ALTIN
 3.022,60
DOLAR
 34,3205
STERLİN
44,5531
EURO
 37,4161

BİR BOZKIR KÖYÜ GEBELİ / ARAPGİR

F.Demirtaş,  M.  Bölükbaşı 

Bozkırı anlatabilmek için önce onu duyumsamak gerekir. Bir toprağı anlatabilmek için de o coğrafyayı teneffüs etmek, mümkünse orada kök salmış olmak gerekir.

26 Haziran 2023 güneş tepedeyken Malatya’dan yola çıktık. Devlet Demir Yolları  işletmesinde  Elektrik işleri müdürü  Haydar Yıldız bey, İstanbul'dan Kurban Bayramı için gelen yönetmen oğlum Oğuzhan'ın Demirtaş'ın  demir atının terkisine binip Anadolu’nun bozkırlarında Arapgirin Gebeli köyü, Şerek mezrasından dostum Mehmet Bölükbaşının konuğu olmaya gidiyoruz. 

Sivas yolu üzerinde bulunan arkadaşım Hasan Özhan'a ait , Özka Tesisleri kır düğün salonu ve Akaryakıt İstasyonunda demir atımızın yakıt ihtiyacını karşıladıktan sonra yolumuza devam ettik.

 Tohma köprüsünü geçtikten sonra elektrik direkleri üstünde uzun gagalı, çırpı bacaklı leylekler de her defasında hiç şaşırmadan çerden çöpten yaptıkları yuvalarına bir erkek,diğeri dişi' çekirdek aile' planlamasıyla yerleşmişler. Aileye yeni katılan tüysüz 'bebe'lerini solucanlara, gagalayıp öldürdükleri yılan yavruları, kertenkele, kurbağalarla doyururarak yaşamlarını sürdürüyorlar. Kış bastırmadan ailece uzun yolculuğa doğru göç edecekler.

Yazıhan ilçesinde , özellikle gün batımına yakın saatlerde ayrı bir güzelliğe bürünen sarıya boyanan ayçiçek tarlaları , güneşe yüzlerini dönmüş ve adeta güneşi selamlıyorlardı.

Ayçiçek tarlaları birçok fotoğrafçı tarafından da stüdyo olarakta kullanılıyor.

Yazıhan yol ayrımında Arguvan Arapgir, Keban Ağın, Kemaliye istikametine saptık. Kuruçay köprüsünü geçtikten sonra tek şeritli asfalt yoldan devam ettik.Pancar tarlalarının yeşil halıları serilmiş , fiskiyeli suyla sulanıyordu. Güneşin altında gökkuşakları oluşturmuştu.

Bu yıl aralıksız yağan yağmurlar nedeniyle doğada müthiş bir coşku vardı. Adam boyuna varan bitki örtüsü papatyalar, gelincikler, sığır kuyruğu bin bir çeşit bitkiler güneşin bütün renkleri ile görsel şov yapıyorlardı. Hiç bir bitki diğer bitkiyi renginden dolayı aşağılamıyordu.

Bozkırın da kendine özgü güzellikleri ve birtakım özellikleri var. Ve her mevsimi ayrı bir güzellik barındırıyor. 

Malatya’nın tahıl ambarı Arguvan’da tahıl hasadı başlamıştı. Güneşin sofrasında; güneşin çocukları uçsuz bucaksız Van Gogh sarısı ekin tarlalarında.... Biçerdöverler ve traktörler eşliğinde karıncalar gibi çalışıyorlardı. Bölgemiz ve ülkemiz için hatırı sayılır katma değer yaratan bu insanlarımızla gurur duyuyorum.

Sürülerin, çobanların bayramıdır  hozan tarlaları.

Hayvanlar biçerdöverden toprağa dökülen taneleri ustalıkla bulup yiyorlardı.

Fotoğraf: Oğuzhan  Demirtaş 

Deregezen köyü jandarma karakolunu geçtikten 5 km sonra  Belediye otobüs durağının arkasında  kalmış yolun solunda  zor görülen  Gebeli yazılı levhasına  göre devam ediyoruz.

