Güz gelmeden Malatya’da her ev mutlaka “degirmana galğhardı”.
Evlerin bahçelerinde büyük kazanlarda kaynatılan buğdayın küçük bir kısmı evde “hedik” yapılarak konu komşuyla yenir, diğer büyük kısmı ise o yıllarda bir çok mahallede bulunan değirmenlerden gün ve sıra şimdiki tabirle randevu, o yıllardaki söylenişiyle “nöbet” alınarak bir ritüeller manzumesi içerisinde götürülüp orada evlerin ihtiyacı olan ve alamet-i farikamız yüzlerce “küftemizin”! yapımı için gerekli olan, olmazsa olmaz gıdamız bulgur haline getirilirdi.
İşte bu işleme “degirmana galğhmağh” denirdi.
Buğday kaynatılırken kazanın is olmasını engellemek için kazanın bir bölümü küllenirdi. Kazanın altına balcan ve isot koyulur, sonra ıslatılmış tandır ekmeğine sarıp gülüşügünen yenirdi.
Kaynayan buğday, kazanlardan saplı bakır taslarla çıkarılıp sitillere doldurulur sonra damlara çıkarılırdı. Damlara da bembeyaz sakız! gibi “hılalar” serilir üzerine kaynamış buğday yayılır ve kurumaya bırakılırdı. Hılaların başına da kuşların yemesini engellemek için bir korkuluk dikilirdi.
Buğday gaynatıldıktan sonra gonu gomşu toplanırdı. Büyük hılaların ortasına ekmek tahtası konur, tahtanın üzerine de atlanacak (ayıklanacak) buğday, onun ortasına da büyük bir tas konurdu. Atlanan (ayıklanan) buğday hılanın üstüne, çıkan taşlar da tasa bırakılırdı. Bu işleme “bulğur atlama” denirdi...
Degirmandan nöbet haberi geldiği zaman evlerde büyük bir telaş başlardı. Çoğunlukla bu nöbet denen menem şey, mesai saati dinlemez, geceden gelmemizi emrederdi!.
Sezonda nöbet almak zor olduğu için, nöbet karşısında boynumuz kıldan inceydi!.
Onun için nöbet ne derse onu yapmak zorundaydık..!
“Degirmana galğhılacağı” gün, değirmen için kıyafetler giyilir, yemekler yapılır, yufkalar ıslatılıp çığhınlara yerleştirilir, boş çuvallar, torbalar ayarlanır, süpürgeler tedarik edilir ve arabacı Tahir efendiye haber verilirdi. Arabacı Tahir efendi dediysek kimse yanlış anlamasın, bu araba motorlu bir araç değil, “at arabası veya taş arabası” dediğimiz türden bir arabaydı.
Gecenin ikisinde at arabasına unluk ve bulgurluk buğday çuvalları ve çığhınlar istif edilir, ki bu buğdayların doldurulduğu çuvallara “Tay” denirdi. Degirmana gidecek olanlar da çuvalların (Tayların) üzerine oturur değirmene doğru yola koyulurdu. Degirmana gelince çuvallar indirilir, bu defa degirmancının gösterdiği yere istif edilir ve sıranın gelmesi beklenirdi.
Biz çocuklar toğhinik yemeden degirmandan çıkmazdık..!
Toğhinik ne ola ki dediğinizi duyar gibi oluyorum...
Bununla ilgili şöyle de bir olay anlatılır;
İstanbul’da yüksek okulda okuyan iki genç Malatya'da bir çeşit tatlı olan Toğhinik(Tohinik) satın almak için tüm esnafı dolaşmışlar. Hiç birinden olumlu sonuç alamamışlar. En sonunda tesadüfen, bir Malatya'lının dükkanına gelmişler. Amca toğhinik var mı demişler. Dükkan sahibi şöyle cevap vermiş. "Yeğen daha degirmana kalghmadığh".
Bulgur ununun pekmezle karışımından elde edilen ve sıkmalar halinde yenilen şimdilerde unutulan bize özgü bir lezzetti toğhinik...
Tüm işler bitince değirmenciye para verilmez öğütülen buğdaydan ve undan belli bir miktar “hak” olarak verilirdi. (Sonraki yıllarda Degirmanler’e para verilmeye başlandı).
