Bugün çarşıya çıktım...
Dağlarda, ovalarda, derelerde gezen bir fotoğrafçı olarak bilirsiniz ki, çarşı merkezine pek uğramam. Çünkü bütün hatıralarımın (hayatımın) geçtiği mekânların yerle bir olmuş halini görmek ruhumda derin yaralar açıyor, ağır hasarlı kendi evimi görmekten daha fazla yıpranıyorum. Bir ton dayak yemiş gibi hissediyorum. İnsan sadece biyolojik olarak bir defa ölür, ama biz şehrimizin bu halini görünce her gün ölüyoruz.
Mevsimler değiştikçe enkaz altında can çekişen Malatya'nın hali de değişiyor. Yazın toz yuttuk, yağmur mevsimi başlayınca bugün çamur içinde yüzüyoruz. Yarın da kar yağınca yaramız beyaz bir yara bandı ile sarılmış gibi avutacağız kendimizi...
Kar deyince kimin aklına 6 Şubat gelmez ki... Soğuk deyince 7.7'ler unutulur mu? Mahşerin ilk saatlerini yeniden hatırlayacak, bir daha yaşayacağız o unutulmaz acılı saatleri ve bir kere daha sarsılacağız.
Hâlbuki biz kar yağınca bayram eder, bembeyaz örtüsüne bürünmüş dağlarımızı ve manzaralarımızı fotoğraflamak için heyecanla ve sevinçle makinelerimizi alır yollara revan olurduk.
Karla gelen deprem, büyük bir hüzne ve yüreklerde bir daha hiç çıkmayacak olan ebedi korkuya bıraktı yerini...
Her neyse... Yine efkârlıyım bugün, yine sarhoş gibiyim bugün, yine yabancıyım bugün kendi şehrimde... Ben şehrime değil, şehir bana yabancılaşmış…
Bugün yine çıktım çarşıya... Ortasında oluşan devasa boşlukta sağa sola bakınıyor, hatıralarımı ve kendimi arıyorum. Heyhat! Çamurlara bata bata ilerliyorum, nereye gittiğimi ben de bilmiyorum. Hafızamı mı kaybettim, hayal mi görüyorum, beni buraya kim getirdi, neredeyim ben?
Bu dozerler, kepçeler, kamyonlar da neyin nesi... Neden kazıyorlar buraları? Ölen kim? Kimin mezarı? Nerede benim kitapçılarım, nerede benim camilerim, nerede benim çay ocaklarım, nerede benim paçacım?
Suyla dolmuş inşaat temeli yanında durdum. Ayakta kalan, (Ağır hasarlı olduğu için yıkılacağı söylenen) Sögütlü Cami'nin minareleri gözüme çarptı. Ha evet, tamam burası Malatya... Benim şehrim! Peki diğerleri nereye gitti?
Bir el omuzuma dokundu, "Beyefendi burası inşaat alanı, tehlikeli, kayar gölün içine düşersin"
Uyandım.
"Demek Malatya'ya göl geldi. Ne zaman geldi? Kim getirdi?"
Adam bana acıyarak baktı ve "Allah sahibine sabır versin, millet kafayı yemiş, bir de böyle hastalarla uğraşıyoruz" dedi.
Hasta olduk, ne çaresi var ne de ilacı!