Şerek mezrasında  kenarında kerpiç yıkık evler, meşeler, iğdeler, alıçlar  akasyalar  evlerin önünde ki bahçede  üzüm asmaları, incir, nar, kayısı bozkırın ortasında yemyeşil yapraklarıyla adeta vaha gibi kendilerini sergiliyor.

Malatya yolundan 3 km. içerdedir. İlçeye uzaklığı 35 km. Malatya'ya 85 km.Köy arazisi düz ve susuz tarıma elverişlidir. Yörenin çukurovasıdır. Buğday, arpa, nohut, mercimek önemli yer tutmaktadır.

Önce evine mihman olduğumuz sayın Mehmet Bölükbaşından bahsedip teşekkür borcumuzu ifede etmeliyim. Sempatik ve enerjik bir insan olan hep gülen yüzüyle üzerimizde pozitif bir enerji bıraktı. Tanımaktan mutlu olduğumuz arkadaşıma yakın alakası ve konukseverliği için sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz. Köye yaptığımız geziyi yazmak benim için onurdur.

Mehmet Bölükbaşı ile söyleşimizde Atalarının soy şeceresini araştırdığını söyledi "Arapgirli bir Seyid Ailesi : Bölükbaşızadeler İnönü Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarh bölümü-Hasan Dayangaç ( Seminer çalışması 2004),

Bölükpaşazade Hüseyin Avni Efendi Malatya İdare müdürü, Mamüretülaziz mebusu."için yapılan çalışmaların tezin fotokopisini, gösterdi. Kendisinin tezi incelediğini düzeltmeler yaptığını ifade etti. 

Bölükbaşı özgeçmişi anlattı.

” 1959 doğumluyum İstanbul Vefa lisesi mezunuyum . İsviçre yaşamaktayım. Ata yurduma yazları geliyorum. Nevşehir’den taş getirip babam evimin yerine iki katlı ev yaptırdım. Evin çatısına 150 güneş enerjisi paneli koydum. Evin ihtiyacını 6 panel karşılamakta. Diğer paneller edilen elektrik enerjisini Türkiye Elektrik Kurumuna vererek ekonomimize katma değer sağlıyorum. Mezramızda 8 hane var. Köylülerimizin çoğu İstanbul’da yaşamakta, yurt dışına gidenler var. Mezramızda okul yok. Öğrenciler taşımalı eğitim ile Arguvan'a gitmekte.

Bölge zamanında ormanlıkmış. 4 bin yıl süreyle yaklaşık 1900'li yıllara kadar ağaçlar kesilmiş yakacak olarak ve maden işlemede kullanılmış. Hala arazilerde demir cürufuna rastlanmakta. Bu bölgede yıllar önce de çakmak taşı işlenerek ticareti yapılmış.

Küçükbaş hayvanlar keçiler ağaçlara çok zarar vermiş. Simdi köyde sadece  bir kişininin sürüsü varmış. İçme suyu kaynak. 3km.Haraç yaylasından gelmektedir. 

Bu bölgenin kısa tarihçesi.

"Hattiler Hititler , Mitaniler, Luviler, Asurlar, Medler, Huriler, Urartular, Sakalar, Ermeni krallığı, Pers, Roma, Bizans,Arap, Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti hüküm sürmüşler.

Gebeli tepenin yamacındadır. Az da olsa meşe ağaçları yer alır. Köyün etrafında Kazanç, Pirali, Ulaçlı, Esikli, Kılıçlı, Ağının Dibekli, Altın Ayva köyleri yer almaktadır. Geçim kaynakları tarım ve çiftçiliktir. Yurt dışı ve İstanbul ağırlıklı göç olmuştur.

Gebeli(Ermenice Gaban Kabanlı)Geçit anlamında etnik yapısı Kürt, Türk karışık alevi.Şerek mezra Atma aşireti (Kürtçe )Alevilikten dönme Kürt Sünni hanifi .” dedi.

