ALTIN
 3.022,60
DOLAR
 34,3205
STERLİN
44,5531
EURO
 37,4161

60'lı yıllarda Malatya ekonomisinin kalbi sayılabilecek yerlerin başında Atatürk (Kışla) caddesi gelirdi.
Baha Bey gibi eczacılık mesleğinin duayeninin, Berber Ziya gibi bir palavra ustasının, Barbaros gibi lafını esirgemeyen ilginç kişiliğin, Mamılo gibi bir velinin, sazcı Cafer Bakır gibi bir saz ve söz ustasının kaldırımlarını arşınladığı Kışla caddesi Malatya’nın en renkli caddesiydi. Bu yüzden daha önceki kitabımda yazdığım bölümü eksik kalan kişileri tamamlayarak tekrar yazma gereği duydum.
Buranın en eski esnaflarından biri olarak, şimdiyi görünce içim burkuluyor. Nereye gitti bu kadar yerli esnaf diye düşünüyorum? Tabi ki zaman su gibi akıyor, doğal süreç işliyor, ölüm, yaşlılık tamam anladık bunları da ailelerine, çocuklarına, torunlarına ne oldu da bunların yerini adını sanını bilmediğimiz bir sürü esnaf aldı...
İsterseniz şimdi o yıllara kısa bir yolculuk yapıp yıllarca kahrımızı çeken hepimizle bir sürü güzel anısı olan o güzel insanları yad edip ölmüş olanları rahmetle analım...
Kışla caddesinin baş tarafı Hüseyin Bey Köprüsü (körpüsü)adıyla bilinirdi. Hüseyin Bey köprüsü, Kışla caddesi, Sinema caddesi(Beşkonaklar), Sivas ve Hastahane caddelerinin kesiştiği kavşağın adıydı.
Caddenin en üst sağ başında, Sivas caddesi girişinde daha önce değişik amaçlarla kullanılan, Sinemacı Heyri beg (Hayri Yaman) tarafından işletilen Şehir sineması adıyla maruf tek katlı büyükçe bir bina mevcuttu. Özellikle dönemin en güzel yabancı filmleri bu sinemada oynar bizler de tek eğlencemiz olan film izleme zevkini burada tatmin ederdik, sinemanın tahta koltukları bize maroken koltuk gibi rahat gelirdi, burada oynayan; dört dev adam, Herkül, Zorro, Johnny Weissmuller imzalı Tarzan filmleri ve sinemadan kaşınarak çıktığımız o günler, (sinema bir dönem ahır olarak kullanıldığı için her türlü haşare bol miktarda mevcuttu) benim gibi o dönemi yaşayanların hafızalarındadır.

Sinemanın alt tarafında Tekke Camii olarak bilinen Kazmalı Baba Tekkesi, altında da Bülbüloğlu kardeşlerin işlettiği Bulbüloğlu bakkaliyesi yanında Sümer kitap evi Recep Sümer ve Celal ve Bilal Tosunoğlu kardeşlerin çalıştırdığı Tosunoğlunun kahvesi adıyla bilinen kahvehane bulunurdu, caminin alt kısmında Saltoğlu Konağı, onun yanında Kabadayı Mustafa lakaplı Mustafa Bektaş 'ın somun fırını vardı. Kabadayı Mustafa enteresan bir kişilik olup onu tek başına ele almak gerekir. Mustafa Bektaş’a kabadayı lakabı boşuna verilmemişti. Bir gün ekmeğin birinden kıl çıkması üzerine o gün çıkan tüm ekmekleri toplayıp askeriyenin kadanalarına verilmek üzere gönderecek kadar beg gönüllü biriydi.
O devri yaşayanlar o mis gibi kokan ekmeği ve kokusunu özlemişlerdir diye düşünüyorum. Fırının birbiri üzerine katlanan tahta darabasını bir daha görme imkanımız da maalesef yok artık.
Fırının hemen himinde Çelebi Dayının ayakkabılarımıza pençe yaptırdığımız tükanı vardı.
