer bölgelerin ihmal edilmesini getirmiştir.”

Planlama Başlığı altında: “Üretime, tüketime ve hizmetlere yönelik bölgesel denge sağlayacak planlamalar yerine metropollere yığılmalara izin verilmesi, başta demiryolu olmak üzere altyapının yeterince gelişmemesi, üst ölçekli ve çok girdili planların sürdürülebilir olmaması merkezlerde oluşan yığılmaları ivmelendirmektedir. Planlamanın en önemli girdilerinden biri yer seçimidir. Türkiye’de büyüme ve yapılaşma baskısı zemin nitelikleri sorunlu olan alanların, tarım arazilerinin, su yataklarının, deprem fay bölgelerinin yapılaşmaya açılması ile sonuçlanmıştır. Benzer biçimde yerel yönetimlere aktarılan planlama yetkileri planların temel anlayışları ile çelişen yoğuluk ve yükseklik artışları, parçacı uygulamalar getirmiştir. Bugün gelinen noktada ölçekler arası süreklilik içeren, ekonomik, politik, sosyal ve kültürel öncelikleri kapsayan, farklı disiplinlerin birikimlerine dayanan bütüncül bir planlama anlayışından bahsedilemez.”

Tasarım Başlığı Altında: “Deprem güvenliğine yönelik olarak bina ölçeğindeki tasarımların standartları yönetmelikler tarafından belirlenmektedir.Türkiye’de bu yönetmelik ve standartlar yıllar içinde çok kez değiştirilmiş, mevcut yapı stoğu hangi dönemde yapıldığına bağlı olarak çeşitlenen fiziki nitelikler barındırmış, bir sonraki yönetmelik bir önceki yönetmeliğe göre yapılan yapıların daha az güvenli olarak algılanmasına neden olmuştur. Özellikle kamu yapılarında projeler ihale yönetimi ile en düşük maliyetlerle yaptırılmaya çalışılmış, bu sürelerin kısa tutulması nitelikli hizmet alımını güçleştirmiş, yerel ve bağlamsal özellikleri dışlayan tip projelerin artmasını getirmiştir. Özellikle TOKİ eli ile uygulanan çok sayıda konut, yapısı, kullanılan yapım tekniği nedeni ile deprem açısından belli bir güvenlik standardı sağlamakla birlikte gerek tip proje tekrarları gerekse yapım tekniği kısıtları nedeniyle niteliksiz kentsel çevreler oluşturmuştur.”

Yapım Başlığı Altında: “Depremle ilgili en önemli konu imalat aşamasında belli yapım standartlarının sağlanamaması, proje öngörülerinin gerçekleştirilememesidir. Bu zaman zaman yapımcının yeterince nitelikli malzeme kullanmaması gibi ihmallerden kaynaklanacağı gibi çoğu zaman bilgi eksikliği ve deneyimli eleman sorunu ile de olabilmektedir. Türkiye’de bina yapımcısı olabilmek için belli özellikler ve deneyime dayalı bir birikim aranmamaktadır. Yapı üretiminin hızı, kolay ve geri dönüşü yüksek bir yatırım alanı gibi görülmesi çok sayıda kişinin bunu bir yatırım ve iş alanı olarak görmesini getirmiştir. Bu alanda yatırım yapmanın temel önceliği bilgi ve deneyim birikimi olmaktan çok belli bir sermaye birikimine sahip olmaktır. Benzer biçimde bina yapımı en kolay ve yaygın ulaşılacak iş ve yatırım alanlarından biridir.Özellikle üniversitelerin sayısının plansız biçimde artışı ara eleman ve nitelikli işgücü eğitimini uygulama deneyimine indirgemiş, inşaatlar bu alanda deneyim edinerek yetişmiş ve birikimleri bu tesadüfi deneyimlerle kısıtlı olan işgücüne bırakılmıştır. Depreme dayanıklılığın temel belirleyicilerinden olan yapının taşıyıcı nitelikleri üzerinde etkili olan temel, beton ve demir işlerinde kritik detayların imalatı, malzeme standartlarının sağlanamaması, bilgi ve deneyim eksikliği nedeni ile aksayabilmektedir.”

Kentsel Dönüşüm Başlığında: “Kentsel dönüşümün yükünü azaltmak amacı ile dönüşümün temel itici gücü mevcut yapısal alanlarda değer ve rant artışı olarak görülmüş, imar kat ve yoğunlukları artırılarak dönüşümün büyük ölçüde kendisini finanse etmesi beklenmiştir. Bu anlayış, parçacı uygulamalara yol açmış, kent içindeki değerli alanları öne alan bir dönüşüm gerektiren pek çok kentsel doku ikinci planda kalmıştır. Yapı bazlı “yık-yap” lara dayanan dönüşüm modelleri yapıların güçlendirilmesine paralel olarak gündeme gelebilecek kentsel iyileştirme olanaklarını kısıtlamış, toplu iyileştirme alanlarında ise hak sahipleri ile yapım maliyetleri denkleminin oluşturduğu büyüklük ve yoğunluklar nitelikli bir kentleşmenin önüne geçmiştir.”

