ALTIN
 3.022,60
DOLAR
 34,3205
STERLİN
44,5531
EURO
 37,4161

Yaşlılar, “eskiden” diye başlarlar söze. Böyle başlayan cümlelerin hepsi ağır özlem içerir. Yaşanmışlıklar iyisiyle kötüsüyle anılarda almıştır yerini. İnsan hafızasını bir deste iskambil kağıdına benzeterek: “En üstteki kartlar, yaşanmışlıklarınızın yakın zamanına aittir, en ufak bir esinti alır götürür, altlarda kalanlar çok daha eskilerdir. Akıl sağlığınızda çok aşırı derece bir esinti olmadığı sürece oracıkta kalakalır.”der psikoloji bilimi.
Yaşlı sayılmam ama durup dururken aklıma çocukluğumun sofraları geldi. Eskiden, bir çeşit yemek pişerdi evlerde; yağlı yavan, etli ya da etsiz… Ortaya, üstünü rengarenk çiçeklerin, böceklerin, kuş desenlerinin süslediği bir hıla ya da sofra bezi serilir, dört köşesine deste deste sac ekmeği koyulurdu. Külfet (aile bireyleri) sayısı kadar kaşık, ortasına bir karış yüksekliğinde yülselteç veya kalbur ve onun üzerine oturtulan iki parmak derinliğindeki yuvarlak bakır sininin etrafına dizilirdi hane halkı. Ekmekler paylaşılır, kaşıklar elden ele dağıtılır, sininin tam ortasına da derin olmayan leğen içerisindeki yemek oturtulurdu. Varsıl ya da yoksul, hemen hemen her evde bir çeşit yemek yenir, aynı kaba kaşık çalınırdı.
Sofra adabı vardı, küçükler büyüklerin yanında bağdaş kurup oturamazdı, ayıp sayılırdı. Herkes tek diz üzerine oturmalıydı yaşlılar bir şey istediğinde hemen kalkılabilsin diye… Sağ diz bakır sininin altında, sağ elle uzanılırdı ortadaki çukur kaba. Buna sünnet diyenler de vardı, peygamber efendimiz tek diz üzerine oturarak yemek yediği için. Sofra bezi, üzerinize yemek damlamasından çok, yere ekmek kırıntısı düşmesin diye diz üstüne çekilir, kalkarken de ekmek kırıntıları dökülmesin diye dikkatlice toplanırdı. Yemek faslı bitip usulünce toplandıktan sonra el ayak değmeyen sakin bir köşeye silkelenir, kırıntılardan tavuklarla kuşların yararlanması sağlanırdı.
Ayakta yemek yenmez, çöpe yemek dökülmez, lokma yarım bırakılmaz, ağız şapırdatılmaz, çorba höpürdetilerek içilmez, sofrada burun çekilmez, ağızda lokma varken konuşulmaz ve gülünmezdi. Tasla ayran tepeye dikilirken ayıp sayılmaz, içine hıyar veya pirpirim doğranıp cacık olduğunda ayıp sayılırdı. Herkes önünden yer, yemek tabağını döndürmek saygısızlık kabul edilirdi. Küçük bir kabın içine sabunlu ve kuru bezler konurdu elinizi ağzınızı temizleyip kurulamanız için. Günümüzde tek tabakta yemek yeme alışkanlığı yok denecek kadar azaldığı gibi yer sofrasının yerini de yemek masaları aldı. 
​ Bazı inceliklerin dışında yemek masasındaki adap da yer sofrasından çok farklı değildir. Davetli ya da evdeki kişi sayısına göre düzenlenir. İnceliği ve zarafeti temsil eden genellikle beyaz, ütülü kumaş masa örtüsünün üzerine konuk sayısı kadar servis tabağı açılır. Servis tabağının üzerine ikinci bir boş tabağın konulması varsıllığın değil, görgüsüzlüğün belirtisi sayılır. Servis tabağının sağına kaşık ve bıçak, soluna da çatal yerleştirilir. Bıçağın kesici tarafı servis tabağına bakmalıdır. Yemeğin çeşitliliğine göre kaşık çatal ve bıçak sayısı artırılabilir. Su bardakları sağa, peçete ise sola; daha resmi bir davet söz konusu ise peçetenin servis tabağının içine konulması tavsiye edilen bir düzenlemedir. Bıçak ekmeğe sürülerek temizlenmez, yemek çatalıyla tatlı yenmez, bulaşık olanlar asla masa örtüsü üzerine bırakılmaz. Yemek esnasında her iki el birden masanın altında tutulmaz. 
İçkili yemeklerde her içkinin kendine özgü kadehi olmalı, alkollü içkiler şişe yerine karaflarla ikram edilmelidir.