Fırının yanı Türker kitabevi idi, sahibi Kazım Türker adında bir hemşehrimizdi. Kazım bey daha sonraları Şifa gazozu adıyla bilinen bir gazoz üreterek aynı yerde satmaya başladı. Necdet Narin’den dinlemiştim, gazoz satışı başlamadan Kazım bey dostlarını gazozu tattırmak için davet eder. Gazozu tadan dostlarından eleştirilerini duymak ister. Kimi asidi fazla, kimi gazı fazla diyerek herkes fikrini söyler, Necdet Narin de
"Abi biraz şekerli olmuş" sanki der,
Cevap muhteşemdir
"Ama gardaş ben çoğh şirin seviyim".
Turfanda sokağın girişinden sonra şimdilerde nesli tükenen yorgancılık mesleğiyle uğraşan Darendeli Ali dayının tükanı vardı, yere oturup renk renk yorganları işlerdi. Berber Hikmet’in berber tükanı da buradaydı.
Biraz ilerde o dönem evlenen gençlerin düğün yemeğini yapan Aşcı Veysel dayının(Veysel Görmeli) turşu yapıp sattığı tükanı vardı. Aşcı Veysel dayı düğün evine bir gün önceden gider geceyi orda geçirirdi.
Düğün evinde, sabaha karşı kalkılır, ev külfetiyle(ev efradı)patlıcanlar doğranır, pirinçler atlanır(ayıklanır) sabaha karşı ateşler yakılır yemekler teştlerle pişirmeye bırakılırdı.
O zaman daha kavurma icat edilmemişti!!!
Yani şimdiki gibi düğünlerde kavurma ikram edilmezdi.
Malatya'da, Malatya 'ya özgü yemekler yapılırdı.!!!
Veysel dayının omuzundaki peşkiri, bembeyaz saçları ve bembeyaz önlüğü hala gözümün önündedir...

Aşçı Veysel Dayının abisi, mahallenin toplarını tamir eden ve ayakkabı tamirciliği yapan Hacı Dayının dükkanı da bu sıradaydı.
Aşcı Veysel dayıdan sonra Ali Ulvi Gökalp gilin evi ve Adnan Alkaya’nın berber tükanı gelmekteydi.
Daha sonra Kemal Yakın beyin evi ve deposu vardı, ardından fotoğrafçılar Foto Lale, Foto Yıldız, Foto Işık, Foto Rekor gelirdi. Foto Yıldız'ın sahibi İzzettin Çakmak’ın çok içki içen ehli-keyf biri olduğunu hatırlıyorum. Foto Işık sahibi Hasan Erinan'dan sonra Foto İsmet olarak hala faaliyetine başka bir yerde devam etmektedir. Foto Rekorun sahibi ise Abdullah Özmen’di.
Fotoğrafçıların altında, Yusuf Alibeyoğlu’na ait ziraat malzemeleri satan tükan sonra İrfan Hanlıoğlu na ait bir radyocu tükanı ve Nedim Hanlıoğlu’na ait bir radyocu tükanı daha vardı. Bu arada berber Hikmeti de unutmayalım.
Daha sonra Palolu Hacı Özpolat 'a ait Harput lokantası, Beyoğlu kahvesi, Hacı Başaranlar'ın çocuklarının yedek parça acentası, Halis Arpacı 'nın tüp gaz satan tükanı ve Abdullah Yapılıkan tarafından açılan Foto Moda, ki hala sevgili dostum İsmail Başgel ve Hasan Öncü tarafından aynı yerde fotoğrafçılığa devam etmektedir. Yanında eczacılık mesleğinin duayenlerinden Mithat Barış'ın eczanesi vardı. O zamanki ilaçların çoğunu eczacılar kendi yaptığı için tükanın içi kullanılan kimyasallardan dolayı değişik ve enteresan kokardı.
Daha aşağıda müminoğlu pasajının bir başında Tozkaldıranlar hafriyat, diğer başında Beşir Gültekin'in parçacı tükanı yanında da Kantarcılar'ın Hakkı'nın yaptırdığı Kantar otel ve Kantar lokantası.
Eskiler han türü konaklamadan sonra, ilk modern manada otelin Kantar Palas Oteli olduğunu söylerler.
Lokanta için aşçıların Bolu Mengenden getirildiğini hep duyardım, orada yediğim tencere yemeklerini bugün bile çoğu lokantada bulamıyorum. Dönemine göre lüks bir iç donanıma sahip olan otel ve lokantaya çoğu insanın ayakkabılarını çıkararak girdiğini anımsıyorum.
