Çocukluğumdan unutamadığım, dededen kalma, kanatlı kapılı, geniş avlusu olan, iki odalı evimizdi. Odamızın birinde sedir vardı. Diğeri kış odasıydı. Kapımızın önünde selamlık vardı. Sokaktan eve girmezdik. Evimiz Ağalı Mahallesi, Balaban Bey Sokaktaydı.
Bir gün annem babama bu ev üç çocukla dar geliyor, geniş bir ev alsak demiş. Annem Elbistan’dan gelin gelmiş. Akrabalarımızdan, komşularımızdan ayrılmak istemiyor ve başka sokakta olmasın diyordu. Güneşli bir bahar günü bacılarımla okuldan öğle yemeği için eve geldiğimizde annem elinde kocaman bir anahtarla bizi bekliyordu.
Bakın babanız size yeni ev aldı dediğinde hepimiz çok sevindik. Annemin peşinden gittik. Bizim evden iki ev ötedeydi. Her gün önünde oyun oynadığımız yeni evimizin içini bilmiyorduk. İki katlı evin; girişte üstü kapalı avlusu, ahırı, yanında tandırı, üstü açık avluda da mahsere vardı. Üst katta sokağa bakan sıra sıra pencereli sedirli, tahtaboşlu odasını çok beğenmiştik. Önünde örtme, hapek, yüksek süğüklerle çevrili kocaman dam…
Kısa sürede akrabalar, komşular damı sıvadı, evi çarpıyla sildiler ve hemen taşındık. Yıl 1961… Yer, Balaban Ağalı Mahallesi Akif Aktaş Sokak.... Çok mutlu yıllarımız oldu. Sonra babam hastalandı ve 1971’de vefat etti. Anneme: ‘İyi ki evimizi aynı sokaktan almışız. Hısım akrabanın içindesin. ’demiş. Annem her sene evin bir tarafını yaptırdı. Eski ev yenilendi. İyi günler, kötü günler geldi geçti, küçükler büyüdü, büyüyenler evlendi…
Memleketimizin değişmeyen kaderi göçten bizim ailemiz de nasiplendi, gurbet yolu göründü. Memleketten bacılarım evlenerek ayrıldı. Biz de Ankara’ya taşındık. Kardeşim de annem ve ailesiyle gitti. Evimize yazları ara sıra gitmeye başladık. Akrabalarımızdan ev ihtiyacı olanlar bir süre oturdu. Sonra ev boş kaldı.
Büyüklerimiz kerpiç evler içinde nefes olmazsa çabuk yıkılır derdi. Evimiz yıkılıp dökülmeye başlamıştı. Bizler de gittiğimiz şehirlerde yeni düzen kurma arayışında olduğumuz yıllarda gelip gidemedik. Evimizin yıkılmaya başladığını duydukça annem çok üzülüyordu. Bir gün bana: ‘’Kızım bu ev yıkılıyor, Balaban’la bağı olan sizsiniz. Ailenin büyüğüsün, sana vasiyetim olsun, bu ev yıkılırsa gözüm açık giderim. Benim tek üzüntüm memlekete gelince kapısını açıp gireceğiniz eviniz olmazsa baba yurdunu terk edersiniz.’’ dedi.
O yıllarda biz de memleketten bir ev alma arayışındaydık. Annemin sözü üzerine başka alternatif düşünmedim. Eski ev zor olacaktı ama kararlıydım, bu evi eskisinden güzel yapacaktım. Tamir ettirdik… Yıllar sonra şalvarımı giydim çamur sıvadım, çarpı sildim, aileden kalan dört beş parça eşya vardı. Ankara’dan, Balaban’da bir ev hayaliyle yıllarca biriktirdiğim bir kamyon eşyayı getirerek evi dayayıp döşedim. Odanın birine annemin odası dedim. İşler bittikten sonra annemi götürdük. Kapıdan girince çok duygulandı, çok duasını aldım. Anneciğim burada altı anahtar var. Senin, kardeşim ve bacılarım için… ‘’İsteyen istediği zaman gelsin, bu ev hepimizin.’’ Dedim. O anki sevinci tüm yorgunluğuma değdi. 0 yıl on, on altı, on sekiz yıldır gelemeyen bacılarım geldi.