Denetim Başlığı Altında: “Türkiye, 2000 li yıllar sonrasında yapı denetimini gerçekleştirecek bağımsız kuruluşların oluşmasını öngörmüş ve aşamalı olarak yeni bir denetim sistemi benimsemiştir. Benzer biçimde kamu kurumları da proje aşamasından başlayarak oturma izni aşamasına kadar olan yapım süreçlerini denetlemektedir. Ancak bu denetim süreçlerinde teknik elemanların nitelik ve deneyimleri, özellikle kamu kuruluşlarında alanlarında uzman olan kadroların varlığı önemli girdilerdir. Benzer biçimde denetim yapı ölçekli tekli bir süreç olarak ele alınmakta, yer seçimi, planlama gibi aşamalar sonrasında devreye girmektedir.”

İnşa etme eyleminin büyüklüğünü azaltmak konusunda da: “İnşa eyleminin geri dönülemeyecek bir müdahale olduğu anımsandığında bir yandan bunun büyüklüğünü azaltmak öte yandan elimizde var olanı yeniden ve esnek biçimde kullanmak yaşamsal bir önem taşıyor. Bu anlamda mevcut yapıları yıkmadan önce yeniden kullanma, işlevlendirme, iyileştirme, yenileme olanakları sonuna kadar değerlendirilmelidir. Benzer biçimde mevcut yapıların kullanım yoğunluğunu artırmak, esnek kullanımlara yer vermek, mevcut stoğu değerlendirecek alternatif işletme modelleri geliştirmek gerekir. Bugün pek çok yapının boş tutulduğu, aralıklı olarak kullanıldığı benzer bölgelerde aynı işleve hizmet veren birden fazla yapı olduğu anımsandığında bu tür bir değerlendirme için zengin bir yapı stoğu bulunmaktadır.

Kültürel kabullerimiz ve değer önceliklerimiz, konut ve işyeri kullanma alışkanlıklarımız gerçekte ihtiyacımız olmayan büyüklük ve işlevler içermektedir. Salon-oturma odası, mutfak-yemek odası ayrımları da kişiselleşmiş ve boş kalan alanlar barındırmaktadır. Birim mekan m2 leri de alışkanlıklarımız ve kullanma yoğunluklarımız doğrultusunda yeniden gözden geçirilebilir. Planlanacak yeni yerleşim, gelişme ve dönüşüm alalarında doğa ile dengeli ilişki kuran düşük yoğunluklu modeller öne alınmalıdır. Sonuç olarak: Yapı sektöründe hızlı yapmak, büyük yapmak, ucuz yapmak gibi bir algı oluşturuluyor. Bu algıyı terk edip, eleştirel bir kültüre sahip olmamız gerekmektedir.” dedi.

Çalıştayda, Jeoloji mühendisleri, Geoteknik uzmanları, Çevre Mühendisleri, Mimarlar, İnşaat Mühendisleri ve Sosyologlar alanlarıyla ilgili sunumlarını gerçekleştirdiler. Yapılarda erken uyarı sistemleri ve sensör teknolojileri gibi veri tabanlı izleme sistemlerinin kullanılması, zemin sıvılaşması, yer seçimi ve yapı mühendisliği, depreme dirençli tasarım açısından Türkiye ve yurt dışından kentsel tasarım ve mimari örnekler, gibi konularda oldukça aydınlatıcı bilgiler sundular.

Bu çalıştayda öne çıkan sorunlar:

*Cumhuriyet tarihi boyunca 17 kez doğrudan, 56 kez de dolaylı yoldan imar affının çıkarıldığı.

*İmar aflarının tespitsel olmaması, genel ilkelere dayanması.

*İmar aflarında düzenleyici etki analizinin yapılmaması.

*İmar aflarıyla ortaya çıkan durumla imar planlarının ilişkisinin kurulmaması ve teknik etki analizlerinin yapılmaması.

*18.03.2004 Tarhli Resmi Gazetede yayımlanan Hafriyat Toprağı, İnşaat ve Yıkıntı Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği’nin özellikle 44. Maddesinin uygulanmıyor olması.

*Doğru yerleşim yeri seçiminin yapılmaması.