Kantar otelin yanı Halk bankasıydı, onun yanı Kantarcı garajıydı. İstanbulluoğlu Hamdi'ye ait olan garajdan, Kantarcı Turizm otobüsleri kalktığı için Kantarcı garajı denmekteydi. Şunu hatırlatmak gerekir diye düşünüyorum daha eski yıllarda Elazığ da otobüs firması yok, Kantarcı turizm Elazığ'dan Ankara-İstanbul yolcularını alıyor Malatya'ya geliyor, buradan da Ankara-İstanbul yolcularını alarak ve hareket ediyor. Yani iki ilin yolcusu ancak bir otobüsü doldurabiliyor.
O dönem ilginç bir olay da Kantarcı firmasıyla diğer firma arasındadır. İki firma rekabete girer, sonunda her iki firma da bedavaya yolcu taşımaya başlar, bunun üzerine Hakkı Kantarcı, Veli Palas da yağlı ekmek, ayran servisi yaptırır, tabidir ki diğer firma daha fazla dayanamaz ve bir süre sonra rekabet sona erer.
İşi olmayan insanların bile sırf Veli Palas'da yemek yemek için Elazığ'a gittiği hep anlatılırdı.
Her neyse biz konumuza dönelim, garajın arka tarafı Malatya sanayi sitesi gibiydi, tamirciler, oto-elektrikçiler, madeni yağ satanlar buradaydı. Bilmeyenler için söyleyeyim şu anda İstanbulluoğlu iş hanının olduğu yerden bahsediyorum. Biraz daha aşağıda Arapgir minibüslerinin kalktığı Efe garajı ve ön kısmında Pütürgeli Sabri dayının tükanı ve bakkal Ali dayının bakkal tükanı vardı, arada berber Vehbi, Mahmut Nakir’in oksijen tüpü satışı yaptığı dükkan, üst katta Kent kıraathanesi, aşağıda Hançerlilerin kahvesi ve Müminoğlu matbaası yol tarafında Saka Şükrü Necati'nin çalıştırdığı Cihan lokantası, yanında Yeni Dünya berber salonu Sait Usta (Sait Van), İbrahim Usta (İbrahim Köklü) ve Hüseyin usta, ondan sonra geldik............ Şirket hanına...
Şirket Han, 1922 yılında Gafarağaların Yahyabey, Yakıncıların Emin efendi ve Fırat ailesinin ortaklaşa yaptırdıkları o yilların AVM siydi.
Şirket han deyince aklıma gelen ilk isim deli mi, Veli mi olduğu bilinmeyen Orduzulu Mamılodur. Esnafların verdikleriyle karnını doyuran, askeri palto ve postal ile gezen, ne hikmetse kürek biriktiren ve öldüğünde evinden 200 adet kürek çıkan Orduzulu Mamilo var ya, hani anasının ölümünü haber verenlere “Ben gelemem işim var ama cenaze yerde kalmaz çabuk gidip gömün” diyen Mamilo...
Şirket handa kimler yoktu ki:
Eczacıların duayeni Bahabey, Kitapçı Cevri, Mahmut Kayahan, Ahmet Fırat, Gökalp Fırat, Haci Demirel, Şeftalicioğulları, Hakkı ve Tahsin Turgut, Hamit Evliyaoğlu, Cemal Berktaş, Asım Solmaz, Kemal Yakın, Hamdi Kargül, H. Mehmet Alibeyoğlu, Nurettin Akyurt, Timur Kanat, Abit Karakaş, Mahmut Nedim Karakaş, Haykas Makasçı, Terzi Haccik, Cumali Karakuş, Terzi Bedri, Terzi Aliseydi Kılıç ve Emniyet otelini çalıştıran Erdal Karabağ’ın dedesi Kamil Çavuş, Çaycı Bıyıklı Hasan.