   **

Bölükbaşının  mezrasından ayrılıp yaklaşık  5 km.köyün yaylası içme sularının getirildiği tarihi kalıntıların olduğu Haraç mevkiinide  götürdü.

Binlerce yıldır kadim uygarlıkların ayak izlerini bıraktığı nice ticaret yollarıyla donatılmış tüm Anadolu. Antik yollar, Roma İmparatorluğu döneminde örümcek ağı gibi coğrafyayı saran güzergâhlar, en eski dünya ticaret rotalarından biri İpek Yolu ve ona bağlı uzantıların birinde olduğumuzu söyledi.

Tepeden eşsiz sarı deniz manzarasını seyrederken, tüm huzuru iliklerinizde hissediyorsunuz. 

Muhteşem manzarasıyla ve temiz görünümüyle göz kamaştıran bu buğday, arpa tarlaları seyrettik.

"rüzgar

unutulmuş

bir dağ çeşmesine

götürsün bizi.

Zamanın saatleri unuttuğu

Şavkıyan bir dağ çeşmesine.”

Behçet Aysan

Oğuzhan Demirtaş,  Fikri Demirtaş ,Mehmet Bölükbaşı 

Bozkırın Uzak Çeşmeleri

Şiirdeki gibi rüzgar götürmese de dostum Mehmet bey bizi  Pireli Haraç mevkiindeki Taşpınar’a (Ganiderık, kapının önündeki pınar) götürdü.

Dört kişilik ekibimiz günün yorgunluğunu atmak için çeşmenin başında oturduk. Yanımızda getirdiğimiz  soğuması için kürün içine koyduğumuz  karpuzu dilimleyerek afiyetle yedik. Soğuk suları içip elimizi yüzümüzü yıkayarak çeşme başında sohbet ettik.

Tanrı tarafından mı dersiniz doğa tarafından mı dersiniz verilen hüküm gereğince Gök kubbenin altında yerin tüm kaynak sular gibi burada da su çatlağını bulup kara toprağa gürül gürül, şarıl şarıl, şırıl şırıl akıyordu. Ve etrafına insanlara, kurda, kuşa, bitkilere cansuyu oluyor bir yaşam döngüsünde ki görevini yapıyordu.

Haydar Yıldız, F.Demirtaş, M.Bölükbaşı

Serin rüzgârı bağrımızda, kuşların sesini kulağımızda hissediyoruz.Ne güzel bir çeşmeydi. Ne kadar şenlikli bir suyu vardı. Bozkırın bütün çeşmeleri gibi. Yazın tüm tarlalar, tepeler, tozlu yollar, ağaç gölgesine hasret bu topraklar susuzluktan yanarken, buz gibi bir su akıyordu oluğundan. İçmeye doyamazsınız. Önündeki yedi  kürünü ( yalak) dolduruyor, neşeli damlacıklarını etrafına sıçratarak hayratlık dut ağaçları, mamık( yabani erik) alıç ve meşe ağaçlarına can veriyordu..

En ufak su birikintisini görünce dayanamayıp başlarını eğip sessiz sedasız ağlamaya başlayan sulu gözlü , boynu bükük söğütler de vardı.

Çeşmenin biraz üstünde yamaçta bir ağıl vardı. Öğlen sıcağında koyun sürüsü çatmalarla çevrili alanda başlarını birbirlerinin kuyrukları arasına sokmuş dinlenmeye çekilmişlerdi. Çeşmenin on beş metre altında eski bir kilise varmış. Otlar çok büyümüş kalıntılar otların arasında kalmış.Çakmak taşları , küp, seramik parçaları, öbek öbek kazılmış yerler. Definecilerin elinin değmediği yer kalmamış. Köstebek gibi oymuşlar, tepelerde, ağaçların altında, çeşmelerin etrafında, kalıntılardan geriye taş yığınları, kırılmış sütun parçaları kalmış.

