Küçük evimizin yüksek süğükle çevrili damında, kardeşlerimle oyun oynarken annem her zamanki gibi bir yandan bizi gözlüyor bir yandan dikiş nakışla uğraşıyordu. Babam, elinde bir paketle geldi: Kızımı okula yazdırdım bu da önlüklüğü, Ömer Efendi'den aldım en iyisiymiş dedi.
Öyle heyecanlandım ki gördüğüm her arkadaşıma ‘’Ben okula yazıldım sen yazıldın mı?’’ diyordum. ‘’Ben de okula yazıldım.’’ diye sevinenler, ‘’Benim yaşım tutmuyormuş.’’ diye üzülenler oldu. Annem önlüğümü elinde dikti. O sabah, bugün okulun açılıyor dedi. Uzun saçlarımı iki melik örerek sepet modeli yaptı, beyaz kurdeleleri bağladı. Önünde iri beyaz düğmeleri, iki cebi olan siyah önlüğümü giydirdi, beyaz yakalığımı taktı ve minderin altında katlanmış mendilleri ceplerime yerleştirdi. ‘’Duvara yaslanma, önlüğün çarpı olur.’’ diye tembihledi. Amcamın oğlu Mevlüt abi geldi: Yenge Nermin hazır mı? Ben okula gidiyorum dedi. Mevlüt abim 4.sınıftaymış, çarşıdan geçerek yola koyulduk. Hiç bilmediğim yollardan geçerken okul öyle uzak geldi ki…
Karşımıza o güne kadar görmediğim çok büyük, balkonlu, kanatlı kapılı, önünde jandarmaların olduğu bir yapı çıktı. Önünden geçip giderken çocuk sesleri arttı… Okula gelmiştik. Sonradan oranın karakol olduğunu öğrendim. İçi suçlularla dolu bir hapishane ve jandarmalar da suçlular kaçmasın diye kapıda bekliyor zanneder ve hep o tarafa bakmadan koşarak geçerdim.
Taş merdivenlerden indik okulun önündeydik. Kemerli kanatlı kapısı vardı. Çok beğendim, içini merak ediyordum. O kadar çocuğu bir arada görmemiştim. Arkadaşlarım da gelmişti ,çok sevinçliydim. Zil çaldı İstiklal Marşı’nı okuduk, okulumuza girmeye başladık. İşte o anı hiç unutmadım. Öğretmenim Esat Gönenç’ti. Okulum çok büyüktü, belki de bana öyle geldi. Sahne, kitaplık ve içinde ders araç gereçlerinin olduğu, kapısında ‘’işlik’’ yazan bir sınıf vardı. Bazı öğrencilerin kollarında ne olduğunu anlamadığım ama çok özendiğim, 4 parmak genişliğinde bantlar vardı. Kırmızı kumaş üzerine beyaz iple işlenmiş K.K., T.K., S.B.gibi harfler yazılıydı. Sonra bunların temizlik kolu,kitaplık kolu,sınıf başkanı gibi görevlerin kısaltması olduğunu öğrendiğim. Heveslendiğim bu kollukları takmam çok uzun sürmedi.
2. sınıfa başladığımda okulumuzun yıkıldığını öğrendim ve çok üzüldüm. Yıllarca o güzel kerpiç okul neden tamir edilmedi diye merak ettim. Yeni okulumuz yapılana kadar çarşı camisinin içindeki mektep denen bir oda, karşısındaki iki dükkan ve onların yakınında, hana giden yolun üzerindeki iki dükkan okulumuz oldu.
Yeni okulumuz açıldığı gün çok mutlu olduk. O yıllara göre modern bir okuldu. Sahnesi, kitaplığı vardı. Süt tozundan süt pişirilir,her sabah çeyrek somun ekmekle birlikte dağıtılırdı. Bu sütün kocaman kazanda kaynatıldığı ‘’sütlük’’ vardı. Yıllarca hizmet veren hademe Bekir Amca öğrencilere karşı her zaman sevecendi.