Şirket hanı yıkmanın, ne denli büyük bir yanlış olduğunu bu şehri yönetenler geç de olsa anlamışlardır diye düşünüyorum. Tarihi bir binayı yıkıp yerine estetikten uzak bir garabet dikmek nasıl bir aklın ürünü idi merak ediyorum. Çocuklarımız, torunlarımız ; dedelerimiz nasıl evlerde yaşadılar, iş yerleri nasıldı diye bize sorduklarında ne cevap vereceğimizi bilmiyorum! Onlara su damını, kış damını, musandereyi, eyvanı, silepçeyi, hıznayı, ayagğhcahı, taghtıbegi, sitili, teşti, guşganayı, vs. gösterecek tek bir örneğimiz bile yok.
Bu anlamda Şirket han müstakil ve geniş bir yazıyı hakediyor bence
Karşı sırayı anlatmaya Malatya’nın ikinci kaloriferli sineması olan ve her metre kareye bir koltuk parolasıyla açılan Nejat Dirican’ın işlettiği İstanbul sineması ile başlayalım. İstanbul sinemasının yan tarafında Aşşağı şeher(Eskimalatya), Orduzu otobüsleri ve dolmuşları bir de müşteri bekleyen paytoncular dururdu.
Bu kavşakta varilden bozma diyebileceğim bir trafik polis noktası vardı. İstanbul Sinemasının yan tarafında küçük dükkanlardan biri martavallarıyla ünlü Berber Ziya’ya aitdi.
Durağın karşı sırasında Kerim ve Nedim Alataş kardeşlerin kitapçı dükkanı bulunmaktaydı. Burada yaz günlerinde dondurma diye renkli kar ve buz parçacıklarını yemeyen yok gibiydi, kışın geldiğini de alıç satışının başlamasıyla anlardık. En büyük zevkimiz bardaklarla ölçülendirilen, davin, yemişen almak ve bunların çekirdeklerini davin atacağıyla birbirimize atmaktı. Bu arada dondurmacı Abdo dayıyı anmadan geçmek olmaz, Gazi İlkokulu çıkışında, İstanbul sineması yanında, yürüyen dondurma dükkanıyla konuşlanan Dondurmacı Abdo dayı, güverciniyle niyet çektiren ve elindeki küçük film makinesiyle Kabe görüntüleri izleten, görüntüleri görmemesine rağmen film sırasını hiç karıştırmadan anlatan ve “gördüysen gördüm de” repliğiyle görüntüyü değiştiren Kadir Dayı, mis gibi kokan ciğer kavurmasıyla Albay, Bembeyaz kıyafetiyle mevsimine göre, biyam (meyan şurubu), limonata, vişne satan Neşeli Memmed! Nefis Şam Tatlıları satan tatlıcı Hüseyin Dayı. Bizim neslin hala hafızalarındadır.
Ha bir de bisikletçileri, Enver Ustayı ve 25 kuruşa bisiklet kiraladığımız günleri hatırlayalım, motosikletiyle şehirde tur atan şarap ilahı adıyla maruf Gotto Mino' yu develeme (topaç) satan Eski Malatya'lı Mamoşu da unutmayalım.
Tekrar caddeye dönecek olursak, Bakkal İsmet dayıdan kaynana şekeri yemeyen var mıydı acaba? O zaman kaynana şekeri çocukların en sevdiği şekerlemeydi, zaten fazla da seçeneğimiz yoktu.
Camında sürekli fotoğrafların asıldığı, hepimizin yirmi üç Nisan, 19 Mayıs vb bayramlarında çekilen fotoğraflarımızı aradığımız, Cemal Gülpınar'ın Foto Sümer'i unutmamız mümkün mü?
Daha sonra sırayla Bağdat kasabı Kasap Ali, Darendeli yorgancı Haşim ve ustası Sözenlerin Hacı Süleyman Efendi ve de meşhur Barbaros...
Enteresan bir kişilikti Barbaros. Usturaya verilmiş kafası, üzerine giydiği atleti (yaz günü genelde atletle gezerdi)paçaları çemirlenmiş bermuda kıvamında pantolonu ve tokyo! terlikleriyle hala gözümün önündedir. Şimdiki tabirle tekel bayisiydi, içki satardı, büyük bir buzdolabı vardı onun arkasında da içenlere tek tek attırdığı olurdu fakat patırtı gürültü, kavga hiç görülmezdi, mesleğinin duayenlerindendi!...