*Parçacı ve tekil yapı ölçeğinde planlama ve dönüşüm yaklaşımı; bütüncül, katılımcı ve multidisipliner planlama anlayışının eksikliği gibi konular ve tespitler altında özetlendi.

Çözüm önerileri olarak:

*Fay hatları üzerinde ve fay hattına en az 2 km mesafedeki tüm yerleşim yerlerinde İmar Planı yapım yetkilerinin lağvedilmesi.

*Doğru yerleşim yeri seçimi için her türlü bilimsel çalışmanın desteklenmesi ve bugünden itibaren fay hatlarına 2 km mesafede yeni yerleşim alanlarına izin verilmemesi, sert tedbirler alınarak uygulamaya geçirilmesi.

*Özellikle İstanbul için nüfus artırıcı faktörlerin reddedilmesi.

*Yeni yapılaşmalarda şehre uzaklık, rant bölgesine yakınlık gibi etkenler gözetilmeyerek ilk önce yerleşime uygunluk profili incelenmesi.

Yüzyıllardır tarım arazisi olarak kullanılan alanlarda değil, zemini kireç taşı ve benzeri sert kayaçlardan oluşan mevkilerde yerleşime devam edilmesi.

*Sıvılaşma özelliği gösteren zeminlerde gerekli önlemler alınmadan (donatılı ya da donatısız fore kazıklar) yapılaşmaya izin verilmemesi.

*3194 Sayılı İmar Kanunun 32. Maddesinin oy kaygısı taşımadan kayıtsız şartsız uygulanması.

*Şehirleşme risklerini azaltan imar planları ve master planlarının yapılması.

*3194 Sayılı İmar Kanunu’nun 15. ve 16. Maddelerinde yer alan parsel bazlı ifraz, tevhid ile arsa düzenlemelerinin bir an önce sonlandırılarak 18. Madde uygulaması ile çözüm üretme yoluna gidilmesi.

*Sadece teknik açılardan değil kişi ve kurumların yetki, görev ve sorumluluklarının da açık bir şekilde tanımlandığı; idari ve cezai yaptırımlara sahip, bütünleşik ve risk azaltmaya odaklanan; tüm parçaların bir araya gelerek birbiriyle etkileştiği ve genel amaç doğrultusunda çalıştığı bütünleşik bir afet yönetim sistemini hayata geçirecek siyasi iradenin ortaya konması. Bu kapsamda: TBMM’nde tüm siyasi partilerimizin bir araya gelerek, Cumhuriyetimizin 100. yılında yaşanan bu yıkım ve gözyaşının bir daha yaşanmaması için “ULUSAL AFET POLİTİKASI VE EYLEM PLANI” nı acilen ortaya koyması, gerekli çalışmaların bir an önce başlatılması gerekmektedir.

Yaşar Kemal’in “Dünyada bana bundan sonra korkunç olan nedir diye sorarlarsa insanoğlunun bir felaket sonrası susup taş kesilmesidir” diyeceğim dediği gibi, Aliya İzzetbegoviç’in “Ben olsam doğudaki tüm mekteplere ‘Eleştirel Düşünme’ dersleri koyarım” dediği gibi veya büyük usta Nazım’ın “İki şey var; ancak ölümle unutulur, anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü dediği gibi. Eğer şehrimizin yüzünü unutmak istemiyorsak:

“Zihinsel dönüşüm olmadan kentsel dönüşüm olmaz!”,

“Dirençli bireyler olmadan dirençli kentler o-la-maz!” diyen Ankara Ticaret Odası Başkan Vekili, Türkiye Kent Konseyleri Birliği Başkanı ve Ankara Kent Konseyi Başkanı Halil İbrahim Yılmaz’ın perdeye yansıttığı aşağıdaki resim üzerine söylediği şu sözler çalıştaya damgasını vurdu.

“Şu binada yaşayan insanın kardeşliği, medeniyeti, huzuru olur mu? Şu binadan daire satın alan kişi intihar için beylik silahı satın almış değil midir? İntihar etmek için silah satın alınır mı! Mimarisi bu olanın huzuru bereketi olur mu? Mimarisi bu olanın sevgisi, birbirine karşı kardeşliği, medeniyeti olmaz! Şu binadan daire alanın ekonomisi olmaz, gayri safi milli hasıladan düşen pay on bin doları geçmez! Mimarisi bu olanın çocuğu sevgi dolu olmaz! Mimarisi bu olanın boşanma oranı yüzde elliden aşağı düşmez! Mimarisi bu olan huzur bulamaz!

Önce bu sorunu çözeceğiz, mimariyi düzelteceğiz, ondan sonra insanımızı düzelteceğiz…”

Fatih DULKADİROĞLU (27.05.2023 Ankara)

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.