Masanın ortasında mumlar ve çiçekler eşliğinde sunulan soğuk mezeler masadakilerin uzanıp alabileceği uzaklıkta olmalıdır. Ana yemekler çoğunlukla ev sahibi tarafından servis edilir, artanı ise yine masada bırakılır. Dikdörtgen masalarda ev sahibi ve sahibesi masanın iki başına, onların yanına da onur konuklarının oturtulması olmazsa olmaz bir görgü kuralıdır. Sofrada herkesi ilgilendiren konulardan bahsedilmeli, din ve politika gibi ağır konulardan kaçınılmalıdır. Masadan kısa süreli ayrılması gereken kişi peçetesini sandalyeye bırakır ve sandalye biraz içeri itilir. Ev sahibinin konuklarından önce yemeğini bitirmesi nezaketsizliktir.
Bugün, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulan LAİK TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ nin 100.Yılını coşkuyla kutluyor, ona ve silah arkadaşlarına şükranlarımızı dile getiriyoruz. Sofra adabından konu açılmışken böylesine anlamlı bir günde elbette ki Atatürk’ün sofrasından bahsetmemek olmaz.
Atatürk’ün sofrasını şef garson İbrahim Ergüven hazırlarmış. Çünkü Atatürk sofra düzeni konusunda çok titizmiş. Onun bu titizliğini:
“Sofranın çok muntazam olmasını isterdi. Sofranın örtüsünde, tabaklarda, çatal bıçaklarda bir çarpıklık olursa bizzat düzeltir; ondan sonra sofraya otururdu.” diye anlatır Kılıç Ali…
Manevi kızı Sabiha Gökçen’in de Atatürk’ün sofrasıyla ilgili şu sözleri çok önemlidir:
“Şu bilinmelidir ki, Gazi Paşa’nın sofrası asla bir işret âlemi yeri, bir vakit geçirme, bir zaman öldürme yeri değildi. Dünya ve yurt sorunlarının, ilmin, felsefenin, sanatın, insanlık idealinin ve uygar Türk Ulusu’nun geleceğinin sabahlara kadar tartışıldığı bir okuldu bu sofra.”
Mustafa Kemal içkiyi sevdiğini, fakat içki müptelası olmadığını özellikle ifade etmiştir. Ruşen Eşref Ünaydın Atatürk’le ilgili bir anısını naklederken kendisinin;
“İçkiyi severim fakat istediğim zaman bunu keserim. Vazifem esnasında bir damlasını dahi ağzıma koymam. Vatan işlerine içki karıştırmam. İçki ve vazife ayrı şeylerdir.” sözleriyle de bu konuya açıklık getirdiğini söyler.
Akşam sofralarında masasında her akşam düşünürler, yazarlar, sanatkârlar, bilim insanları, siyasetçiler, diplomatlar, yakın dostları yer alırmış. Falih Rıfkı Atay da aynı konuyu:
“Bu, bir içki ve cümbüş sofrası değildi. Dostları hatta düşmanlarıyla sohbet ve tartışma meclisiydi. Savaş ve devrim günlerinde meseleler konuşulduğu sırada hiç içmez veya pek az içerdi. Eski Osmanlı deyimiyle pek edepliydi.” şeklinde özetlemiştir.
Yemek seçiminde de hassas davranan Atataürk, kurtuluş savaşından çıkmış yoksul bir milletin mensubu olduğu bilincini asla göz ardı etmemiştir. Halkının güç bela karnını doyurduğu, evlerinde etleri kurban bayramından bayramına gördüğünü hiç unutmamış, milletinin yiyemediği et yemeklerini kendi sofrasında bulundurmamıştır.
Ramazan aylarında müzikli yemeklere ara verir, özellikle kandil gecelerinde Çankaya’da Kur’an-ı Kerim’den sureler okuturmuş. Zaman zaman Hz. Peygambere övgüler yağdırır, kendisinin iyi bir devlet adamı ve güçlü bir komutan olduğunu etrafına söylermiş.
Mustafa Kemal Atatürk'ün "Efendiler, yarın Cumhuriyet'i ilan edeceğiz." dediği son akşam yemeğindeki özel menüde hünkar tarhana çorbası, marmarina, saray kebabı ve helva-i hakani yer almıştır.
Atatürk özellikle o ünlü “NUTKUNU” hazırladığı üç ay boyunca ağzına bir damla içki koymamış, inatla ve sabırla “nutuğunu” bitirmiştir.
Sonuç olarak: Birçok devlet, memleket, dünya meseleleri zaman zaman sofraya gelmiş, orada konuşulmuş, hatta kararlara bağlanmıştır. Bu açıdan 'Atatürk'ün Sofrası' bir çağın portresidir. Devlet, memleket ve dünya olayları, Atatürk sofrasının aynasına yansır, ulusal görüşe orada dönüşürdü.
Durup dururken nereden geldim bu sofra konusuna? Ani bir esinti gelip üstteki kartlarla birlikte alttakileri de mi uçurdu? Anlayamadım…
Büyük Atatürk, sana yemin sana söz olsun…! Kurduğun CUMHURİYET yüz yıldır dimdik ayakta, hiç şüphen olmasın, yüzyıllar boyu da ayakta kalacak.
LAİK TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN 100. YILI KUTLU OLSUN.
 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.