Yeni okulumuzda 4. ve 5. sınıfı okudum. Öğretmenim Osman Cengiz’di. Öğretmenlerimiz idealist ve disipliniydi. Çok iyi eğitim verdiler bizlere… Tırnak - mendil kontrolü yapılırdı. Sık sık defterlerimiz kitaplarımız kontrol edilirdi. Güzel yazı, güzel okuma derslerimize çok önem verilirdi. Yazı defterimize kenar süsü yapardık. Coğrafya, Yurttaşlık, Türkçe, Matematik, Din dersi kitaplarımızdaki konular, günümüzle kıyaslanınca, şimdiki ortaokuldan daha öndeydi.
Öğlen yemeği için eve gider gelirdik. Cumartesi günleri öğlene kadar okul vardı.
Mezun olurken, sene sonu okul bitirme sınavları olurdu. Kimsenin gözünün yaşına bakılmaz, sınavı geçemeyenler sınıfta bırakılırdı.
Milli bayramlar coşkuyla kutlanırdı. Kutlamalar için piyesler, oyunlar, eğlenceler, şiirler… Provalar günlerce sürerdi. Piyesler, Cumhuriyet Bayramı, Kurtuluş Savaşı, vatan, bayrak, İstiklal Marşı temalı olurdu. Yaşayan gazilerimiz okulumuza davet edilirdi. Bayramlar belediyenin önünde Atatürk büstünün olduğu meydanda kutlanırdı. Balabanlılar kadın erkek hep beraber törene katılırdı. Kutlamalarda eğlenceli yarışmalar da olurdu: çuval yarışı, iğneye yürüyerek iplik takma, ağızda kaşıkla yumurta taşıma, yoğurt yeme... 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nda gösteriler yapılırdı. Akşam da okulda müsamere, piyes, şarkılı türkülü eğlenceler olurdu. Yerli Malı Haftasında ise yerli malı kullanmanın önemi öğretilirdi. O gün evlerden gelen çeşit çeşit meyveler, çerezler akşama kadar yenir içilir, çok keyifli bir gün geçirilirdi.
Her sabah zil çalınca okulun önünde İstiklal Marşı’nı okutan Hüseyin Göktaş öğretmeni unutmak mümkün mü? Sınıflarımıza girer sessizce otururduk. Öğretmenimiz sınıfa girerken hepimiz birden ayağa kalkardık. Günaydın çocuklar diyen öğretmenimize hep bir ağızdan ‘’sağol’’ derdik. Ardından hergün aynı heyecan aynı coşkuyla andımızı okurduk. Okulun önünde İstiklal Marşı okunurken etraftan gelen geçenler, olduğu yerde durarak sonuna kadar eşlik ederlerdi. Bazen eşeğiyle yük taşıyan biri, bazen eşeğin üzerinde binili, bazen sırtında şelekle giden bir ana olurdu.
Balaban’da ilkokul, cumhuriyetin ilk yıllarında açılmış. Günümüzde bile kız çocuklarının okutulması sorun olan yerler varken, o yıllarda Balabanlılar okula kız- erkek ayrımı yapmadan çocuklarını gönderirdi. Öğretmenleri Köy Enstitüsü mezunlarıydı. Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına sevgi saygı duyan; vatan, bayrak, istiklal ,cumhuriyet kavramlarının anlamını bilerek, yaşayan ve yaşatan kişilerdi. İşte şimdi İstiklal Marşı’nı kıpırdamadan dinleyenler, o dönemin insanlarıdır. Şehit kanlarıyla sulanmış ,bu cennet vatanımızın bir karış toprağı için canımızı verecek kadar sevmemiz de bu yüzden. Balaban’da eğitim veren tüm öğretmenlerin ,okulumuza her zaman yardım eden hayırseverlerin, tüm öğrencilerin, emeği geçen tüm emektar görevlilerin, yaşayanlarına sağlıklı huzurlu bir yaşam ve vefat edenlere de Allah’tan rahmet diliyorum.