Bülbülü altın kafese koymuşlar, ah vatanım demiş. İnsanın memleketi gibisi olmuyor. Bizim, senede beş altı kez gittiğimiz bile oldu. Yılların özlemiyle her mevsimi doya doya yaşadık. Özellikle bayramlarda hep memlekette olduk. Akrabalarla, komşularımızla, arkadaşlarımızla, tanıdıklarla zaman nasıl geçiyor anlamıyorduk. Geleneklerimizin azalarak da olsa yaşatılması, davetler, bayram yemekleri, özellikle çocukların toplu bayramcı gezmelerini görmek çok keyifliydi. Ben de her bayram çocuklar için özel şekerler, çikolatalar, oyuncaklar, kırtasiye malzemeleri ve kitaplar dağıtıyordum. Kapımızın önüne masaları açarak üzerine diziyordum. Ne isterseniz istediğiniz kadar alabilirsiniz diyordum. Bu duyguyu anlatamıyorum, yaşamak gerek. 2022 Kurban Bayramı’nda, Balabanlı değerli hayırsever iş insanları bayramda dağıtayım diye, biri çok sayıda powerbank (taşınabilir şarj aleti) gençlere, çocuklara inanılmaz hediye çeşitleri; diğeri yüzlerce takım kıyafet alıp göndermişti. Balaban’da bayrama damgasını vurmuştu bu hediyeler. Çocukların kıyafetleri giyerek teşekküre gelmeleri, diğer bayramda da böyle dağıtacak mısın diye soranlar...
Son olacağını bilemezdim… Kahramanmaraş Pazarcık merkezli depremde 11 ilimizde adeta yer yerinden oynadı. Malatya’da da çok yıkım oldu. Ama Balaban’da şiddetli hissedilmesine rağmen yıkım olmamıştı. 7 Şubat Elbistan merkezli ikinci depremde, yakın olmasından dolayı, ata mirası yüzlerce yıllık kerpiç evlerin çoğu yıkıldı. Bizim evimiz de ağır hasarlı ve yıkılacak. Güzel memleketimin güzel insanları için üzüldüm. Onlar için de çok üzgünüm evimiz için de üzgünüm.
Ev yıkılınca enkazında neler neler kaldı… Bu eve taşındığımız günkü sevincimiz, kardeşlerimin doğduğu günler, evlendiğimiz günler… Yüsek süğüklü damında yaz sıcağında buz gibi esen rüzgarda yer yatağında sırayla yatarken; Samanyolu’nu, ‘’Üç kardeşi’’ seyrederken kayan yıldız gibi kayacak yaşanmışlıklarımız, iskemlenin üzerindeki gaz lambasının etrafında babam bulmaca çözerken annemin dantel örmesi ve bizim ders çalışmalarımız kaldı… Bayram temizliği, bayram yemekleri, annemin ellerimize sırayla kına yakıp bağladığı kına çaputları kaldı… Misafir gelecek diye yakılan lüks lambası kaldı… Kışın sobalı odamız kaldı enkazda… Zahirelikteki adam boyu un haşası, kor kor dizili yuha ekmekleri, sıra sıra dizili bulgur düğürcek çuvalları, haşada un, küp küp turşular, tandırlıkta pişen ekmekler ve yemekler, ahırda meleşen kuzular, kümeste tavuklar, sabah oldu diyen horozlar kaldı. Yaşanmış ne varsa enkazda kaldı. Çok üzgünüm… Kapıya çıkınca gördüğüm komşularım akrabalarım, her gördüğün kişiyi tanımanın verdiği çok güzel duygular… Görenler, evimize yaşayan müze diyorlardı. Eskiden kullanılan eşyalarda anılarını hatırlıyorlardı. Üzüntümü anlatamam, ama anneme verdiğim sözü tuttum. Tam yedi yıl oturduk, koyup gidenler nur içinde yatsın… Memleketimde insanlarımızdan çok etkilenen oldu. Allah’ım en kısa zamanda yaşamlarını yeniden düzene koyacak kolaylığı, gücü versin.
Depremde binlerce canımız gitti. Yakınlarını kaybedenler, öksüz ve yetimler, yüreği yaralı insanlar… Bu acının tarifi yok, kelimeler kifayetsiz kalıyor. İnsanlar canlarını, mallarını kaybetti. soğukta aç susuz kaldı, soğukta dondu… Bu yaşananlardan sonra yüz yıl bu acılar unutulmaz. Teselli edecek kelimeleri tükettik. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Ne diyelim, deprem doğal bir afet, önüne geçilemez. Ama bu insanları çürük binalar öldürdü…
Hayat devam ediyor, hayallerinizi ertelemeyin ve günü yaşayın. Elde kalan, unutulmayacak anılar olacak. Bir de ‘’ah keşke’’ler… Allah’ım herkesin yardımcısı olsun; sabır, güç kuvvet versin. Yaraları birlik beraberlik içinde sarmaya devam edelim. Bu aynı zamanda insanlığımızın da sınavıdır. Paylaşma, yardımlaşma bizim özümüzde, hamurumuzda var. Hep birlikte, güzel günlere inşallah…