Bir gün devrin Valisi Ferruh Güven yürüyüş esnasında (ki çoğu zaman makamına yürüyerek giderdi) ününü duyduğu bu dükkanı merak eder ve dükkandan içeri girer ve arkaya geçer. İçki içenleri görünce bir bira da o ister ve birayı içer. Fakat üzerinde bozukluk olmadığı için, kendini tanıtır ve Malatya Valisi olduğunu ücreti odacıyla göndereceğini söyler. İbrahim Barbaros’un cevabı ilginçtir:
“Vay be bi bira içtin Malatya Valisi oldun he mi. Bari doğru yalan söyleyeydin, Valinin ne işi olur burada, verele ver parayı gaç liraysa bozarım”

Barbaros 'un tükanının hemen altında büyük büyük tatlı su balıklarının satıldığı bir balıkçı vardı. Deniz balıkları henüz şehrimize gelmediği için şabutlar, aynalı sazanlar satılırdı. Biraz ileride Güven kasabı rahmetli Turgut abinin, Turgut Güven'in kasap dükkanı vardı. Her zaman sevecen ve güler yüzlüydü, mekanı cennet olsun.
Daha sonra şehrimizin Bab-ı Ali’si diyebileceğim bölüme geldik. Bu sırada, Hürriyet gazetesi Malatya muhabirliği görevini de yapan Bahattin Erdem'in Yeni Haber gazetesininde çıktığı Yeni Haber matbaası vardı. Yanında Hüseyin Karataş’ın Gayret matbaası vardı aynı zamanda tek sayfalık bir de Gayret gazetesi çıkarırdı. Yanında yine Haşim Türkmen beyin Ünal matbaası vardı, bunlarda Ufuk gazetesi çıkarırlardı. Yine aynı sırada Lütfü Kaleli’nin çıkardığı Sebat gazete ve matbaası vardı.
Matbaaların bitişiğindeki Lütfü Toraman, Lütfü dayı, gerçekten toraman gibi tükanın önünde oturur evde yaptırdığı turşuları satardı. Yanında meşhur kuru yemişci “Tarih Kuru Yemiş” dükkanı vardı.
Arkın kitapevi Hasan Arkın, Evin kitapevi Muzaffer ve Yılmaz Güçlü kardeşler, hepimizin kalem, defter, silgi aldığımız belki haftada bir gün mutlaka uğradığımız mekanlardı, Kasap Nurettin'in Numune kasabını İstanbul pasajına giriş köşesindeki gömlekçi Şerif Dayıyı, öbür köşedeki Berber Yusuf, Berber Ahmet, Berber Halis'in beraber çalıştığı berber dükkanını ki aynı zamanda babamın dolayısıyla da benim berberimdi. Berber Yusuf Soyak daha sonra Almanya ya gitti ve dükkan diğer iki ortağa kaldı. Daha sonra çocukların çok korktuğu!! Süsler Berber salonu, Şükrü Kaya ki aynı zamanda beni de sünnet eden Şükrü dayıyı da anmadan geçmeyelim. Berber Şükrü yaşlanınca berberliği bırakıp oğlu Fahir ile birlikte oyuncakçı dükkanı açtı. Yanında Pötürgeli Ali Özcan ile Terzi Mustafa'nın ortak olduğu bir terzi dükkanı, yanında devrin en büyük ve çeşidi bol manavlarından Pazarbaşı manavı gelmekteydi. Manav Necati, Nedim ve Hayati Pazarbaşı kardeşlere aitti, Döneminin en önemli futbolcularından olan, Hayati Pazarbaşı genç yaşta vefat ettiği için dükkanın en görünen yerine kocaman bir resmî asılmıştı. Sanki müşterileri o karşılar gibiydi.
Bitişiğinde İlhan Evin'e ait Foto Net adlı fotoğrafçı dükkanı yanı da küçücük dükkanda hizmet veren Orduzu’lu Kenan Demirel’in anahtarcı dükkanı, (daha sonra kalfası Namık devam etti) terzi Hacı usta'nın Sezon terzihanesi, Malatya'nın sayılı pastanelerinden biri olan Aile pasta salonu, sahibini hatırlayamadığım açık ekmek fırını ve aynı sınıfta okuduğumuz Ferda Kutan'ın babası herkesin saygı duyduğu röntgen mütehassısı rahmetli Mehmet Kutan'ın ofisi. O dönem başka röntgenci var mıydı diye düşündüm ama bulamadım, sanıyorum tek röntgen uzmanı Mehmet Kutan'dı. Yine bu sırada Malatya’nın belki de ilk radyo tamircisi Muzaffer Usta’nın (Muzaffer Gürsel) in radyo tamir dükkanı vardı.