Baş bulgur, orta bulgur, yarma, gendime, simit, malğhutalık, irinti, çiğ köftelik bulgurdan oluşan “zarğha” dediğimiz bulgur çeşitlerimiz değirmenden çıktıktan sonra bir süre güneşte havalandırılır ardından “tepirlenir” ve elenip biraz da tuz katıldıktan sonra “hızna” lardaki ambarlardaki bölümlere yerleştirilirdi.
Ne zor ve meşakkatli bir iş değil mi? Onun için eski kadınlar için hep eli öpülesi kadınlarımız tabirini kullanmışımdır.
Kısaca değirmene kalkmayı hatırlattıktan sonra, hepimizin gençliğinde anısı olan eski değirmenlerimizi hafızam elverdiğince hatırlatayım istedim...
O yıllarda değirmenlerimiz genellikle su gücüyle çalışan değirmenlerdi. Değirmenler’in büyük bir kısmı derme suyu ile çalışır, Çarmuzu civarında kalan az bir bölümü ise gelincik deresi (temiz olmayan su) denilen su gücüyle çalışırdı.
Bu degirmanlarda öğütme işlemi, tahta küreklerle itilerek devasa silindirik bir daşın dönmesiyle yapılırdı.
Onun için bulgurların içinden daş eksik olmazdı!
Elektrikle çalışan degirmanlar ise bir elin parmaklarını geçmezdi.
Çevre yolu kenarındaki, Maliye binasının yan tarafındaki otoparkın olduğu yere tekabül eden bir eski değirmenimiz vardı ki o değirmene “Abo Ağa degirmanı” denirdi. Sulu sistem bir değirmen olan değirmeni Abo ağa gilden Muhittin bey çalıştırmaktaydı.
Babuktu yolu üzerinde, Arab Osman’daki Verem Savaş dispanserinin ilerisindeki değirmenin ismi “Kızlar değirmeni” idi. Bu degirman de su ile çalışırdı.
Eskiden “horhor” tabir ettiğimiz, uç bağlardaki su ile çalışan “Gasımın degirmanı”. (Kasım Gökbulut).
Mücelli semtinin en büyük değirmeni Pazarbaşı ailesinin dedelerinin işlettiği ”Feyzo’nun Tahir’in degirmanı”. (Daha sonraki yıllarda Nuri Pazarbaşı ve oğlu Kemal Pazarbaşı işletti)
Beş Konaklarda ki değirmenin adı, “Mahammed’in ataş degirmanı” idi. Bu değirmen elektrikle çalıştığı için ateş değirmeni denirdi.
Sivas caddesindeki stadyumun karşısındaki sokakta bulunan adını hatırlayamadığım bir su degirmanı daha vardı.
Arab Osman’da 1960 yılında hizmete giren İbrahim Şalva’nın hizmete açtığı ve elektrikle çalışan “Şalvaların degirmanı”,
Yine Çarmuzu yolu üzerinde bir Ermeni vatandaşımız “Manik’in degirmanı” vardı ve su ile çalışırdı.
Eski Turgut Özal Kolejinin arka tarafındaki “Aziz Dayının degirmanı”
Şimdiki Kavukçuoğlu hamamının arka tarafında bulunan “Kavukcuların degirmanı “
Taştepe yolu üzerinde “Kel Vahap’ın degirmanı”
”Abdulgaffar’da ki Sülügoğlu degirmanı”
Hasanbey’e giderken “Paşa degirmanı”
İzollutepe semtinde “Abdullah Dayının degirmanı
Ayrıca “Etem’in degirmanı”
“Tağhtalı Minare degirmanı”
“Asri degirmanı”
“Köprü Ağzı degirmanı”
“Şirelioğlu degirmanı”
”Erenler degirmanı “...
Her evin mutlaka degirmana galğhtığı yıllarda, çok büyük işlevleri olan değirmenlerimiz ve büyük bir güç kaynağı olan değirmen sahipliği maalesef bugün yok olma noktasına gelmiştir.
Adını hatırlayamadığım ve tarihin tozlu raflarına kaldırılan daha bir çok değirmenimiz maalesef fabrikasyon üretim karşısında yaşama şanslarını kaybetmişlerdir.
Selam olsun Malatya’mın güzel insanlarına...