Biliyorsunuz, geçen hafta Doğu Karadeniz (Trabzon-Rize-Artvin) gezisi yaptık. 6 Şubat depreminden sonra, ailemizin bir parçası (annem de dahil) Trabzon Öğrenci Yurdu’na yerleştirildi. Depremden bu yana hiç görmemiştim, dört aya yaklaşan hasreti gidermek için Trabzon’a yolcu oldum. Tekerlekli sandalyede hayatını sürdüren 85 yaşındaki annemle ve yakınlarımla ilgilendim.
Allah’a çok şükür ki, yurtta depremzedelere krallar gibi bakıyorlar. Hem devlet hem de Trabzonlu siviller inanılmaz bir ilgi ve alaka ile depremzedelerin üzerine titriyor. Özellikle fotoğrafçı arkadaşlarım (Başta Metin Öztürk üstadımız ve Muhammet Dilekoğlu olmak üzere) ailemizi hiç yalnız bırakmadılar. Bu olağanüstü hizmeti görünce içim rahat etti. Allah devletimizin yöneticilerinden ve Trabzonlu kardeşlerimizden razı olsun.
Bu sırada Artvin’den sürpriz bir telefon geldi. Arayan İdris Kösa idi… Hani şu meşhur Şavşat Karagöl otelinin işletmecisi…
“Madem Trabzon’a kadar gelmişsin, Alişan abi gel, seni Şavşat’ta misafir edelim, depremde büyük facialar yaşadınız, biraz kafa dinlersin” dedi.
Ben de, “İdris abi buraya anneme hizmet etmek için geldim, şimdi geziye çıkarsam annem bana kızar” deyince, “Ben annenden izin alırım, merak etme” dedi.
Annem, “Git oğlum” deyince, Rize üzerinden Artvin’e sürpriz gezimiz başlamış oldu.
Şimdi bunları niye size anlatıyorum. İki gece misafir olarak kaldığımız Şavşat Karagöl’deki Tuğra Otel’i tanıtmak için… Sağolsun, Otel sahibi İdris abi, yıllarca beni otelinde misafir etmişti. Daha önce oteli gölün kenarındaydı. Şimdi Karagöl yolu üzerinde, göle 1,5 kilometre uzaklıkta, ormanın içinde, dünyanın en güzel köylerinden biri olan Meşeli Köyü’nün yamacında, kartal yuvası gibi bir otel yaptırmış…
Otel, yemyeşil coğrafyanın ortasında sanki Kur’an’da tarif edilen cennet bahçelerinin konaklama yeri gibi… Kaldığım odanın penceresinden karşı dağların karlara bürünmüş bembeyaz tepesi ayrı bir görüntü veriyor manzaraya… Kuşların ötüşünü daha iyi duyabilmem için pencereyi açık bıraktım.
Sessizlik… Bu sessizlik, sessizlik içinde sessizlik gibi… Sessizlik içinde derin bir ses var, insanın içine işleyen bir sessiz müzik gibi… Çam ağaçlarının kokusunu taşıyan esintiler yorgun düşmüş bedenimi bir anne şefkati gibi okşuyor. Enkaz altında kalmış ruhum adeta yeniden diriliyor.
Otelin sağında Karagöl, solunda ise Meşeli Köyü… Yer seçimini İdris abi yapmış olamaz, sanki melekler yardım etmiş.
Sabah erkenden kalktım, Meşeli köyünü gezmeyi, uykuya feda ettim. Köy sahipleri ve çobanlar beni önce yabancı görünce yadırgadı. “İdris abinin misafiriyim, aynı zamanda depremzedeyim” deyince… Evlerine davet edip beni yemeğe çağırdılar. Allah razı olsun, hepsi benim için ne yapacaklarını bilemediler. Ama ben yemyeşil ormanın ortasında, yemyeşil çimlerde yayılan sürüleri çekmeyi tercih ettim.
Deprem korkusundan mı nedir, sanki ben ölmüşüm, cennete gitmişim de oradan fotoğraf çekiyormuşum gibi geldi bana… Hatta Çoban Onur’a “Burası nere, cennet mi yoksa dünya mı?” diye sordum. “Şavşat’ın Meşeli köyü” dedi. Doğrudur, ben yanılmış olabilirim.
İki saate yakın köyü gezdikten sonra rotayı Karagöl’e çevirdim. Şimdi işimin en zor yanı da bu… Karagöl’ü nasıl anlatmalı…
Vazgeçtim. En iyisi gelip siz görün.
Gelince de mutlaka Tuğra Otel’in misafiri olun. Karagöl ve Meşeli Köyü’nün yanına bir de Tuğra Otel’i eklerseniz, hayatınızın en romantik, en heyecanlı ve en huzurlu gezisini yapmış olursunuz. Gitmeden önce arayıp yerinizi ayırtın, benim selamımı söyleyin, size indirim yapar.