Bulunduğumuz yer Haraç rakım 1350, tepesi 1500m.Haraç tan kuzey doğusu Munzur dağları, kuzeyinde Göl dağları, Güneyinde Yazıhan Malatya, Güney batısı Yama dağları, Beydağları, Keban barajı, Karakaya barajı Ağının, Keban’ın toprakları. Muşar dağı Süryani Mor Ahron manastırı görünüyordu.

Dağlar, tepeler geçmiş dinlerin kutsal mekanları ,türbeleri isim değiştirerek günümüze kadar gelmişler.

 Gizli gizli bu mekanlar defineciler tarafından tahrip edilmiş. Haraç'a demirin ham maddesini getirip ocaklarda eritmişler. Ormanlık bölge olduğu için buraya getirip ağaçları kesmişler.

Anadolunum kadim halklarından olan bu coğrafyada Ermeniler, Süryaniler, Rumlar,  Türkler, Kürtlere Müslümanlar ( sünni alevi), Hristiyanlar diğer bazı inançlar, binlerce yıl bu topraklarda beraber, barış içinde yaşadılar.

1800 yıllarının ikinci yarısından 1900'lü yılların ilk çeyreğine uzanan bir süreçte yaşanan acılar elbette unutulamaz ama herkes kabul eder ki binlerce yıllık dostluk ve ortak yaşam yüz yıllık düşmanlaşmadan daha değerlidir. Buna odaklanmak gerekir. 

Şimdi birbirlerinin acısına neşesine koşan insanlardan Ermeniler, Süryaniler yok artık. Bu dağlar, bağlar, dereler onlarla bir başka güzelmiş. Onların diktiği cevizler, dutlar şimdi öksüz ve tek başınaydı.

 Kilisenin yıkılmış harabe halde kalan duvar taşları otların içinde sonsuz uykuya dalmış. Kendi mezarı olmuş.

 Kartal yuvası gibi Muşar dağının tepesinde Kadim Süryani Mor Ahron manastırı , Abdulvahap ziyareti yaşanan tarihte her şeye şahittir.

Gebeli köyün tepesinde yaylasında kalıyordu çeşme. Sıcak yaz akşamları, tepesinde yıldızların oynaştığı eski kervan yolu buradan geçiyormuş. Göz alabildiğince uzayan arpa buğday, nohut tarlalarına bakıyordu.

Yazın yabanda çalışan köylüler öğle güneşinden gelip sığınırlarmış dut ağaçlarının altına. Dutları bal gibiydi. Ağaçların altındaki yeşil otlar, insanların, bazen geceleri çeşmeye gelip su içen kuşların, yaban hayvanların bir tilkinin, kurdun ya da ayrık otlarının arasında dolanan sürüngenlerin dinlendiği bayram ettiği bir mekan. Rahat bir yün döşek gibi olmuştu ağaçların dibi. Altına uzanan birisi, yanında akan küçük suyun sesine dalıp gitti mi farkında bile olmadan uyku gelip çöreklenir gözlerine.

Rüzgar, çevredeki otların, kır çiçeklerinin, sarı arpa , buğday başaklarının, tarlaların arasından uzayıp giden tozlu yolların, kadim yerleşim yerlerin harabeleri kaya mezarları üstünde alıç ağaçlarının sesini ve kokusu taşıyordu.

Dağ başlarında kuytu köşelerde bir bozkırda sapsarı ekin tarlalarının içinde kendi yeşil yapraklı dikenli dalları ile makus kaderlerine terk edilen, kekremsi, yanru yumru limon sarısı, turuncu meyveleri ile 'yabani alıç' ağaçları bazı kuşlara yuva bazı hayvanlara ilaç oluyormuş.

 Bir bozkır ninnisi tuttururdu rüzgar, bir Arguvan türküsü oldu su.

Fooğraf Galerisi:

Fotoğraf:Oğuzhan  Demirtaş 

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.