Biraz ilerde Haşmet Ergün beyin sonradan inşaat malzemecisi olacak olan Haşmet kitapevi vardı. Haşmet abiyi de hep o vakarlı ve olgun duruşuyla hatırlarım. Daha sonra, Taghmazların Gadir'in mobilya imalathanesi gelirdi, Taghmazın Gadirin oğlu Bekir'i çoğunuz hatırlarsınız, yaşına göre genç irisi, peltek peltek konuşmasıyla herkesin sevdiği bir çocuktu. Önünden geçerken gönül telimizi titreten tınıların duyulduğu Meşhur Saz yapım ustası Cafer Bakır’ın dükkanı, yanında afaflar çıghmazının köşede Muhtar Aliihsan Karaduman'ın tekel bayi ve sonra da afaflar cegeti (sokağı).
Aradaki, Adıgüzel ve Hacı Çakı kardeşlerin Çakı kebap salonunda bizim neslin mutlaka birer kebap yemişliği ve epey bir beklemişliği vardır. Kadın terzisi Hilmi Kermen, Kanbur Hilmi'yi de anmadan geçmeyelim. Terzi Hilmi bey çok güzel de ud çalardı. Köşede Palolu İzzettin ve Ahmet Özdinç kardeşlerin manav dükkanı, yanında Hayati Erkuş'un şekerci dükkanı vardı. Şekercilik mesleği o yıllarda birkaç aile arasında bölüşülmüştü sanki, bunlardan biri de Erkuş ailesi idi, daha sonraki yıllarda rahmetle andığım Şekerci Ahmet adıyla maruf Ahmet Işık'da Sinan lokantasının olduğu yerde dükkan açacaktı. Daha sonra rahmetli Ali Ersu'nun rulman dükkanı, Orduzulu Mehmet Turgut ve oğlu Vahap Turgutun beraber çalıştırdığı saat tamirci dükkanı, Sözenler'in toptan bakkaliye dükkanı vardı. Bunların yanında Emirahmetoğlu garajı ve içinde Sait Usta ve Vahap Özköse kardeşlerin motor yenileme atelyesi ve bir kaç tamirci vardı.
Emirahmedoğlu garajının yanında daha önceki yazılarımda anlattığım, o mazotla silinen ahşabın havayla karışan muhteşem kokusuyla hatırladığım üst katında terzilerin oturduğu altında her sözü kitap gibi olan Adıyamanlı Hacı Özyavuz'un lokantası, yanında Hasan Celal Güzel beyin babası Kamil Güzel'in Massey Fergusson marka traktör satış mağazası, Çil Tahir'in parçacı dükkanı, Ilıcakların lastik dükkanı, Fırat palas oteli, Rahmetli Otel Erhan lakaplı Erhan Turancı’nın çalıştırdığı ve Malatya’nın tüm gençlerinin müdavimi olduğu Malatyaspor lokali, Aşçı Rıfat ustayla, ortağı aşçı Mustafa Saygı (Hacıbaba) nın beraber çalıştırdığı Meşhur Sinan lokantası ve bir dönem herkesin resim hocalığını yapmış Saadet Özgüngör hanımefendi'nin eşi Mehmet Özgüngör'e ait Şifa eczanesi ve köşede hizmet veren bir banka şubesi (Akbank).
Evet geçmişe kısa bir yolculuk yaptık, geçmişin, geçmiş insanların anılması ve hatırlanması gerekliliğine inananlardanım.
Tarih geçmişine sahip çıkmayan toplumların emperyalizmin kucağında nasıl oyuncak olduğunu ve yok olduğunu gösteren birçok örnekle doludur.
Sürç-i lisan ettikse affola ; adını andıklarımızdan ölenlere rahmet , kalanlara sağlıklı bir ömür diliyorum.
Selam olsun Malatya'mın güzel insanlarına...
Atilla Kantarcı
22 Mayıs 2020

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.